hesabın var mı? giriş yap

  • mevlana'nın batıni yönünü tamamlayan can dostu. bir anlamda hocası da diyebiliriz. aralarındaki sevgi-aşk ilişkisini anlatmaya sözcükler yetmez. aşağıdaki anekdot fikir verir sanırım:

    şems birgün kaybolmuş ortadan.
    mevlana "şems" deyu deyu ağlar olmuş.
    birgün uzun yoldan bir adam gelmiş.
    "şemsi gördüm, şems'ten haberlerim var" demiş.
    adam mevlana'nın huzuruna çıkmış
    ve anlatmaya başlamış
    ipe sapa gelmez tutarsız şeylermiş ama anlattıkları.
    mevlana çıkartıp hırkasını vermiş adama
    "anlamadın mı adam yalan konuşuyordu" demiş yanındakiler
    niye hırkasını verdiğini merak ederek.
    "ben" demiş
    "yalan haberine hırkamı verdim"
    "doğru olsaydı anlattıkları canımı verirdim"

    bu durumda lafı kesmek düşüyor bana.

  • hep yanmdaymışsın , şimdi konuşacakmışsın gibi bir halde dolaşıyorum evi.sonra ,youtube'dan "gözlerin hayran bakarmış görmeyip ısrarımı" şarkısını buluyorum.birlikte söylüyoruz. sen sanki, yine detone oldun diyorsun. kulaklarım artık iyi işitmiyor diye cevaplıyorum içimden...

    bir çay demlesem diyorum. iyi olur diyorsun. soğutuyorsun çayı. dalmış gitmişiz ...

    birlikte 49 yıl yaşamanın ardından göçüp gitmişsin bu dünyadan,ama hep evdesin ,adını söylesem hemen cevaplıyacakmışsın gibi...

    tahassür budur işte.

  • jack: i love you rose.
    rose: ...
    jack: rose.. please talk to me..
    rose: suskunluğum asaletimdendir, her lafa verecek cevabım var, ama bir lafa bakarım laf mı diye
    bir de söyleyene bakarim adam mi diye!!!

    ve akabinde jack donakalır.

  • ben fenerliyim bu saatten sonra takımımı değiştirmem, ama çocuğum olursa beşiktaşlı olması için elimden geleni yapacağım, geziparkı direnişinizi de anlatacağım.

    teşekkürler çarşı!

    tanım: çok güzel bir taraftar grubu.

  • kenan sofuoğlu'nun ağır saçmalamasıdır. adam seni tanısa bile gerçekten sen olduğundan nasıl emin olacak. buluşacağınız yerde adama bir şey yapacak bir manyak olmadığın ne belli. zaten çalhanoğlu'na geçmişte silah çekildi,adam feleğini şaşırdı. elbette şüpheyle yaklaşacak.

  • hakem dayak yedikten sonra sahadan ayrılmaya çalışırken , sevinç içinde hakem aleyhinde bağırmaya devam eden, yabancı madde atan, başkanın hastane çıkışında büyük başkan llölololo diye tezahürat yapan insanlara serseri demeleri gerçekten üzücü olmuş.

    halil umut meler, tff ve mhk hep birlikte çıkıp a.gücü camiasından özür dilemeli bence.

  • salaş, uyumsuz, derme çatma, eğreti duran demektir ve genelde böyle mekanlarda yediği yemeklerin daha lezzetli olduğunu söyler insanlar. jonah lehrer'in, proust was a neuroscientist kitabından öğrendiklerimi alıntı olarak aktarıyorum.

    bunun kaynağı, dana eti suyunu bulan auguste escoffier'e kadar uzanıyor. escoffier diğer aşçıların çöpe attığı tendon, sığırkuyruğu parçalarını, kereviz sapını ve soğanın uç kısımlarını yüksek ateşte pişirir ve jelatin şeklinde et suyu elde edermiş ve her yemeğinde kullanırmış bunu.

    escoffier'in başarısının sırrı deglaze etmektir. işlem şu şekilde: bir et parçası çok yüksek ateşte pişirilir - kızgın tavada pişirilmiş hoş bir yabanördeği derisi, aminoasitlerin çapraz bağlanması ve karamelizasyonu için - ve sonra bir sıvı (örneğin zengin dana eti suyu) eklenir. sıvı buharlaştıkça tavanın dibinde yapışan yanmış protein parçacıklarını* yumuşatır. deglaze etmek bulaşıkçıların da işini kolaylaştırır.

    peki doğallığı alınmış proteini (et ve kemikler escoffier tarzında pişirildiğinde olan budur) bu denli anlatılamaz derecede leziz kılan nedir? cevabı, japonca'da leziz anlamına gelen umami'dedir. biftekten soya sosuna kadar yediğimiz her şeyde umami tadı vardır. et suyunu kirli sudan daha fazlası yapan da, deglaze işlemini fransız aşçılığının ayrılmaz bir parçası kılan da umamidir. tam olarak ifade etmek gerekirse, umami, yaşamın oluşumunda baskın aminoasit olan l-glutamat tadıdır (c5h9no4). l-glutamat yaşam biçimlerinden proteoliz (ölüm, çürüme ve yemek pişirme sürecini tanımlayan terim) yoluyla çıkartılır. benzer şekilde japon kimyacı kikunae ikeda, kurutulmuş bir suyosunu biçimi olan kombudan yapılan klasik bir et suyuna çorba olan daşiyi leziz yapanın ne olduğunu sorgulamıştır. sonunda da daşi ve dana eti suyunda ortak olan gizli malzemeyi, yani l-glutamat'ın öncülü olan glutamik asiti bulmuştur. zamanla diğer öncüler de kendi yerel mutfaklarını araştırdıklarında l-glutamatlarını buldular.

    dolayısıyla lezzetin özü olan bu keşif, salaş mekanlardaki yiyeceklerin daha lezzetli olmasında rol oynuyor olabilir. bir tavada birçok kere pişirme yapıldığında, sanıldığı gibi lezzetsiz bir durum çıkmıyor ortaya. hatta fransız mutfağını önemli bir noktaya taşıyan tam olarak bu salaşlık. bu yüzden dede, elinin lezzeti, ne bileyim günümüzde klasikleşmiş pişirme yöntemleri, lezzeti arayanlar için haklı birer gerekçe gibi duruyor.

  • evrimsel olarak tüm canlılar, hayatta kalmalarına yardımcı olan içgüdüler geliştirir; yiyecek bulmak, hastalıklar ve tehlikeler karşısında pozisyon almak, birlik olmak duygusu gibi. tüm bunlar insanın doğrudan güç istenci ile ilişkilendirilir. çünkü sosyalliği dayatan bir ortamda yalnız kalmak, hayatı tehlikeye atmaktır ve dolayısıyla yalnız olma durumu hayatî olarak korkuya neden olur. yalnız kalmaktan korkan bireyler, bir arada kalmak, daha iyi yaşamak ve daha fazla çoğalmakta öylesine başarılı olurlar ki, var olan en karmaşık sosyal sisteme sahip ve dünyanın coğrafi olarak en yaygın türü olan biz insanlar, toplu olarak bir arada yaşamı keşfetmiş oluruz, ki zaten temelde yalnızlık korkusu dna'mızda yazılıdır.

    insanların bir gruba ait olma, grup tarafından kabullenilme gibi önlenemez ihtiyaçları vardır, çünkü bir grubun parçası olmak hayatla başa çıkabilmenin bir yoludur. yalnızlık, sessiz ve karanlıktır bu yüzden tek olma duygusu ölümü çağrıştırır. araştırmalar, yalnız kalma korkusunun kökeninin bebeklik dönemine uzandığını, tüm bebeklerin ana rahminden kopuş esnasında bir tür anksiyete yaşadıklarını, zirve noktasının ise 8 ile 11. ay arasında gerçekleştiğini lakin anne ile kurulan yeni bağ sayesinde bu kaygının kendiliğinde kaybolduğunu söylüyor. bu bakış açısıyla evrimsel noktaya döndüğümüzde sosyal toplumun bir parçası olmanın itici gücü psikanalitik olarak açıkça görülüyor.

    yalnızlığın kendi içinde türleri vardır. tercih sebebi olmayan yalnızlık duygusu ağırdır. yalnız olmanın içgüdüsel kaygısı şiddetlidir ve diğer endişeleri de besler; belki insanlar tarafından yanlış anlaşılmış, kendisini yeterince ifade edememiş bir birey için sosyalleşmek, dünyadaki yerini kanıtlamak, amacını ve hayatının anlamını bulmakla eşdeğerdir. bu açıdan bakıldığında kişinin zorunlu tecriti, var olmamışlık hissini yaratabilir. garip görünse de, sosyalleşmek beyinde bir tür tehlike ile asimile edilir ve tehlikeden kaçınmak insan içgüdüsünün ve hayatta kalmanın bir parçasıdır.

    tercih sebebi olan yalnızlık türlerinden biri de arthur schopenhauer’un dile getirdiği, üstün zekâya sahip insanların ideal hâlinin yalnızlık, yani sosyallikten bireyselliğe yükseldiği türdür. başkalarının ne düşündüğü, nasıl yaşadığı umursanmayan bu yalnızlık türünde kişi narsisistik yönde bir gelişim gösterebildiği gibi aynı yolda yalnızlıkla bilgiyi pekiştirir, kendisi ile temasa geçer ve yaratıcılığının gelişmesine izin verir; ister sanatsal ister herhangi bir alanda; kişinin evren ile alışverişin temelinde yalnızlık keskin ve nettir.

    diğer bir yalnızlık çeşidi de, ara ara kişinin dünya ile temasını kesme isteğidir. yıllar önce okuduğum bir kitapta, bir zen ustasının doğayı ve dolayısıyla kendisini daha iyi algılamak adına haftanın bir gününü, hiçbir şey yapmama günü olarak belirleyip, o gün, dünya ile tüm bağlantısını keserek kendini disipline ettiğinden bahsediyordu. sanırım herkes meşgul olmaya o kadar alıştı ki yalnızlıkla zenginleşebileceğimizi unuttuk. zira schopenhauer’a göre arkadaş bulmanın temel nedeni de can sıkıntısından kurtulmaktır. ironik. (:

    yine tercihe bağlı olmayan diğer bir yalnızlık türü vardır ki toplumla duygusal bağ kuramamış olmak en bilinen nedenlerindendir. altında psikolojik etmenler yatar. yalnız kalmak sorun olabildiği gibi, toplumla bir arada zaman geçirmek de imkânsızdır. yalnızlığı sevmemek, diğer türlüsünü de becerememek... bana göre en acıtıcı yalnızlık türü bu; toplum tarafından yabani görülme riski, kendini bütünden zorunlu olarak ayırmak... bu bir seçim değil. kökeni, kişi için travmatik bir olay.

    sonuç olarak yalnızlık sessizdir, sizi yargılamaz ve yaşamı bir dış seyirci olarak görmenizi sağlar. yalnızlık sizi memnun edebilir çünkü sizi başkalarına karşı korur; sizi "insanlardan" gelebilecek her türlü kötülükten ve eleştirilerden kurtarır ve dünyanızı özel bir yer hâline getirir. yalnız kalmak istemek bir sorun değildir. aksine çok az insanın keşfetmeyi başardığı bir hazinedir. yalnızlığı seviyorsanız, özelsiniz.

  • sonra müfredattan evrimi kaldırıyorlar.

    var oğlum işte evrim, müfredattan kaldırsanız yüreklerden kaldıramazsınız.göz bu göz!

  • ister şov olsun ister gerçek, kızı öldürülmüş bir babadan aklıselim içinde davranmasının kesin bir koşul olarak beklenmesi, öyle davran(a)madığı zaman da "yetti be, şaşırtıcı, şovmen, sinirli, alkolik" diye eleştirilmesi gerçekten garip.

    yahu bir insan çıldıramaz mı, deliremez mi? sözkonusu neden yeteri kadar büyük değil mi sizce...?

    inşallah sizin dediğiniz gibi şovdur da zavallı adam o derece acı içinde değildir.