hesabın var mı? giriş yap

  • sosyal medya öncesi yoktu böyle avamlar. camlara süs ve resim asmalar falan noluyoruz ya ben anlamadım. hadi resim asarsın masumane bir eylem fakat o yemeği yaparken kokunun yayılacağını, erittiğin tereyağından ve yemeğinden sıçrayan yağların türlü türlü yerlere sıçrayacağı ve eğer iyi temizlenmezse senden sonra o vagonu kullanacak kişiyi rahatsız edeceğini düşünmüyor musun? düşünmüyorsun çünkü beyinsizsin.

    empati yeteneği olmayan yaratıklardan nefret ediyorum. kesin yanında jbl go tarzı bir ses bombası da getirmiştir akşam da ledleri takıp parti yaparlar. ulan çok mu zor başkalarını rahatsız etmeden yaşamak gerçekten anlayamıyorum.

  • bu boktan satış stratejisi ayrı tartışılır ama şok market çalışanlarına üzülüyorum gerçekten.

    bugün sigara almak için şok'a gittim. kasada bir tane kızcağız önümdekilere yalvar yakar “bir tane piko alır mısınız” diyor. istemeyenlere lütfen, prim alamayacağım yoksa, bir tane alın falan diye kendini acındırıyor.

    sıra bana gelince kıza sordum. o bölgede 13 tane şok market varmış. aralarında piko satmak için yarışıyorlarmış. en çok satan markete de prim veriyormuş merkez. her hafta sanırım başka ucuz bir ürün sattırıyorlar böyle yalvar yakar, dilencilik yaptırarak.

    yazık değil mi lan insanları bu hale getirmek. ne vicdansız iğrenç insanlarsınız siz. yok bir de başka şok markete gitsem, orada da başka biri böyle yalvaracak. ondan alsam bu kez önceki kız prim alamayacak. yapacağınız işe sıçam.

  • yoktur.

    dilim döndüğünce açıklamaya çalışayım.

    önce iki boyutlu varlıklar hayal edeceğiz ve bunları bir kürenin üzerine yerleştireceğiz. sonra da bu indirgenmiş modele bir boyut daha ekleyip mevcut evren modeline geçiş yapacağız.

    diyelim ki bizler iki boyutluyuz. çok çok büyük bir kürenin yüzeyine hapsolmuş haldeyiz. sadece x ve y eksenleri var. bir de zaman ekseni olarak t var. iki cam arasına sıkıştırılmış yaprak gibi düşünelim kendimizi ve külleten bütün varlıkları. veya bu durumumuzu, superman 3 filmindeki iki boyutlu hücrelere hapsedilmiş psikopat tipler gibi de düşünebiliriz. bu küre bizim evrenimiz. küre o kadar büyük ki kürenin yüzeyinde bulunduğumuz konumdan baktığımızda ufuk diye bir şey görmüyoruz. ışık da iki boyuta hapsolmuş durumda. yani doğrusal bir lazer ışını tuttuğumuzda dümdüz ilerliyor diye görüyoruz. bir süre sonra teknolojimiz gelişiyor ve ışığın çekim kuvveti ile eğildiğini keşfediyoruz. yani dümdüz ilerlediğini sandığımız o ışık hüzmesi kürenin merkezindeki çekim kuvveti sayesinde bir eğri çiziyor. kürenin yüzeyine mahkum halde iki boyutlu canlılar olduğumuz için üçüncü boyutta yaşamanın nasıl bir şey olabileceğini tasavvur etmemiz mümkün değil. böyle bir zihinsel egzersiz fiziksel kapasitemizi aşıyor. bu iki boyutlu evrenimize dair gözlemlerimizden biri de ışık hüzmelerini hangi yöne gönderirsek gönderelim eşit mesafelerin ölçülmesi. kürenin etrafında tam tur atabilmiş değiliz. böyle bir şey, fiziksel kapasitemizin çok çok üzerinde. hatta bırakın tam turu, küre yüzeyinin sadece çok küçük bir noktacık kadar kiriş/kesit bölgesini algılayabiliyoruz. öte yandan şayet fiziksel kapasitemiz elverse, gönderdiğimiz ışık hüzmesinin arkamızdan dolanıp, magellan'ın dünya turu gibi başlangıç noktasına varacağını gözlemleyebileceğiz. yani iki boyutlu varlıkların o kısıtlanmış hallerini ancak üç boyutta yaşayan birileri dışarıdan gözlemleyerek anlayabilir. iki boyutlu modelimiz bu şekilde.

    [ek/not/edit: iki boyutlu bir evrene dair harikulade bir kurgu için (bkz: flatland)]

    gelelim üç boyutlu modele, yani içinde yaşadığımız mevcut evrene. x, y ve z boyutlarımız var. ve bir de t dediğimiz zaman boyutu var. ne olursa olsun, bu boyutlara hapsedilmiş haldeyiz. mevcut üç boyutlu evrenimizde tıpkı bir kürenin yüzeyinde yaşayan iki boyutlu kardeşlerimizde olduğu gibi bir eğrilme/kavis/curvature var ama bunu algılamamız mümkün değil. bir ışık hüzmesi gönderdiğimizde arkamızdan dolanıp başlangıç noktasına geri dönecek. ama evrenimiz o kadar büyük ki bunu gözlemlemek fiziksel kapasitemizi aşıyor. birincisi ömrümüz yetmiyor. ikincisi de aynen iki boyutlu kardeşlerimizin üçüncü z boyutunda ayağa kalkmalarının mümkün olmaması gibi bizim de "üç boyutlu küre yüzeyi"nin dışına çıkıp nasıl bir üç boyutlu yüzeye mahkum olduğumuzu görmemiz imkansız. nasıl bir kısıtlama içinde olduğumuzu ancak ve sadece iki boyutlu indirgenmiş model ile mukayese yaparak ve beceriksizce (çünkü fiziksel olarak kısıtlıyız) bir mukayese yaparak algılamaya çalışabiliriz. elimizden başka bir şey gelmez. bugün vardığımız teknolojik düzey bize ışığın kütle çekim kuvveti ile birlikte büküldüğünü gösteriyor; bu olgu, üç boyutlu evrenin "küresel" (özellikle tırnak içinde yazdım) yapısını tahayyül edebilmek için bir yardımcı ipucu olabilir.

    bu yüzden evrenin herhangi bir merkezi yok işte. evrende her nokta evren denen üç boyutlu yüzeyin merkezidir.

  • oyle kullanmaya calistim su cikti:

    "oljkdkvsdkvj ikvsjhvpùkls vùlskvh sfùv hsffùlkvhsfvohefùvlk nfscvôiif hvsfivh zdùoivjhsdùlv zdivpjdkùlv jdivpj dkùvjzpivjhz ùlkvjzùipjùflkj zrfzjzekrpjfzipgzrpgzrpilmk jzdgzrfzùfpkhzr$pf zrefihzr"

    yukardakilerden biri pentagon'a giris sifresi ama hangisi bilemiyorum, deneyin bulun.

  • anadolu'nun bir çok köyünde düğünlerde buna benzer gösteriler oluyor ama o çük kaldırma kısmı olmuyor. mesela, bizim antalya'daki köyümüzde arap-fatma oyunu oynanır. bir adam arap rolünde olur ve onun karısı rolündeki fatma'yı (erkeklerden biri bu role girer) köyün gençleri kaçırmaya çalışır. arap karakterinin belinde çan, elinde sopa vardır. kaçırma girişiminde bulunan kişileri sopayla döver. çoğunlukla ciddi dayaklar atılır. gençler dayak yememeye ve fatma'yı kaçırmaya yönelik cesaret oyunu oynar. fatma karakteri yanar dönerdir. önce kaçırılmaya yeltenir. sonra, dayak atılması için, kaçıran kişiye ayak bağı olur.... falan filan. mesela 2-3 köy ileride bu adet başka rollerde, başka isimlerde cereyan eder. birçok köyde benzer düğün gösterileri olur. bunlar anadolu'nun çeşitliliğidir.

    çük olayı olmasaymış keşke. muhtemelen, son zamanlarda gençlerin eklediği belaltı bir espri olsa gerek. 40-50 sene önce o hareket yapılamazdı diye düşünüyorum.