hesabın var mı? giriş yap

  • 2007 senesinde portal ortaya çıktıktan kısa süre sonra, "the cake is a lie" sözü internette hızla yayılmaya başladı. "gerçekleşmesi imkansız bir söz uğruna kandırılıyorsun" anlamında bir çok sosyal ağda kullanılmaya başladıktan kısa süre sonra, bir çok parodisi üretildi ve urbandictionary.com'da dönemin en çok referans verilen alıntılarından haline geldi. söz popülerlik anlamında tavan yaptığı sırada, kullanan insanların bir çoğunun portaldan haberi dahi yoktu.

    örnek kullanım:

    - annem eğer bu hafta tüm ev işini ben yaparsam haftasonu sizinle tatile gelmeme izin vereceğini söyledi!
    + the cake is a lie...
    - :/

    --- ağır portal spoiler ---

    portal adlı oyunda, bütün olayların gerçekleştiği fasiliteyi kontrol eden yapay zeka glados tarafından bir motivasyon aracı olarak devamlı "test sonrasında pasta olacağı" vaadi kullanılmaktadır. fakat oyunun ortalarına doğru, kendi bağlamı içerisinde "pasta yalandan ibaret" şeklinde çevrilebilecek olan "the cake is a lie" sözü, önceden orada bulunmuş bir denek tarafından duvarlara yazılmış olarak görülmeye başlar. gerçekten de, oyunun (kurgu bakımından) ilk bölümü sonlandığında, tüm olayların yalandan ibaret olduğu ve ana karakterin kaçış yolu bulmaması halinde yanarak öleceği ortaya çıkacaktır.

    edit: gerçi bir detay var ama onu bu entry'nin anlam bütünlüğü için özellikle atlıyorum.

    --- spoiler ---

  • küçükken maddi sıkıntılar sebebiyle evden dışarıya iş yapıp üç beş kuruş kazanırdık, bütün aile akşam yemeğinden sonra oturup harıl harıl malı yetiştirmeye çalışırdık, vidalar ve başka parçaları birbirine geçirip ucunu somunla sıkıştırıyorduk sonra onlar bitince boyuna göre kolilere yerleştiriyorduk, bir akşam mallar bitti, babam kolileri apartmanın girişine taşıyacak, babamın bacağından siyatik vardı o yıllar, canı çok yanıyordu, merdivenlerde kolinin biri altından patladı, bütün vidalar şangır şungur merdivenlere saçıldı, canım babacığım o yorgunluk, stres ve çocuklarının, eşinin yapmasını hiçte yapmasını istemediği bişeyin verdiği çaresizlik ve üzgünlükle merdivenlerde kahrolmuştu, o an dünyanın en mutsuz insanıydım, babamın bu kadar üzülmesi, yüzündeki çaresizlik beni kahretmişti. babam üzülmesin diye o an ağlamamıştım ama hıçkıra hıçkıra ağlamak istemiştim.

    o hallerin üstünden çokta uzun olmayan bir süre sonra babam kanserden vefat etti. şimdi çok şükür kendimize ait bir evimiz var, bu ay faturaları nasıl ödeyeceğiz diye strese girmiyoruz. akşamları yorgun argın işten gelip, bizi sevip, sarmalayan bir babamız yok, sonsuza kadar akşamları evde vida somunlayıp, 35 katlı bir apartmanda o kolileri ben taşısam keşke, gerçek garibanlık parasızlık mı babasızlık mı, elbette küçük bir çocuğun babasız kalması.

  • gözlerini kapatıp vazifesini yapabilenler için son derece kolay bir iştir; aksi halde sıkıntılıdır.

    "breaking bad gibi, lost gibi diziler yazdın da yapımcılar yok mu dediler"le kestirip atıyorsun ya sen; ben de sana diyorum ki sen bu ülkenin televizyonlarında işlerin nasıl yürüdüğünü hiç bilmiyorsun dostum. gerçekten en ufak bir fikrin yok.

    bugün türkiye'de senaryo yazarı olmak zor; çok zor. çünkü burada senin bahsettiğin müthiş hikayelerle zerre kadar ilgilenilmiyor. dünyanın en muhteşem hikayesini mi yazdın? nafile. kimsenin üzerine kalem oynatamayacağı kadar kusursuz bir dramatik yapı mı kurdun? nafile. çatışmanın kralını, daha evvel kimsenin akıl etmediğini mi yarattın? nafile. nafile. senin hayal ettiğin yapımcılar, böyle "faydasız" şeylerle ilgilenmiyorlar. ben sana neyle ilgilendiklerini anlatayım. bak, aşağıdaki ibretlik sözler, senin ve herkesin çok iyi tanıdığı bazı yazarlar, yapımcılar ve genel yayın yönetmenleri tarafından yüzüme karşı açıkça söylenmiş şeylerdir; dikkatli okumanı tavsiye ederim.

    "ilginç fikirler, yeni hikayeler bulmaya çalışmayın; zaten bulamazsınız. bütün diziler dördüncü bölümden sonra aynıdır çünkü; iyi bir kadın vardır, kötü bir kadın vardır, entrika vardır, aşk vardır, adam televizyon izler, kadın çay getirir falan. türk kadını bunu izler; ne yapsın kore savaşı'nı bilmem neyi?" - kendisine sunduğumuz dokuz farklı projeye burun kıvırıp bize "lale devri"ni örnek veriyor.

    "siz neden bu kadar kasıyorsunuz ki? tarihi şeyler, fantastik şeyler, gizem hikayeleri falan? türk izleyicisi salaktır; bunları ne anlar, ne seyreder. entrikayı görmediği zaman kanalı değiştiriverir. basit şeyler yazın, basit. aşk, entrika, para... nesi var bunların?" - kendisi, hayatı boyunca en fazla üç kitap okumuş bir adam ve türkiye'nin en zengin, en iyi yapımcılarından sayılıyor.

    "hikayeniz güzel ama çok para gerektiriyor. ben buna bu kadar para basacağıma iki evde, iki aileyle, üç kuruşa fıstık gibi dizi çekerim, millet de ayıla bayıla seyreder." - yukarıdaki zengin yapımcı.

    "tamam, hikayeniz iyi olabilir ama bakkal hüseyin'e sorsam onda da güzel hikayeler vardır. artık önemli olan hikaye değil arkadaşım; reyting yapar mı bu iş, sen onu söyle." - kendisi sizinle görüşmek için - o sırada hiçbir meşguliyeti olmadığı halde - sizi üç buçuk saat ayakta bekletmeyi marifet sayıyor.

    "biliyorsunuz ki önemli olan hikayeyi kimin yazdığı değil, kimin isminin bilindik olduğudur. bu yüzden jenerikte benim ismim yazacak. ama siz de hakkınız olan miktarı alacaksınız." - kendisi şu an hala, hikayesini ve karakterlerini ortağımla birlikte yazmış olduğumuz "x" isimli dizinin parasını yiyor.

    "y şirketi dışarıdan yazar almıyor. mesela ben o dizide yazıyorum ya, benim amcam da dizinin görüntü yönetmeni. aslen iktisat mezunuyum. üzgünüm, bu işler böyle." - kendisi, "y" isimli medya mafyasının dışarıdan yazar almadığını, kendi içinde bölünerek çoğaldığını anlatıyor.

    "siz tiyatro yazarları, dramatik yapıyı iyi biliyor olabilirsiniz ama önemli olan o değil ki? biz hayatın içinden insanlarla çalışmayı tercih ediyoruz; yazarlık eğitimi almış olması o kadar da önemli değil." - kendisi türkiye'nin en çok seyredilen üçüncü kanalının yayın yönetmenliğini yapıyor.

    "benim küçük muharririm, nasıl yazdığın önemli değil; kartımı al, istanbul'a geldiğinde beni ara, buluşalım. kitabını basmayan namussuzdur." - kendisi türkiye'nin en prestijli yayınevinin genel yayın yönetmenliğini yapıyor.

    "güzel yazıyorsunuz ama bence çok gergin tiplersiniz; hep çalışmaktan bahsediyorsunuz. ben çalışma ortamımın neşeli, esprili olmasını isterim. çıksak mesela ofisten, bir yerde iki bira içsek, ne güzel çalışırız." - kendisi, yalnızca işimizi yapmak istediğimizden bizi kovuyor ve dramatik yapısını oluşturduğumuz "x" isimli dizi halen devam ediyor.

    "sizi üç ay boyunca çalıştırdım ama kusura bakmayın. ben bu sezon daha başka projelerle ilgilenmeye karar verdim. ama yazdıklarınızı saklayın; bir gün mutlaka işinize yarar." - kendisi var gücüyle türkiye'nin toplumsal sorunlarına ve adaletsizlik temasına eğilirken adaletsizliğin kralını yapıyor.

    "şansınızı istanbul'da deneyin güzelim, üzgünüm." - kendisi izmir'de kadın hakları savunucusu olarak tanınıyor ve kendisinden yardım talep eden kadınlarca gönderilmiş mektupların yalnızca giriş cümlesini okuyup başından savıyor.

    hafızam iyidir; oturup sabaha kadar bu ve buna benzer diyaloglar yazabilirim. fakat gerek yok. bence sen beni anladın; bu iş zor, çok zor yonca. ben de başta senin gibi düşünür, senin gibi hayaller kurardım: sonuçta iyi bir hikayeye kim hayır diyebilir ki değil mi? ama bak, diyorlar. hem nasıl diyorlar. kimileri de evet deyip asıl kazığı ondan sonra sokuyorlar. işte o çok daha kötü oluyor. düşün ki sana aylar boyunca rüyanda bile göremeyeceğin bir geleceğin hayallerini kurdurup bir gece ansızın, bir mangal sofrasında karar değiştiriyorlar. sen elinde dosyalar, kafanın içinde hayallerle öylece, afedersin sik gibi ortada kalıyorsun. sonra sonra hayal kurmaman gerektiğini öğreniyorsun. ben öğrendim. sen de öğren; yazarak para kazanmak, hayal tacirlerinin kitap bilmeden kalem tuttukları bu ülkede zor iş yonca, çok zor iş.

  • acemiyken mersoya binilir mi yorumları tam oksimoron.
    asıl acemiyken mersoya binilir. şahin denen tekerli tabuta mı binsin adam?
    canının kıymeti olan kibar bir kardeşimizmiş. helal olsun.

  • kadının biri kocasını 3 erkekle aldatıyormuş.
    hergün kocası evden gidince 3 adam eve gelir ve kadınla yatarmış.
    kadın yine böyle bir günün sonunda adamlardan birisine demiş ki;

    - 'sen yarın gelirken bir tepsi dolma yaptırıp getir'; diğerine,
    - 'sen de bir büyük kap ayran getir.' demiş.
    diğer adam çok fakir olduğu icin ona,
    - 'sen de... boşver, sen hiç bir şey getirme demiş.

    ertesi gün gelmiş fakat kadın bugünün günlerden pazar olduğunu unutmuş, eteği tutuşmaya başlamış.
    - 'eyvaah' diyerek kocasının yanına gitmiş.
    - 'sen bugün kahveye filan gitmeyecek misin? ben evde temizlik yapacağım deyip kocasını zar zor da olsa evden yollamış.

    kocası gittiği gibi 3 adam da eve gelmiş kadın demiş ki;
    - 'siz hemen gidin. kocam buralarda!' tam bunu söylerken zil çalmış.
    kadın 'eyvah' demiş, 'geldi galiba!' adamları sağa sola saklamış ve kapıya bakmaya gitmiş.

    kocasını karşısında gorunce 'ne oldu?' diye sormuş adam da
    - 'yahu karnım cok acıktı. bana dolma yapsana, canım çok istedi' demiş.
    kadın - 'allah'ım bir tepsi dolma olsa da yesek!' demiş.
    elinde dolma tepsisi olan adam çıkıp yanlarına gelmiş. kadının kocası şaşırmış.

    - 'sen kimsin yahu?!' diye sormuş. adam sakin bir şekilde;
    - 'ben allah tarafından geliyorum. karınız dolma istedi.' demiş. ve hemen çıkıp gitmiş.
    kadının kocası olayın şokunu atlatamadan...

    - 'yaa tamam da..' demiş bu sefer koca,
    - 'bu ayransız gitmez. sen bari bi ayran yap 'kadın büyük bir sevinçle;
    - 'allah'ım bir damacana ayran olsa da içsek' demiş. ayranı getiren adam çıkıp gelmiş.

    kocası tabii çok şasırmış. - 'sen de kimsin?' demiş.
    adam da diğeri gibi,
    - 'ben allah tarafindan gönderildim. karınız ayran istedi' diyerek çıkmış gitmiş.
    kocası hayretler içinde, kendi kendine 'bizim karı ermiş mi oldu ki?' diye söylenmiş.

    kadınla kocası yemekleri yemişler ama 3.adam hâlâ saklanıyormuş.
    1 saat geçmiş, 2 saat geçmiş. 3 saat derken adam dayanamayıp çıkmış yerinden.

    kadının kocası bağırmış,
    - 'ulan sen de kimsin?!!'
    adam:-
    -'ben allah tarafindan geliyorum. boşları almaya geldim...

  • bazı konularda yön gösterici olmak güzeldir. mesela youtube da bu tarz konularda bi sürü nasıl telafuz ediliri gösteren videolar var.

    ancak siz yol göstermekten ziyade aşağılamaya kalkıyorsunuz. isteyen istediği gibi okur yav. çok bariz bi hata mı yapıyor? instagramı iştagröm falan diyorsa dalga geç ve düzelt o ayrı. instegram diye okunan adam hata yapsa da garip bir şey yapmıyor.

    kulağında nasıl geliyorsa onu söylüyor adam.

    geçen gün whatsapp ceosu jan koum ile yapılan bi söyleşiyi izledim. söyleşiyi yapan adam whatsep olarak telafuz ederken programı yaratan adam whatsap diyordu sürekli. programı yaratan adam olan jan koum bile kardeşim ne biçim telafuz ediyorsun hıyar, doğrusu whatsap demedi. yani.

    bu kadar kompleksli olmayın gençler. dünyada yabancı dil telafuzu üstüne birbirini bizim kadar aşağılayan bi toplum bence yok. kesinlikle yok. sizin yüzünüzden koca bi toplum ingilizce cahili olarak yetişti. insanlar konuşmaya korkuyor aman biri dalga geçicek diye. konuşamadıkça da ingilizce ogrenemiyorlar, köreliyor.

    abdde kaç sene yaşadım. çoğu kelimenin telafuzu mahalleden mahalleye bile değişiyor. takılmayın bu kadar.