hesabın var mı? giriş yap

  • buzdolabinin göründügü kadar agir olmadigi, camasir makinasinin ise on kaplan gücünde oldugu...seklinde uzayip giden bir listedir bu gercekler.

    ama uzun süredir oturulan bir ev ise bu, ne kadar çok anınız oldugu daha hüzünlü bir gerçektir.

  • hasan: peki merve'nin doğu'yu etkilemiş olma ihtimali var mı?
    hilmicem: (kendinden emin ve duraksamadan) yüzde 85.

    yüzde 85 ne olum? 90 de, 100 de, 50 de. konda sanki herif.

  • çocuklara içirmek ya da yemeklerde kullanmak için kemik suyunu nasıl hazırlarız?

    çorbalarda ve yemeklerde kullanılan kemik suyuna profesyonel mutfaklarda stock ya da fond denir. bu stock yada fondlar kahverengi ve beyaz olmak üzere ikiye ayrılır ama bunlara ileride değiniriz. benim şimdilik amacım kemik suyu konusunda mesaj atan suserların gönüllerini hoş etmek.

    türkiye'de kemik suyu denildiğinde herkesin bu alanda en çabuk ulaştığı ürün tavuk suyudur. biz geleneksel olarak bütün tavuğu büyük bir tencerenin içerisine koyar ve kaynatırız. eğer keyfimiz yerindeyse bu suyun içerisine soğan, havuç ya da tane karabiber de atarız. bu yanlış işlemle de dost meclisinde övünürüz. oysa yaptığımız tek şey tavuğun tüm lezzetini suya geçirmekten başka bir şey değildir. burada asıl amaç tavuğu yerken suyundan faydalanmaktır ama tam ters olur. tavuk lezzetini suya verir ve geriye 3 kiloluk tatsız ve lezzetsiz posası kalır.

    kanatlı hayvanlarda çok fazla seçeneğimiz olmadığı için tavuğu açmamız gerekli (etini kemiklerinden ayırma) büyükbaş hayvanlarda da kaval kemiklerini kasabımıza 10 cm aralıklarla kestirdiğimizde bu işlem tamamdır. kestirdiğimiz kaval kemiklerinin iç kısmındaki ilikleri görmemiz gerekir.

    şimdi kemiklerimizi temin ettik. hemen bu kemikleri safralarından ayırmak için bir tavada çevirmemiz gerektiğini söylerler ama hiç benlik değil. kemikleri alırım ve fırında 220 derecenin gözüne vururum. tavada iliklerin yalnızca tava gören tarafı yumuşarken fırında kemiklerin tamamı ısındığı için iç kısmındaki iliklerin kemiğe tutunması zorlaşıyor ve daha çabuk bir şekilde kendini suya bırakıyor ama tabi bu benim umurumda değil. zahmetsiz olduğu için son cümleyi uydurmuş olabilirim. =)))

    şimdi burada mirepoix dediğimiz sebzeleri tenceremizde çeviriyoruz. mirepoix birer ölçü havuç ve kerevize iki ölçü soğan içerir . fransızlar buna kurutulmuş et yada sıkıştırılmış et (jambon) eklediklerinde matignon ismini verirler. bunu duyan italyanlar da altta kalmamışlar ve bu karışıma sarımsak ekleyerek soffritto demişler. entrymizin bu bölümünde entellerin gönlünü hoş ettiğimize göre reçetemize dönelim.

    bir ölçü kereviz ve havuç, iki ölçü soğanımızı (ölçü konusunda anlaşmıştık ama inat edenler için gelsin: bir kamyon havuç ve kereviz, iki kamyon soğan) tencerede kavurduktan sonra kemiklerimizi bu tencereye ekliyoruz. iki kilo kemiğe 4 litre su ve yarım kg mirepoix sebzemiz kemik suyumuzun temel ölçüsüdür. yazın bir kenara.

    kemik suyumuz böyle kabarcıklar çıkarmaya ve kaynamaya başladığını hissettiğimiz anda hemen altını kısıyoruz. suyumuzun berrak olması için burası çok önemli. bundan sonra kapağı hafif aralıklı şekilde kısık ateşte tıngırdatıyoruz. bu tıngırdatma işleme simmering denir. (tabii canım sen ne sandın) kemik suyunun berrak olması çok önemli demiş miydim? türk milleti olarak önümüzde pişen bir şey gördüğümüzde rahat durmadığımız için tencerenin başına biz gözcü yerleştirmenizi öneririm. bu gözcü kemik suyumuzun üzerinde toplanan köpükleri alırken mutfağa ani giriş yapıp "ne pişiyor burada?" diye meraklanan aile üyelerini de engellemelidir zira kemik suyu asla ama asla karıştırılmaz.

    tıngırdatma işlemi eski ustaların deyimi ile su yarı yarıya ininceye kadar sürer. daha sonra kemik suyumuzu önce süzgeçten, sonra tülbentten geçirmemiz gerekli. içerisinde kemik parçaları olabilir ve çocuklara içirdiğinizde boğazlarını tahriş edebilir.

    bu kemik suyunu soğuttuktan sonra buz poşetlerinde dondurarak bütün bir sene kullanabilirsiniz. her pişirdiğiniz yemeğe ya da çorba içerisine iki adet buz kalıbı olarak attığınızda hem lezzet, hem de çocukların gelişimi için önemlidir. eritip pilavlarda da kullanabilirsiniz.

    artık kemik suyu hazırlamasını biliyorsunuz.

  • hasta:bitti mi?
    ameliyata giren ve ayıldıktan sonra bir sorun olup olmadıgını anlamak icin basınızda bekleyen doktorlar: evet bitti.
    hasta: saat kac? (ameliyata girmeden önce ameliyatın 11 gibi bitecegini hesaplamıstır)
    d: 10.30
    h: yalan söylüyorsunuz bitmemis daha

    (evet ben yaptım)

  • zırtlan ete gelmiş*, avurtları çökük halinden eser kalmamış*. tv'ye çıkacak diye traş da olmuş ha benim zırtlanıma. ya kesin yarışmamıştır mk artizi diye düşünürken programa misafir olarak gittiği söyleniyor, yine arazi reis. hasan can kaya'nın 40 milyona ev aldığı yerde bu adamı mercekle arıyoruz. adam millete küfrede küfrede ev yaptırdı kendine*, senin tespitlerinle beylikdüzü satın alınırdı aah ah*
    .. dön şu ramadan'da dualarımız kabul olsun artık*..

    debedit: referans karikatürler eklendi :m

  • içinde un ve şeker olan her şeyi hayatımdan fırlatıp attıktan sonra elde ettiğim başarıdır.

    bu kararımın öncesinde, bitmek tükenmek bilmeyen bir kilo mücadelem ve bu mücadeleme rağmen kurtulamadığım bir göbeğim vardı.

    göbek derken, normal bir göbekten değil, belimin etrafını 360 derece sarmış olan bir otomobil lastiğinden bahsediyorum..

    ve bu hiçbir işe yaramayan kilo mücadelemde sabahları, yulaf ezmesi ile süt veya 3 haşlanmış yumurta ile iki dilim kepekli ekmek yiyordum..

    öğlenleri, ev yemeği türünden bir yemek ya da etli veya tavuklu bir salata ile iki dilim kepek ekmeği yiyordum..

    akşamları ise yine öğlen yemeğindeki gibi bir yemek ve yine iki dilim epek ekmeği yiyordum fakat, kendimi sürekli aç hissediyordum.

    dolayısıyla, bir taraftan bu yemek düzeni ile zayıflama savaşı verirken, diğer taraftan da sürekli birşey yeme isteğime hakim olmaya çalışıyordum ama çoğunlukla olamıyordum.

    düşünün, sabah sekizde üç haşlanmış yumurta ile iki dilim kepek ekmeği yemişsin, saat 11.00 olduğunda tsunami gibi bir açlık hissi geliyor üstüne üstüne ve sonra, öğleni zor ederek saat 12.00 gibi öğle yemeğini yiyorsun ama bu defa da yemek sonrasında feci bir tatlı isteği başlıyor..

    direniyorsun, yemiyorsun, ama sonunda yiyorsun.

    yemekle de bitmiyordu yaşadığım sıkıntılar çünkü, her yemekten sonra üzerime çöken uyku isteği yüzünden, yaşayan bir ölü gibi hissediyordum kendimi.

    sonunda öyle bir hale geliyor ki insan, yemişim diyetini diyor ve sabahları poğaça, açma, börek, öğlen ve akşamları ise doyana kadar yemek devri başlıyor.

    yedikçe şişiyorsun, şiştikçe yiyorsun ve her gün biraz daha çirkinleştiğini gördüğün halde, hiçbir şey yapamıyorsun.

    tam olarak böyle bir durumdayken, sordum kendi kendime, beni en çok krize sokan şeyler ne diye..

    bu sorunun cevabını, yıllardır biliyordum aslında ama, cevap işime gelmediği için, sormuyordum kendi kendime.

    sonunda sordum ve cevabı da kabul ettim.

    sorunun cevabı, şeker ve undu.

    bu iki beladan kurtulamazsam, bedenimi sarmış olan yağlardan kurtulmanın hiçbir yolu yok dedim kendi kendime çünkü, her ikisinin içine neler ekleniyorsa, uyuşturucu gibi müptelası olmuştum, şeklerli ve unlu olan her şeyin.

    bu kararımın sonrasında, yemek düzenimi sil baştan değiştirdim.

    sabahları iki büyük kapya biberi dilim dilim kesiyorum, bunun içine de 4 adet küçük salatalık doğruyorum ve bunlarla birlikte, iki dilim beyaz peynir yiyorum,
    üstelik en sevdiğim türü olan yağlı ezine türünden.

    tabii ki, ekmeksiz olarak.

    veya, tereyağı ile 3 yumurtalı bir omlet yapıyorum ve mevsim yeşillikleri eşliğinde yiyorum, baş düşmanım olarak kabul ettiğim ekmeği, aklıma bile getirmeden.

    öğlenleri ise et, balık, tavuk veya hindi yiyorum, yanında domatessiz (hormonlu ve şeklerli olması nedeniyle) zeytinyağı, limonu, sirkesi, maydanozu bol olan bir yeşil salata ile, yine ekmeksiz olarak.

    akşamları da yine, öğlen menümdeki seçeneklerden birini tercih ediyorum, ekmeği hiç düşünmeden.

    sonuç ?

    öğün aralarında yaşadığım acıkma krizleri bitti, acıkma krizlerinin arkasından gelen tatlı krizleri gitti, tatlı yedikten sonra gelen uyku isteği, göz kapaklarımı terk etti.

    çünkü, unlu ürünler şeker isteğini, şekerli ürünler acıkma isteğini, bu ikisi de uyku isteğini tetikliyor.

    dolayısıyla, un ve şeker adlı endüstriyel zehirlerden kurtulduğunuzda, bedeniniz de sağlıksız, çirkin görüntüsünden kurtuluyor.

    ve bu kurtuluşla birlikte, bir türlü veremediğiniz kilolar gidiyor çünkü, bedeniniz kendisi için gerekli olan besinleri aldığında, başka birşey istemiyor, sizi deli etmiyor.

    sonrasında ise, başlıyor bedeninizdeki yağlar yanmaya..

    bir bakıyorsunuz, 55 günde 117 kilodan 97 kiloya düşmüşsünüz..

    üstelik, spor yapmadan, günlük hayatınıza aynen devam ederek..

    şimdiki hedefim, 85 kiloya inmek ve o kiloda kalmak.

    önce 90 kiloya ineceğim ve sonra spora giderek, son 5 kiloyu da spor eşliğinde vereceğim.

    sonrasında ise, un ve şeker adlı iki hayat düşmanını bir daha aklıma bile getirmeyeceğim çünkü, bu ikisinin var olduğu bedenlerde, sağlık ve güzellik olmaz, olsa da kalıcı olmaz, olmuyor.

    yaşadım, biliyorum.

    olmuyor, olmaz, olamaz.

    edit :

    bu entry tarihinden 21 gün sonrası (bugün) itibarıyla, 85 kiloya inebilme hedefime adım adım ilerliyorum.

    ve bu süreçte, şaşırtıcı olaylar olmaya devam ediyor.

    mesela, on beş dakika yürüsem basınçtan patlayacakmış hissi veren ayaklarım halen aynı ama yürüdüğüm mesafeler aynı değil.

    aynı değil de ne kadar derseniz vereceğim örneği izmirliler bilir, pasaport iskelesinden inciraltı'ndaki arabalı vapur iskelesine kadar hızlı tempo olarak gidiyorum ve dönüyorum ki, bu yürüme, 3 saat civarı sürüyor.

    bu mesafeyi istanbul diline çevirirsek, kadıköy'den fenerbahçe'ye kadar gidiş geliş gibi düşünün.

    devam edelim..

    mesela, kollarımın üzerindeki kahverengi geniş lekeler..

    herkes yaşlılıktan diyordu sanki 70 yaşındaymışım gibi ama yaşım aynı, lekelerin hepsi gitti.

    mesela, cildimdeki kuruluğun gitmesi ki bu, yüzümde inanılmaz boyuttaydı.

    mesela, bacaklarımda olan şişlik ki bu ödemden başka birşey değildi, onlar da komple gitti.

    mesela, tatlıya ve unlu mamüllere karşı olan olağanüstü ilgim..

    bakın azaldı demiyorum, komple bitti.

    bu arada;

    paylaştığım bu süreç sonrasında çok sayıda yazar arkadaştan mesaj aldım, vaktimin elverdiğince tek tek cevapladım, aynı başarıyı kendilerinin de elde edebileceğini söyledim ve buna, kesinlikle inanıyorum.

    bir de paylaştığım bu süreçle ilgili yazılan entrylerin bazılarına cevaplarım olacak..

    yalandır diyenler var..

    güldüm geçtim..

    çok sağlıksız, çok zararlı diyen var..

    hayatımda hiç olmadığım kadar dinç ve güçlü hissediyorum kendimi.

    inanılmaz diyenler var..

    evet ama inanılmaz olanları da hep inananlar başarır ve bu herkes için geçerli, bana özel değil.

    bu ketojenik diyet, haberi yok diyenler var..

    ben diyet yapmıyorum, yeme içme alışkanlıklarımı sonsuza kadar değiştirerek, içinde un ve şeker olan herşeyi hayatımdan çıkarttım.

    siz bunu isterseniz ketojenik diyet olarak adlandırın, isterseniz daha yaratıcı adlar bulun fakat işin gerçeği bu.

    un ve şeker, sağlığın baş düşmanıdır ve bu düşmanların bedeninize girmesini engellediğinizde, bunların neden olduğu yıkıcı savaşlar da sona eriyor bedeninizde ki ben bunu, bizzat kendi bedenimde gözlemliyorum.

    şişmanları aşağılıyor diyenler var..

    vallahi kimse kusura bakmasın ama bir insan için iki şey çok kötüdür. 1- pişmanlık 2- şişmanlık

    bende birincisi hiç olmadı ama ikincisi yüzünden hayatım her yönden hiç olmadığı kadar zorlaştı.

    yani düşünün..

    benim şu an itibarıyla verdiğim kilo 25 ve bu iki adet dolu aygaz tüpü artı, bir kilo demek.

    madem öyle, bir kilo ağırlığı boynunuza asın, sağ ve sol elinize de birer dolu aygaz tüpü alın ve öyle gezin gece gündüz, ne diyeyim..

    ve buna rağmen şişmanlık iyi birşey diyen varsa, ben de allah akıl fikir versin diyorum.

    bu arada birkaç detay vermek istiyorum, yediklerimle ilgili olarak..

    salatam sadece ıceberg ve maydanozdan oluşuyor ve bir orta boy iceberg marulun içinde iki demet maydanoz doğruyorum çünkü, maydanoz vücuttaki ödemi atmaya yardımcı olması, "tok tutması" ve diğer birçok faydası nedeniyle, hayatınızda daima var olması gereken bir mucize.

    salatamın içine domates koymamanın nedeni, yediklerimizin domates değil, domates görünümlü kimyasal toplar olması ve içinde şeker de bulunması.

    salatamın zeytinyağı ile birlikte olmazsa olmazları ise, hem limon, hem sirke.

    her salataya bir limon ve yarım kahve fincanı kadar sirke ekliyorum.

    çok önemli bir diğer detay da günde asgari 3 litre su içiyorum ki bu, hayat sigortam resmen.

    bu miktarın 1.5 litresini "sade" olarak eve geldiğimde yatana kadar, 1.5 litresini ise "içine bir limon sıkarak" gün boyunca içiyorum.

    sabahları aç karnına bir nescafe içiyorum, bağırsak çalışmasını gerçekten hızlandırıyor.

    kahvaltı sonrasında ise bir fincan yeşil çay içiyorum, bu da metabolizmayı koşturuyor.

    evet, diyeceklerim şimdilik bu kadar..

    gelişmelerle ilgili olarak, ileride tekrar bilgi vereceğim.

  • super yararli bisey. kendi forumunuzu olusturuyorsunuz (evet aslinda forum denemez), gunluk tadinda bisey ama sacmalamak icin birebir. bir de pro olani var. bunun icin bi miktar ucret odemeniz gerekiyor. html kodlari hazir, ve bikac ftp ayari. caniniz sikildikca yazasiniz geliyor, pek komplike seyler yapmayi dusunmeyen kisiler icin kullanmasi kolay aslinda.