ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
hms hood
-
2001'de bulunan enkazı ingilizler'de inanılmaz bir hayal kırıklığı yaratmıştır. şöyle ki, kurtulan 3 kişiden biri olan ted briggs'in anlattığına göre geminin 3. taret cephaneliği bismarck'ın 5. salvosundan gelen tek bir zırh delici top mermisiyle havaya uçtuğunda gemi ortadan kırılıp batmış ve dolayısıyla da yıllarca herkesin aklında gemi enkazının tıpkı titanic gibi 2 parça halinde deniz dibinde yatmakta düşüncesi ve beklentisi vardı.
oysa ki enkaz keşfedilince gerçek oldukça vahim çıktı. gemiden geriye büyük parça olarak sadece gözetim kulesinin olduğu orta kısım kalmış, o da yüzüstü yatıyor. patlama o kadar şiddetli olmuş ki o büyük parçanın patlama tarafındaki kamaralarin hepsi içten dışa doğru katlanmış(ınside out). burun ve kıç güvertelerinin sadece uçları var, gerisi yok. kıç güvertesinde dümenlerin sola 20 derece dönüşe kilitli olduğu, dolayısıyla geminin tam da dönüş manevrasını yaparken vurulduğu ortaya çıkmış. debris alanı muazzam derecede geniş, binlerce küçük parçadan oluşuyor; parçaların hemen hiç biri tanımlanabilecek halde değil. enkazı keşfedenlerde bu şok ile karışık şaşkınlık yaşanırken bir soru herkesin aklında belirmiş: geminin ön tarafı nerde? burun var, tamam. ama ya devamı?
bismarck'tan kurtulan 4 subaydan biri olan 4. topçu subayı burkard von müllenheim, "bismarck, a survivor's story" adlı kitabında hms hood'un patlaması ve batışı anındaki yaşadığı şoku anlatırken net bir şekilde şunu belirtmişti: "bu ünlü geminin böyle acı ve korkunç bir sonla suya gömülmesini şok ile karışık izlerken o an hayatımda asla unutamayacağım bir şey gördüm. geminin 90 derece havaya dikilmiş ve hızla suya gömülmekte olan ön güvertesinden yükselen simsiyah dumanların arasından 2 adet turuncu ışık belirdi. bunlar top mermisiydi ve hood, kanının sonuna kadar mücadele ediyordu." yine ted briggs de bunu röportajlarında hep belirtmişti çünkü geminin ön güvertesi 90 derece havaya dikilmiş batarken o da tam yanında ve o anda birden su yüzüne çıkmıştı.
enkazda yapılan incelemede ön güvertenin burun ile a taretinin arkasına denk gelen nokta arasındaki yapının tamamen yok olduğu ortaya çıktı. yani ön güvertede bulunan a tareti havaya uçmuştu. bu da hood'un sadece 1 değil, 2 volkanik patlama yaşadığını, 3. taret cephaneliğinde meydana gelen ilk volkanik patlamanın ardından büyük ihtimalle o ünlü son top atışının yapıldığı ön tarette cephanelik kapısı açık kaldığından su altında barınç ve ters dönme etkisiyle ön cephaneliğin de havaya uçmuş olduğu anlaşıldı.
hms hood'un askeri olarak tek başarısı 3 temmuz 1940'ta o zamanki fransız cezayiri'nde üslenmiş olan ve dunqerque ile richelieu gibi birkaç güçlü gemisi bulunan, ingilizlerin kendilerine gördüğü tek rakip olan fransız donanmasını demirlendiği yerde top atışları ile etkisiz hale getirmek oldu. ömrünün geri kalanı tamamen ingiliz devlet erkanı için uluslararası diplomatik taksi olarak geçti. üretildiği 1919 tarihi için bile teknoloji olmasa da tasarım olarak antika kalmış olan bu gemi, tarihin en şanslı mermisine kurban gitmesiyle kalmamış, tuz buz olmuştur.
belki o 20 derecelik dönüşü biraz daha geç yapsa, bismarck'ın mermilerine karşı koyabilecek zırhlı yan panelleri sayesinde böyle vahim bir son ile yüzleşmeyecek ve en azından gerçek bir mücadele verebilecekti.
7 saatte 16.100 ailenin faturasının ödenmesi
-
kampanya katılımcıları sistemin sırma saçlı kel tarafından kapanması durumuna karşı aceleci davranarak faturaları ödemişler. gönullerine sağlık. verdiklerinden kat kat fazlasını kazanırlar umarım.
sahi bir sırma saçlı vardı ne oldu ona?
ayasofya
-
islamcıların bitmeyen eziklikleriyle hala fethetmeye çalıştıkları bizans kilisesi. şimdi müze.
berber sadakatini bitiren sebepler
-
kalfasına paslaması
behlül'ün en sevdiği yemek
-
(bkz: yengen)
hala starbucks'larda sıra olması
-
starbucks lüks değil. tall boy bir filtre kahve ile sabahtan akşama kadar oturma imkanı sunuyor gençlere. üstelik bedava internet ve her masada priz imkanı ile. bu dediğini no name cafelerde yapamazsın. sıra olmasının tek sebebi bu.
ayrıca bir kahve içiliyor diye ülkedeki enflasyon gerçeğini yok saymak cebindeki telefonu çıkar diyen dayı kafası.
kuğu gölü
-
çaykosvkiy'nin konusunu bir alman halk masalından alarak yazdığı, ilk kez 4 mayıs 1877'de moskova bolşoy tiyatrosunda sahnelenen eseri.
odette genç ve güzel bir kızdır, muhtemelen prensestir, her prensesin başına geldiği gibi onun da kötü ve büyücü olmak özelliklerini bir arada bulunduran bir düşmanı vardır bu gargamel yaradılışlı adamın adı ise rothbart'tır. rothbart odette'e (nedense) bir büyü yaparak onu kuğuya çevirir, odette sadece geceleri kısa bir süre için insan olabilmekte onun dışında güzel görünüşlü, çirkin ayaklı kuğu hayvanına dönüşmektedir. bu esnada her masalda yer alması gereken esas oğlan belirir, prens sigfried yaylılarla girer, odette'e aşık olmuştur, onu kurtarmaya söz verir, zaten bir prens olarak işi damsel in distress kurtarmaktan ibarettir. kötü ve koyu renk saçlı odile'i bu sırada tanırız, kendisi siyahtan başka renk giymeyen başkötü rothbart'ın kızıdır, sigfried hikayenin tek prensi olduğundan (bkz: top man on scene) onun da kendisinde gözü vardır, babasından öğrendiği binbir numara ile odette'in yerine geçmeye çalışır, gerek siyah ve daha güzel bir kuğu, gerekse siyah kıyafetli daha güzel bir kız olarak rolünü yerine getirir, salak sigfried her erkeğin yapacak olduğu gibi "ne yapıcam kuğuyu burda hazır yapılmışı var" diyerek odile'e meyleder, arka planda rothbart sevinçten coşmaktadır. odette olanları görüp yıkılır, acıklı sahneler yaşanır. siegfried akıllanacak mıdır?
hikayenin versiyonlarına göre bazen mutlu sonla (esas kız ve esas oğlan kavuşur, kötüler yenilir, yanak yanağa mutlu gülümserler), bazen acıklı sonla (odette ve sigfried boğulur), bazen fantastik sonla (herkes kuğu olur) biter.
düşünce gücü ile entry girmek
-
şu anda yaptığım sey
narkoz sonrası ayılma replikleri
-
gercektir:
hemsire: x hanim, mujde, bir kiziniz oldu.
annem: aaa... ne guzel. adi ne?
hamza'dan şikayeti olan vatan sevgisini sorgulasın
-
ak parti adana milletvekili tamer dağlı'nın tbmm'de hamza yerlikaya’nın vakıfbank yönetimine atanmasını savunurken sarf ettiği sözler. sözlerinin tamamı şu şekilde:
"hamza yerlikaya bu vatanı seven, bayrağını seven defalarca dalgalandıran bir sporcumuzdur. bu bankaların sporla ilgili hizmetleri de vardır. hamza yerlikaya gibi bu vatanı seven bütün sporcularımıza ne yapsak azdır. eğer hamza’dan rahatsız oluyorsanız vatan sevginizden şüphe etmeniz lazım."
video
vekilime katılıyorum. tek vasfı iktidar partisinin eteğinde oturmak olanların devletten 3'er 4'er maaş almasında hiçbir problem yok. esas yoksulluk sınırının altında yaşamak zorunda kaldığımız için biz özür dileriz. bir kamu bankasında yönetim kurulu üyesi olabilecek liyakati kazanabilmek için milli güreşçi olmanın yeterli olduğunu bilemeyip liyakat kazanmak uğruna ömrünü eğitime harcayan vatandaşlar olarak biz özür dileriz. siz haklısınız vekilim. biz bu vatanı sevmiyoruz.
obama beni aradı telefonda ağlıyordu
-
cumhurbaşkanı'na geçen hafta, tüm çabalara rağmen randevu vermeyen obama' nın bütçesi reddedildiği için burhan kuzu' yu araması.
bu ülkede zaytung'a gerek yok bence.
eczacılığın gereksiz bir meslek olması
-
açılın ben eczacıyım.
türkiye'de bir çok ilaç üretim firması var ve bunlarda eczacılar üretim yapıyor. üretim yapmıyorlar tezini hele bir geçin.
serbest eczanelere gelirsek. eczacı olmadan önce ben de sizin gibi düşünüyordum. evet yaptığımız şey ticaret. yalnız ben ticaretini yaptığı şey hakkında bu kadar bilgi sahibi olan ve bilgi sunan bir meslek görmedim memlekette. altı ay önce araba aldım, kendim internette araştırdım, karar verdim, küçük bi test sürüşü sonrası aldım. arabayı satan firmadan aldığım bilgiler şu: bu düğme radyoyu açar bu düğme klima falan. ulan 65 bin para verip aldığım mal ile ilgili adam bilgi verme aşamasında hepi topu 5 dk ayırdı bana. ben hastama 10 tl'ye ilaç verirken yüz çeşit soruya maruz kalıyorum. keşke dediğiniz gibi olsa ben de raftan ilacı alıp versem, ama öyle değil işte. hamileyim, çocuk emziriyorum, şekerim var, tansiyonum var, kolestrolüm var, araç kullanıyorum, içtikten sonra kabız, ishal oluyorum, iki tane birden atsam bişey olur mu, ilaç kilo yaptı vs. yüz çeşit soru. bakkaldan bisküvi alırken bunları soruyor musun?
yeri gelmişken bir konuya değinmek istiyorum. bakın kardeşim gözlem yapmak çok ciddi bir iştir ve herkes yapamaz, gözlem yeteneğiniz de yoksa yapmayın yahu başınıza silah mı dayıyorlar? yani eczacılığın icrası sizin anlattığınız gibiyse elbette haklısınız, ama gel gör ki değil işte yanlış gözlem yapmışsınız. tekrar ediyorum, 10 tl'lik ilaç için yarım saat konuştuğum oluyor insanlarla, madem bir boka yaramıyoruz o zaman ne diye yarım saat konuşuyoruz olum biz? siz cidden yanlış gözlem yapıyorsunuz. bu toplumun 50 yaş üstü bireyleri, çocuk sahibi kadınları, kronik hastalığı olan bireyleri ile her gün her saat muhattabız biz, bunu siz görmüyorsunuz diye bu böyle deme hakkını nereden nasıl hangi yetenekleri haiz olarak söylüyorsunuz? gece 10da başı ağrayan böbrek nakli olmuş hasta evde bulduğu ilacı kullanmak için beni arıyorsa ben nasıl gereksiz adam oluyorum? hangi bakkalı aramış bu hasta aldığı bulguru nasıl pilav yapacam diye veya hangi bim kasiyerini arayacak bu hasta? daha kritik durumlarda elbette doktoruna ulaşacak, ama günde beş nakil yapan doktoru baş ağrısı için o saatte rahatsız edebilir mi? keşke memlekette saat gibi çalışan bir sağlık sistemi olsaydı, o doktorun günde bir-iki ameliyat yapacağı yoğunluğu olsaydı. zehir gibi kalifiye elemanlarımız olsaydı da beni aramasaydı, ama yok arıyor işte napıcaz, yüzüne mi kapatayım, ne halin varsa gör mü diyeyim? keşke o ütopik sistem olsa da biz de daha güzel bir şekilde konumlandırılsak sağlık isteminin içinde, ama yok işte napalım, bim kasiyerine mi bırakalım mesleği?
bir de eczacılığı majistral ilaç (eczacılar yaptığı el yapımı ilaçlar) üzerinden değerlendirenler var. bakın işte gözlem gücünüz kötü olmasa saldırı silahınız majistral ilaç olmazdı. dünyanın en kolay işi majistral ilaç yapmak. iki merhemle bir tozu karıştırıyoruz, ironi değil majistral dediğin bu. oran orantı bilen ve eline aldığı tokmağı dairesel olarak dönderebilen her insan bunu yapabilir. majistral ilaç yapan bir eczacıyım, yaptığım her ilaç bana maddi zarar veriyor. yani yapmayan eczacı bilmediğinden değil zarardan kaçmak için yapmıyor anladın mı?
mühendisler; hanginiz icat yaptınız? neden aldığım araba ithal mal? ne lan bu cari açık?
avukatlar, hakimler, savcılar; mesleğinizi bu kadar iyi icra ediyorsunuz da neden insanlar adalet sistemimizin eline düşmektense ölmeyi tercih ediyor?
doktorlar; ne bu hastanelerin hali?
öğretmenler; merhaba eğitim sistemimiz nasıl?
siyasiler; :)