hesabın var mı? giriş yap

  • amerika birleşik devletleri'ni anayasasından, ekonomik sistemine kadar derinden etkilemiş, iskoçya'nın 18. yüzyıldaki entelektüel kazanımlarını ifade eden süreçtir.

    17. yüzyılda dinerki, şarki ve cenubi avrupa memleketlerinde nasıl güçlüydü ise iskoçya'da da o kadar güçlüdür. blasfemi ciddi bir suçtur ve iskoçya parlamentosu'nda "act against blasphemy 1661" adlı bir yasa mevcuttur. blasfemi yasasının aldığı bir can ise thomas aikenhead'dir, aikenhead henüz 20 yaşında iken asılmıştır. neyse ki aikenhead, adada bu suçtan asılan son kişi olmuştur. zira iskoçya yeni bir süreci kucaklıyordur: iskoç aydınlanması.

    iskoç aydınlanmasının en iyi bilinen figürleri arasında david hume, james watt,
    francis hutcheson, adam smith, james clerk maxwell, kelvin gibi entelektüeller vardır. hareketin çok boyutlu yönü buradan anlaşılabilir. modern buhar makinesinin mucidi watt, elektromanyetizma teorisiyle öne çıkan maxwell, modern ekonominin babası adam smith, david hume gibi büyük bir filozof: hepsi iskoç aydınlanmasının birer parçasıdır.

    özellikle hume, felsefesi ile öyle büyük bir etki bırakacaktır ki utilitaryanizmin kurucusu bentham'ı ve mill gibi liberalizmin mühim bir öncüsünü, kant gibi dev bir düşünürü etkileyecek, adeta domino taşı etkisi ile kendisinden sonra gelecek pek çok yabancı aydınlanma figürlerine de tesir edecektir.

    iskoçya'daki aydınlanma hareketinin abd'yi etkilemesinde ise yapılan göçler ve benjamin franklin rol oynamıştır. zira franklin iskoç filozoflarıyla tanışmış ve yeni nesil amerikalıların britanya'da eğitim görmesine yardımcı olmuştur.

    dahası, federal cumhuriyet için plan, hume'un önerisi üzerine yazılmıştır. smith'in the wealth of nations'ı ile "ticaret ve özgürlük" tezi ortaya atılmış, böylece iskoç aydınlanması abd anayasasının yapımına ve amerikan ulus inşasına doğrudan sağlam bir zemin hazırlamıştır. (bkz)

    buna ek olarak, entelektüel seçkinlerin buluştuğu mason localarının iskoçya'daki aydınlanma dönemi ile paralel olarak sıra dışı bir gelişim gösterdiği görülebilir. iskoç riti mason ritleri arasında önemli bir yere sahiptir. ne var ki kitaplarında kendilerini eski bir monarklığın üyeleri gibi göstermek için kullanacakları düşünülen bazı uydurma hikayeler (kral ii. charles'ın mason olduğu uydurması gibi) akademiden tepki alacaktır.

    "iskoç aydınlanması neden bu kadar başarılı oldu?" sorusunun cevabı ise dini faktörler olabilir.

    protestanlar, katoliklere göre avantajlıdır. max weber'in die protestantische ethik und der geist des kapitalismus adlı eserini bilmeyen yoktur. buna ek olarak, protestanlarda okur yazarlık halk tabanının geneline cinsiyetten ve meslek grubundan bağımsız olarak daha erken yayılmıştır. bu da bir nevi iskoç aydınlanmasının hızına katalizör olmuştur.

  • şöyle görüntülere hazır olun.

    aranızdan yalaka ve kaypak olmayanların ''neden bu afgan polislerinin hepsi türban takıyor'' sorusunu sorduğunu biliyorum. özgür irade olsa gerek, yersek.

    afganistan'da bir zamanlar taliban varken burka denen şeyin giyilmesi zorunlu idi. şimdi soruyorum, dünya'da buna benzer pek çok örnek varken, türkiye'deki gelişmeler bazı kesimlerce nasıl hafife alınabiliyor? kendilerini kandırdıkları gibi bizi de kandırdıklarını mı sanıyorlar? yoksa kendilerini de mi kandırmıyorlar, zaten istedikleri bu mu? kaypak oldukları için mi böyleler?

    tabi bir de ''türkiye'de türban zorunlu değil ki, sadece önündeki yasaklar kaldırılıyor'' diyecek olan sözde hümanist soysuz köpekler var. kendi de çok iyi biliyor aslında, insanların baskı ve zorlamalarla kapatıldığından, küçücük çocukların kapatılmasına ve okula bu şekilde gitmesine göz yumulduğundan, bir ülkenin böyle yavaş yavaş sinsice dönüştürüldüğünden haberdar.

    kadınlara hayvan muamelesi yapan ve buradaki yalaka, kaypak ve soysuz köpeklerin gıpta ile baktığı ülkeler, mesela malezya'da 2009 yılında dini ne olursa olsun tüm kadın polislere türban takma zorunluluğu getirilmiş. bana aynı şeyin 2019 veya 2029 yılında ülkemde de olmayacağının garantisini kim veriyor?

    dindar nesil yetiştirmek adına yasalara aykırı olduğu için merdiven altı yurtlar açıp çocuklara denetimsiz ortamda rahatça tecavüz edilebilecek ortamlar yaratan ensar vakfı'nın böyle reklamlar vermesi sizleri bir gram dahi endişelendirmiyor mu?

    cevap verebilecek olan varsa, beklerim.

  • ahmet nur çebi'ye en büyük tepkiyi zaten beşiktaş taraftarları koydu. şu an bu konuların konuşulması gerçekten utanç verici. rica ediyorum başkanın yakınlarındaki kişiler biraz sustursun başkanı. ekstra puan verilecekse de verilir, şu an zamanı değil bunların.

  • evlenmekten değil, türk aile yapısından ve geleneklerden korkan kadındır. sonuç olarak korkmakta haklı kadındır.

  • yıllar evvelinden kalma bir kırgınlığım var kendisine. ooze rock bar'da konserine gittiydik, ben bir ara yakından göreyim, detayları hafızaya alayım diye sahne yanına çıkmıştım, şarkının ortasında yakınlarıma geldi, milletle şakalaştı, öpüştü falan, ben biraz gerideyim, sonra beni gördü, elindeki ufak su şişesiyle, su fırlattı yüzüme. herkese öpücük ver, "çaak" yap, bana su dök. ağzımdan akan salyalardan mı rahatsız oldu ne?, ben anlayamadım. su iyi geldiydi ama, bir ara hararet yaptıydım, aldı onu.

  • 98 yılının sıcak bir yaz günüydü. en yakın dostum can'la oturmuş kimin misketinin daha güçlü olduğunu tartışıyorduk. neden sonra büyüyünce astronot olmak istediğimi söyledim ona. güldü o neymiş yaa diyerek. astronotların ayda 100 lira kazandığını söyleyerek mat ettim onu. bu özgüvenle sordum; sen ne olmak istiyosun peki? düşünmeden cevap verdi; "yazar, gelmiş geçmiş en meşhur yazar olacağım ben". dalga geçtim adını yazmayı 1 sene önce öğrenen çocukla. gitmem lazım dedi saatini gösterip "git bakalım pipimin yazarı" diyerek vedalaştım onunla 9 yaşındaki bir çocuk olmanın verdiği salaklıkla. gitti ben de eve gittim. akşam annem ekmek almaya yolladığında aşağı caddede garip ışıklar olduğunu farkettim. merak ve çocukluğun verdiği heyecanla koşarak gittim oraya. arkadaşım dediğim ilk insanın cansız bedenini göreceğimi bilseydim gitmezdim belki de. babasının arabasını kaçıran 16-17 yaşlarındaki bir ergenin cahilliğinin, salaklığının kurbanı olmuştu can. koşarak eve dönüp uzun süre ağladım. okula gitmediğim bir kaç gün boyunca ona söylediğim son sözler için pişmanlık hissettim. o çok istediği misketimi ona vermediğim için kendimden nefret ettim. ama sonra kendime bir söz verdim onun son sözlerini düşünüp. büyüdüğümde onun hayallerini de gerçekleştirecektim çok meşhur bir yazar olarak.

    büyüdüğümde anladım yazar olmak o kadar kolay değildi. zahmet, zaman, emek ve para istiyordu. bütün bunları bulsanız bile yazar olma garantiniz yoktu. sonra üyelerine yazar ünvanı veren bir siteyle tanıştım arama motoru vasıtasıyla. kayıt oldum hemen. takma isim kısmına can yazdım zaten böyle bir yazar olduğunu söyledi site bana. can2, can1989 gibi takma isimlerin onun anısına saygısızlık olacağını düşündüm. tam umudumu kaybedip ad soyad kombinasyonunu takma ismim olarak seçecekken bulmuştum kod adımı. iyi çocuktu arkadaşım dediğim ilk insandı can, cansız bedenini son kez gördüğümde üzerinde owen forması vardı.

  • hazırlık sınıfı ingilizce dersinde aynen yaşanmıştır.
    sınıfta uğultulu bir ortam vardır. hoca, yanındakiyle konuşan ve dersten bihaber olan arkadaşı kızgın bir şekilde kaldırarak başlar sormaya

    + bla bla blaa... good idea or not ?

    - ..... ? ? ?

    + ( hoca daha bi' sinirle tekrar sorar parçayla ilgili sorusunu ) bla bla bla... ok or not ?

    - ...? ... ?

    + ( hoca dişlerini sıkarak ve tane tane ) okey ... or ... not ... ??

    - (ve arkadaş bir cevap vermesinin zorunluluğunu dibine kadar hissederek o tarihi cevabı verir ) or.