hesabın var mı? giriş yap

  • açılın polis geldi :)
    günde 50 ila 150 arası gbt sorgusu yapan bir polis olarak kimi neden neye göre çevirdiğimizi anlatayım.
    sakal diyenler olmuş büyük oranda haklılar evet uzun bakımsız sakalı olanlari çeviriyoruz.
    çirkinler biraz genel bi tabir olmuş ama yine büyük oranda doğru, içinin pisliğinin yüze yansıması diye bi şey gerçekten var. ben hiç yakışıklı torbaciya denk gelmedim.
    yaş önemli bi kriter evet 20 30 yaş arası olanların asker kaçağı çıkma ihtimali yüksek bu yüzden sekmez çevrilir mutlaka
    ceplerinde, belinde veya herhangi bir yerinde kabarıklık olanı çevirmeyen polis silahını kimliğini bıraksın gitsin zaten.
    en önemli kriter benim için tas kafa dediğimiz saç traşına sahip tipler, bunlar 15 25 yaş arasindaysa büyük oranda hirsizliktan suç kaydı çıkar...

  • failili yazinca kendi hikayem aklima geldi.
    isteme olduğu gün tam bir faciaydi. hava yaklaşık bin derece, aylardan ağustos. önce eşim ve ailesi evi bulamadi. sonra onlar gelince kahveler yapıldı ve kahve taştı. ateist kayinpederim ve annem tartışti. kayınpederim isterken "allahın emri peygamberin kavli" demeyince, hacı olan annem "sizde allah kitap yok galiba" diyerek meselenin ortasina daldı ; kayinpederimse "genel olarak yoklar zaten" diyerek yangını körükledi. tam tartışma büyüyecekken eniştem "hadi yüzükleri takalim" dedi. yüzük takilacakken elektirik kesildi. mum ışığında yüzük takılırken o zaman ortaokulda olan yeğenim "noluyo amk bu ne kalabalik?" diyerek ter içinde eve daldı.
    sonra elektrik geldi, ikram yapilacakken pasta kuzenimin elinden yere düştü. aksilikler burda son buldu diyorduk ancak öyle olmadı. sıcaktan kayinvalidem koltukta uyuyakaldi. o gece başka bir facia olmadan sonlandi.

    nikah tarihi bulamadığımız için sabahın kör vakti nikah yaptik.*
    dolayısıyla en yakinlarimiz harici kimse yoktu. nikahtan hemen sonra eşimle kavga ettik.

    nasıl başlarsa öyle gidiyor evlilik. evren mesajlari gönderdi ama almadik demek.
    nişanlı olanlara duyurulur.

    edit: sanırım en çok mesaj gelen entryim bu, çoğunlukla sonucu ne oldu diyorsunuz: boşandık sevgili yazarlar.

  • süper lan. milli takıma 1 yıl önce elimizdekini verip şimdi milli takımdan geçen senekinin küçüğünü alıyoruz. nasreddin hocanın kazan hikayesi gibi. seneye kazan ölür biz de rahatlarız.

  • sevgilisinden çok köpeğini eve kitlemesini anlayamadım. köpeği bari sokağa salsaydın da belki yaşama şansı olurdu. köpek maması bitince koltukları mı kemirsin düşüncesiz hikmet?

  • kedi sahipleri icin not dusmek istiyorum buraya.

    bu deprem oldugunda hayatta kalmayi basarabilmissek, eve ulasabilmissek ve yikilmamissa, deprem sonrasi apayri bir hayatta kalma mucadelesi baslayacak. disarida yatip kalkmaya baslayabiliriz veya sehirden cikmaya calisabiliriz. o kaosu hayal edebiliyoruz muhakkak... kedilerimizi kendi hallerine birakacak degiliz ve o an iyice elimizin ayagimiza dolasmamasi icin kendimiz icin hazirladigimiz (umarim) deprem cantasinin benzerini onlar icin de hazirlamaliyiz.

    bu cantada neler olmali, aklima gelenler;
    -ufak, su koyulabilecek herhangi bir kap
    -kuru mama, konserve mama, su.
    -yolculuklarda kullanilan sedatiflerden
    -ilk yardim malzemeleri (batticon, oksijenli su, antibiyotikli pomad, sargi bezi, permatik, steril eldiven, cerrahi iplik -mesela 2/0 pga deri dikisi icin-, mumkunse ufak bi portegu, steril gazli bez, antibiyotik tablet -kediler icin uretilmis minik olanlari var-, agri kesici ^^^dikkat^^^ asla aspirin degil, asla. ya hic koymayin ya da kediler icin ozel agri kesiciler var bir klinikten alip onu koyun, vb.) eger kedimiz yaralandiysa pansuman yapmamiz gerekebilir. kapatilmasi gereken acik yarasi varsa dikisi kendiniz atmak zorunda kalabilirsiniz, bir veteriner hekime ne zaman ulasabileceginiz mechulken... bunu videolardan ogrenebilirsiniz, mecbur kalinca insan neler yapar.
    -asi karnesi. (karnenin yeri bu canta olsun hatta. her daim orada dursun)
    -gogus tasmasi.
    -bez canta veya buna benzer katlayinca az yer kaplayan ama kedinin sigabilecegi bir canta
    -kediyi sarmaya yetecek buyuklukte polar
    -en azindan birkac tane hasta alti bezi/pedi (gazete kagidi genisliginde, sivi emebilen, kafeslere seriliyken kliniklerde falan eger gorduyseniz, onlardan. kucuk irk kopek sahipleri de evdeki tuvalet alanina kullaniyorlar hatta)

    bircok evde kedi tasima kafesleri, boxlari cok yer kapladigi icin sokuluyor, kullanilacagi zaman monte ediliyor, kapisi kapanmiyor, idareten bir seyler uyduruluyor ya da elle kapatilarak klinige goturulup getiriliyor ama bu husus deprem gunu cinnet sebebi olabilir. bu kafes saglam ve mumkunse kediyi icine koymaya hazir sekilde durmali surekli.

    van depremini kedisiyle yasamis biri olarak bence gogus tasmasi ve gerekirse tasima boxini firlatip atip yola bez cantayla devam etmek icin hazirlikli olmak lazim. deprem oldugu andan memleketime donene kadar kedim hep kafesinde kalmisti. yaklasik 60 saat saniyorum. cunku gogusten gecen o tasmalardan bende yoktu ve kafesinden cikarmaya korkmustum kacar da yakalayamam diye. sonuc kendi cisinin uzerine yatmak zorunda kalan bir gariban. bu surenin uzadigini dusunun, uc gun, bes gun, on gun... o gogus tasmasi inanilmaz ise yarayacaktir.

    o hengamenin icinde kedinizi saklamak zorunda kalabilirsiniz. bu yuzden bez canta benzeri bir canta (veya kedi ve kucuk irk kopekler icin olan bez/kumas/polar her neyse o tarz tasima cantalari var) ve sedatif (sakinlestirici, dis macununa benzeyen, yolculuklarda kediyi sakinlestiren ama anestezi gibi derin uykuya sebep olmayan zimbirti) lazim dedim. bu benim basima gelmisti. sehir yikilmisken, geceyi bir elma bahcesinde gecirip guc bela ertesi gune bilet bulabilmisken, otobusume kedi almam diye direten bir embesile denk gelmistim. otobusun icine de degil halbuki. kafesindeki kediyi bagaja koyacakti. bu. bu kadar. adam bunu yapmadi. bi ton hir gur, sonunda bindik ama buna benzer bi sey yasayabilirsiniz. belki birinin ozel araci belki baska bi tasit, bilemiyorum artik, binmeniz gerekebilir. disarida veya bir cadirda, bir yerlerde ne halt edeceginizi dusunup otururken, ortam farkliligi, insan sesleri, belki cigliklari, belki artci depremler derken kedinin sakinlestirilmesi de gerekebilir.

    o gun icin hazirlikli olursak ne olursa ne yapacagimizi onceden dusunup kafamiza oturtabilirsek simdiden, o felaket gunu geldiginde kedimizle ilgili olan seyleri en azindan otomatik pilottaymisiz gibi tikir tikir halledebiliriz. cunku... daha once deprem yasayanlarin ongorulen felaketin sadece ufak bir provasini yasamis olanlarin malumudur ki o gun, o beklenen korkunc gun, aklimiza mukayyet olmamiz dahi cok zor olacak. hayattaysak...

    esimiz, cocugumuz, akrabalarimiz, arkadaslarimiz hayattalar mi bilemedigimiz ama hayatta kalmaya devam etmek icin cirpinirken bazi seyleri otomatige alabilmemiz gerekiyor.

    meksika'da olan deprem bu gece beni uyutmuyor. biz bir felaket yasayacagiz bu cok acik. lutfen yarin hem kendiniz icin hem varsa evcil hayvanlariniz icin bir canta hazirlayin. yumurta kapiya dayanmis durumda. lutfen o gunu beklemeyin. hemen bu isi halletmezseniz cok gec olacak. herkes kendinin ve sevdiklerinin caninin derdine dusmusken hic kimseden yardim alamayacagimiz cok karanlik en azindan bir haftamiz olacak. en iyimser senaryoda, yani bir sekilde sag kalabilmissek...

    son pismanlik neye yarar demis rahmetli. bazi seyleri cok dogru soylerdi... kulak vermek lazim.

  • yaklaşık 50 yıllık şalgamcı bir adamın (kendisi tarsus'ta bir efsanedir) torunu, yine yaklaşık 30 yıllık şalgamcı bir adamın oğlu olmamdan dolayı; sanırım tanımını en iyi benim yapabileceğim içecektir.

    doğar doğmaz elime kara havuç vermişler benim. fotoğrafım var. kara havuç dediğim, mor renkli bir havuçtur ve şalgama bordomsu rengini o verir. şalgam ismi ise; bir turp türünden gelir. irice bir turp türü olan şalgam turpu, aslında yemeğin yanında yenen turpa pek benzemez lezzet olarak. şekil olarak da pancara benzer. şalgam kurulurken (mayalanırken) havuçla birlikte biraz da şalgam turpu konulur "reyha" ve lezzet vermesi için. ki verir de.

    bulgurdan yapılmış unumsu bir şeyle mayalanır. asitli olmasının nedeni budur. içine pakmaya da karıştırılabilir.

    şalgam, en iyi tahta fıçıda olur. ayrı bir lezzeti olur ve daha keskin olur. fakat son yıllarda (nerden baksan 10 sene olmuştur gerçi) tahta fıçının sağlıksız olduğu gerekçesiyle devlet tarafından yasaklanılmış ve plastik fıçılara geçiş yapılmıştır. nasıl bir mantıkla böyle bir yasak getirilmiştir aklım almıyor. konuya neresinden bakarsam bakayım, plastik bir fıçının tahta bir fıçıdan daha sağlıklı olabileceği gibi bir savı aklım almıyor. umarım bu yasak bir an önce kalkar ve hem daha sağlıklı, hem de daha lezzetli şalgamlar içeriz.

    içine tül bir bez içinde çok az hardal karıştırılırsa mayalanırken, çok daha lezzetli olur. bu yolla yarışma kazanmışlığı vardır bizimkilerin. zaten o yarışmayı hardal koymadan da kazanmışlardı birçok kez. bir kereliğine de şov yapmak istemişler sanırım. yaptılar da.

    şalgamın içindeki havuca ise "tane" denir. taneli şalgam içmek makbuldür ama tane 4 mevsimde olmaz. sadece yılın belli zamanlarında güzel, lezzetli ve diridir. diğer aylarda ezik büzük olur.

    tüm bilinen kanıların aksine; yüzeyinde sigara külü çırpılmış gibi beyazlıklar bulunduran şalgam; şalgamın iyi mayalandığını gösterir. yani kaliteli olduğunu gösterir. kimi işbilmezler şalgamın bozuk olduğunu sanıp içmezler bu yüzden.

    şalgam soğuk tüketilmelidir. fakat iyi şalgamı ılık da içebilirsiniz. böylece lezzetini daha iyi anlayabilirsiniz. kalite kontrol testleri genelde soğuk şalgamla değil; soğutulmamış şalgamla yapılır. daha doğrusu yapılmalıdır.

    mayalanırken içine turp da konulmuşsa eğer; o turptan muhakkak yiyiniz.

    bir başka önemli mevzu ise; şalgamın acılı mı acısız mı içilmesi gerektiği. nasıl seviyorsanız öyle için. ama eğer acılı seviyorsanız; acının "süs biberinden" yapılmış olduğuna emin olun. kaliteli acının rengi turuncudur. eh hadi biraz sarıya kaçanları da makbuldür. fakat tamamen sarı olanlar süs biberinden yapılmamıştır. içmeyin. tamamen kırmızıya yakın veya çok koyu turuncu olanlar ise süs biberinden değil, pul biberlerden yapılmıştır. onları da içmeyin. gerçek şalgam acısı; kırmızılaşmış taze süs biberinden yapılmalıdır. yapımı oldukça meşakkatli ve zor olduğundan; daha çok pul biberinin kaynatılmasıyla yapılıyor. kolaya kaçıldığı gibi hem sağlıksız, hem de lezzetsiz oluyor. soğan doğramaktan şikayet edenlerin bir de şalgam acısı yapımına şahit olmalarını çok isterdim.

    bir kerede iki bardaktan fazla içmeyin. ishal olursunuz.

    çok önemli bir konu da, şalgam lekesinin geçmediğidir. evet, zor bir lekedir. fakat limon tuzu ile kolayca geçirebilirsiniz. bir miktar limon tuzunu suda eritin. o suyla şalgamın lekelediği bölgeyi iyice silin.

    eğer gerçek bir şalgamseverseniz, doğanay vs. gibi markaların yaptığı şalgam değil. gerçek şalgamı adana, tarsus bölgelerinde pek az yerden içebilirsiniz. şalgam yapmak çok kolaydır. bu yüzden birçok şalgam üreticisi peydah olmuştur. ama iyi şalgam yapmak inanılmaz zor bir iştir. tıpkı şarap yapımı gibi. dolayısıyla pek az kişi adını şalgamla özdeşleştirmiştir. şalgam, perakende olarak satılmamalıdır meyve suları gibi. çünkü yapısı gereği iyi şalgam yapıldığı birkaç gün içinde tüketilmelidir. ve plastik şişelerde saklanmamalıdır. raflarda yer alan markaların yaptığı tam olarak bu.

    şalgam yaparken, "tane" yerken parmaklarınız, dudaklarınız mor bir renk alır. bu mor rengi az önce bahsettiğim limon tuzu ile kolayca geçirebilirsiniz.

    ve ben evimden kilometrelerce uzakta, o mor rengi çok özledim.

    edit:

    (bkz: şalgamcı tacettin)

  • abd'de 1920-1933 arasinda yapilanini bugune kadar hep ceza kanunlariyla oldugunu zannederdim. megersem anayasaya yapilan ek maddelerle getirilmis ve goturulmus. abd anayasasinin 18nci ek maddesi ile getirilmis, 21nci ek maddesi ile ucurulmus. artik dinciler ve o gunun nrasi anti-saloon league nasil bir lobicilik yuruttulerse basarili olmuslar.

    tabi anayasa degisikligini degistirmek icin bir baska anayasa degisikligi gerektigi icin ucurulmasi da bu yolla olmus. buyuk buhran'in etkisi, zirve yapan mafyacilik ve suc orani, kacak alkolden kaynaklanan alkol zehirlenmeleri falan etkili olmus olmali.

  • aman allahım!'dan sonrasını okumadım. 0/10 rezillik

    edit: siyasal islamcı olduğunu anlamak için metni okumaya gerek yok. gündemi sarsan videoda malum ceo'nun yanındaki iki kişiyi merak edenler için bildiriyorum, biri bu olaya dahil olan şahıs ( merak eden baksın ), diğeri de sözlükte yazarmış, en azından attığı mesajdan anladığım o.

  • yeni otobüslerinde öndeki koltukla arada 1 metre boşluk bırakmışlar. önceden bacaklarımızı sığdırmanın tek yolu dizlerimizi burnumuza değdirmekti. şimdi kulaklığı tvye takmak için uzatma kablosu gerekli. öndeki adam koltuğunu 180 derece yatırınca artık dansöz gibi kucağınıza yatmıyor siz de alnına para yapıştıramıyorsunuz haliyle. çok rahat ve modern olmuş ama nedense laz bir müteahhit gibi ulen bu boşluklara 10 tane koltuk sığardı ne müsrif adamsın kamil demekten kendimi alamadım.

  • "van gölüne gitmişem, canavarı görmüşem, canavarı görünce lo, korkudan altıma etmişem"... işte kültür bu. saf, temiz, halkın içinden açan bir çiçek gibi... yıllar önce trabzonspor kafilesinin van deplasmanında karşılaştığı vanlı küçük bir evladımızın trabzonsporlu futbolculara söylediği, van gölü canavarıyla ilgili bir türküydü bu. televole'de izlemiştim. tüm trabzonsporlu oyuncular pek gülmüştü bu türküye. en çok gülen de ünal karaman'dı. kara boğa ünal, çocuğu "hay yaşa aslan parçası" diyerek öpüp tebrik etmişti. bu sevgi dalgası, tezahürat kültürümüzde pek görünmese de yine de bu açıdan yaratıcı insanlarız. peki ya abd'li yiğidolar? onlar da yaratıcı mı? açıkçası genelleme yapamam ama ponpon kızlar özelinde böyle bir yaratıcılığın olmadığını söyleyebilirim.

    yıllar yılı nice abd muvisinde, dizisinde gördüğüm bir takıntı türüdür ponpon kızların harfli tezahürat takıntısı. anladığım kadarıyla abd kolejlerinde okul takımlarını destekleyen amigo kızlar için harf istemenin yeri büyük. bunlar hem harf istiyor hem paso harf heceleyip milletten destek bekliyor. kendimizden örnek verelim:

    "şimdi bana bir e ver. şimdi de bir k ve bir ş. bir de i... ekşi-ekşi-ekşi huuuuuu"

    neyi huuuuu lan neyi huuuuuu? on bin yıl oldu hala tek tek harfleri hecelemekten başka tezahüratınız yok. yok "bana bir d ver, bir de yanına e koy, şimdi bir de t" bilmem ne derken insan kafayı yiyecek gibi oluyor. abd'li yiğidolar nasıl dayanıyor bu zulme anlamıyorum. hadi biz "şimdi bana bir o ver, yanına da bir r koy" falan derken "acaba ne çıkacak lan?" diye bekliyoruz. peki abd kolejlerinde okuyan canolar zaten bilmiyor mu o tek tek sayılan harflerin ne çıkacağını? kendi takımlarının ya da vilayetlerinin, memleketlerinin adı çıkacak işte... belli bir şey. "bana bir t vermeni isttiyorum. harika... ve şimdi sanırım bir de i vermelisin" falan derken seyircilerin "anladık lan anladık... ohio tigers işte" diyerek tepki vermelerini bekliyorum, ama vermiyorlar. vermiyorlar arkadaş inanılır gibi değil, vermiyorlar. abd kolejlerindeki bu tezahürat sorunu çözülmeden, orada okumam kardeşim. ha zaten liseyi falan bitireli beş bin yıl oldu, gitsem de almazlar muhtemelen ama olsun tepkimizi koyalım.