hesabın var mı? giriş yap

  • 1997 yapımı tom shadyac filmi.

    bir jim carrey hayranı olarak diyebilirim ki; o hiçbir şekilde iyi olmayan bir işin altına imzasını atmaz. hem bu kadar yakışıklı olup hem de çok komik olabilen başka bir aktör tanıyor musunuz bilmiyorum. her şekilde kendini fark ettiren ve biraz olsun yüzümüzü güldüren insanlardan biri varsa o da jim carrey'dir. her rolü ustalıkla oynayabilir bu adam.

    bu filmde de çok komik. özellikle mahkeme sahnelerinde. evet, abartılı mimikleri var. zaten onu sevenler de en çok onun abartılı oyunculuğuna gülüyorlar. bu filmdeki gençliği, enerjisi, kalemle kavga ettiği sahne yine güldürdü yine etkiledi beni. hele o oğlu max'i oynayan şirin mi şirin küçük velet... şimdi koskoca 30 yaşında bir adam artık.(bkz: justin cooper)

    velhasıl; bu film hem 90'lara geri dönmemi hem de masum komikliklerin hala ne kadar etkileyici olabildiğini görmemi sağladı. bu aralar sadece jim carrey filmlerini izleyen biri olarak "yine sevdim yine izlerim ben bu filmi." diyorum.

    izlenmiş en iyi gerilim filmleri: (bkz: #101314076)
    izlenmiş en iyi romantik filmler: (bkz: #122389518)

    düzeltme: ekleme

  • helena bonham carter ile 13 yil suren birlikteliklerini sonlandirmis. benim merak ettigim, johnny depp'in velayetini kimin alacagi !

    edit: espriyi caldigimi ima eden bir kac entry var sagda solda, asagida ! 2007'de gosterime giren sweeny todd the demon barber of fleet street filminin galasi roportajini izlemistim televizyonda. yonetmen tim burton ve basrol oyunculari depp ve carter'di. carter'a da uclu arasindaki iliskiyi sormuslardi. o da depp oglum gibi, hep birlikteyiz demisti! taaa, o zamandan beri ana-baba-ogul olarak izlerdim hep filmleri. ayrildiklarini da duydugumda, oglan ortada kaldi diye bu entry'i girdim !

  • benim için filmlerdeki iyi yemek sahnesi o yemeği canımı çektirtebilmesi ile belli olur. bu tür sahnelerden iyi çekilmiş iki tane a clockwork orange'da var.

    --- spoiler ---

    birincisi alex'in "home"'a ikinci kez gittiğinde üzerinde kadın elbisesiyle cam masada oturup makarna (sanırım makarnaydı) yemesi.

    ikincisi ve çok daha iyisi yine alex'in filmin sonunda hastanede yemek yiyemez haldeyken sağlık bakanı (adalet bakanı da olabilir, yine emin değilim) tarafından yemeğinin yedirilmesi.

    --- spoiler ---

  • muhtemelen defalarca söylenmiştir ama yine de biraz detaylı olarak açıklayayım: the office'in amerikan versiyonunun ilk sezonu size tırt geliyorsa bunu görmezden gelmenizi tavsiye ederim çünkü ilk sezon tamamen ingiliz versiyonundan uyarlamadır.

    michael scott'ın ingiliz karşılığı olan david brent'i oynayan ricky gervais; işinde kötü olan, çalışanlarına da kötü davranan, başkasının yerine utanma isteği doğuracak espriler ve hareketler yapan birini çok iyi canlandırmış olsa da nedense bu konseptteki bir insanı ya steve carell iyi oynayamadı ya da bir ingiliz üzerinde doğal duran bu rol bir amerikalı üzerinde eğreti durdu.

    neyse dizinin berbat geçen ilk sezonunun ardından steve carell, the 40 year old virgin filmi ile sempatik bir salağı çok iyi oynadığı için ve film de amerikada o dönemde iyi anlamda patladığı için dizinin yazarlarından olan greg daniels, michael scott'ı da ikinci sezonda uyuz olunan bir tipten sempatik bir salağa dönüştürme kararı alıyor. ki bu kararına diğer senaristler karşı çıksa da son söz greg abimizde olduğu için diğerleri de paşa paşa bu karara uymak zorunda kalmışlar.

    işte bu karar sayesinde the office'i ilk kez izleyen çoğu kişi "ilk sezonu izledim ama beğenmedim" diyerek diziyi bırakıp bir efsaneden mahrum kalıyor. birinci sezonda diziyi bırakan birilerine denk geldiğinizde onlara şefkat gösterin.

    edit: "ilk sezonu izlemeden ikinci sezona başlayayım mı?" gibilerinden neredeyse yirmiden fazla mesaj aldım. 1 bölümü 20 dakika olan 6 bölümlük ilk sezonu izleyemeyecek kadar vaktiniz değerliyse zaten hiç başlamayın. anime fillerı izlemiyorsunuz sonuçta, size "bu bölümleri atlayın" diyecek halimiz yok. bu yüzden artık "ilk sezonu izlemesem olar mığ?" gibilerinden komik sorular sormayın, tşk. kaldı ki ilk sezon da iyidir ama dizinin reyting olarak istenen seviyeye gelmediği ve neredeyse iptal aşamasına gelindiği için "berbat" ve "tırt" terimlerini kullandım.

  • insan zaman zaman varoluşsal bunaltılar yaşayabilen bi' varlık. varoluşsal bunaltılar yaşıyor, o hâlde var.

    entelektüel insan darlandığı zaman kaygısal devinimlerin izdüşümsel yansıması başlığına 85 paragraf entry girer, "rastlantısal varoluşu bilincim kabul etmiyor" deyip konu üzerine makale falan okur, gider kendine yeni fularlar alır. peki ben ne yaparım? buzdolabını açıp aval aval bakarım, yarım limona üzülürüm, böyle varoluşsal bunaltılar yaşamama şaşırır, nihilisttim* lan ben niye varolmanın bunalımını yaşıyorum ki, yoksa kendimi tanımıyor muyum diye daha da bunalıma girerim, halıda yatarım, tavanı izlerim. izlerdim daha doğrusu.

    bekârlık sultanlıktır, yalnız yaşamak imparatorluktur temalı yaşamıma annem bayram ziyaretine geldi. içim daraldıkça evin içinde dolaşıyorum. "evin içinde niye manyak gibi dolaşıyorsun?" diyor. halıda falan oturuyorum, "yavrum mis gibi koltuk var kalksana yerden." diyor. en sonunda dışarı çıkıp hava almaya karar verdim. hava dışarıdan bedavaya alınabilen katma değerli bi'şey. ezkaza dışarıdan bi'şey lazım mı diyecek oldum ve evden elime tutuşturulan ince bi' dostoyevski romanı uzunluğundaki alışveriş listesiyle çıktım. yazarı annem. yakında tüm kitapçılarda rafları süsleyecek. neyse. benim varoluşsal bunaltılarım sonucu eve yeşil sebze girdi yıllar sonra. benim varoluşsal bunaltım en azından bi' işe yarıyor.

    şu sahte paraları anlamak için kullanılan mor ışığı üzerime tutsalar üzerimde 55 puntoyla "benim ne işim var bu hayatta" yazar vaziyette sokaklarda boş boş dolaşmak istiyordum. evin bayram kalabalığından uzaklaşır biraz da sokakların kalabalığına üzülürüm diye umuyordum. sonra da kendimi "aman en azından sokaktaki insanlar çevirip kaç para kazanıyorsun, ne zaman evleneceksin, ev almıyor musun ev al kendine bi' tane" diye insanı darlamıyorlar diye avutmayı düşünüyordum. ama cebimde sokaktaki varlığımın izin kâğıdı olan alışveriş listesi vardı, direkt markete gittim.

    markette ürünü tüketip ambalajı kasadan geçirmek isteyen bi' adamın sebep olduğu ufak çaplı krizin ortasına düştüm. adam hansel ve gretel'deki gibi yürüdüğü yollara kırıntılar bıraka bıraka gezmiş tüm marketi. yolunu kaybetmekten korktuysa demek. bi' de alamancı bi' aile vardı. türkçe bildiği hâlde konuşmayan bi' kadın yüzünden kasada sıra oldu. kasiyerin gözlerinde magmayı gördüm. bayram günü bu beyinsizlerle uğraşan market personeline bakınca hayattaki varlığımı sorgulayışım biraz olsun azaldı. sonrasında kasiyerin 25,90 lütfen lafına kafasını gömdüğü telefondan kaldırıp cevap vermesi 15 dakika süren bi' ergen yüzünden insanlığa olan inancım tazelendi. gelecek kuşaklar da en az bizim kadar mal oluyor, çok fazla kuşak çatışması yaşamayacağız diye sevindim.

    eve dönerken aldığım orduluk erzaklarla dolu poşetler parmaklarımdaki kan dolaşımını kesti, kangren olma tehlikesiyle hızlı hızlı yürürken varoluşumun sancısı tamamen geçti. teşekkürler anne. iyi ki varsın.

  • bim/a101 çalışanlarını kasiyer + hamal + kurye olarak çalıştırdığı için normal karşılamak gereken durum.

    peşin edit: zor geliyorsa çalışmasınlar değil, emekçilerin çalışma koşulları düzeltilsindir.

  • şirketi personel küçülmeye gidip çok sayıda çalışanı işten çıkaracağı için, önceden gitmek isteyenleri tazminatsız "ayıklama" maksatlı yapılmış çakallık çalışması.

    tam olarak aynı davranışı, pandemiden yıllar önce ibm ve yahoo şirketleri de yapmıştır. sonları da pek iyi olmamıştır. (ibm'in tüketici grubundan bahsediyorum)