hesabın var mı? giriş yap

  • şöför koltuğu tek kişiliktir.
    halbuki 2 kişilik olsa hem siz hem egonuz sıkışmadan oturabilirsiniz.

  • cuma günleri bilişim sektörü için "read only" günüdür.

    sen kodunu cuma günü canlı bir sisteme entegre etme riskini alıyorsan, sonuçlarına da katlanırsın.

  • bir teknolojiyi hakkıyla eleştirebilmek için hangi problemi ya da problemleri çözdüğüne bakmak lazım. tanıtım metninden gördüğüm iki problem zikredilmiş:

    1. "sokak adı değişiyor".

    ama sokak adı bir gece ansızın tabela cüceleri tarafından değiştirilmiyor? bürokrasisi var. yani sokak adı değişiminin teslimat sistemine entegre edilmesi gibi çok basit bir çözüm varken komple tüm adreslerin değiştirilmesi ve yeni bir sistemin getirilmesi garip değil mi? buna sonra geri döneceğim.

    2. "vatandaşın adresi veznede söylerken başkaları tarafından duyuluyor".

    bunun nasıl bir soruna yol açtığını, daha da önemlisi adres kodunun duyulmasından daha farklı nasıl bir probleme yol açtığını tam anlamadım. eğer farz etmem gerekirse, "adres kelimelerden oluştuğundan akılda tutması daha kolay" diyebilirim. bu da adres kodunun akılda tutmasının zor olacağını farz ettikleri anlamına geliyor, o zaman aslında düz adresten daha zor bir sistem getirdiklerini kendileri de kabul ediyor oluyorlar. mantıksal bir çelişki var.

    peki adresin etraftan duyulmasının yol açtığı problem ne? adresi akılda tutan kişi o isim ve adresle ne yapabilir? evine gidebilir. peki bunu adres koduyla yapmasını engelleyen ne? sadece akılda tutması zor denmişti ama o da telefon numarasından daha zor değil? telefon numaraları on haneli, bu kod ise dokuz haneli. yani aslında bahsedilen problemi çözmüyor. mesela 175-446-237 gibi üç tane sayıyı aklında tutmak "hacımusabey mahallesi, daldaban sokak, yerebatan apartmanı no:44, bağcılar, istanbul 34221" gibi bir metni aklında tutup sadece gerekli kısımlarını filtreden geçirme işleminden gerçekten daha mı zor? ben pek emin değilim.

    dönelim "sokak adı değişiyor" problemine. günümüzdeki alışıldık adreslerde kelime yazım hataları ptt tarafından tolere edilebiliyor. muharrem sokak yerine muharem sokak yazınca sorun olmuyor yani. ancak bu 9 haneli sistemde tek bir hane değişimi tamamen alaksız semte, hatta alakasız bir şehre teslimata bile yol açabilir. onu nasıl çözeceklerini anlamadım. mesela "muharrem" yerine "muharem" dediğinde veznedeki görevli düzeltip "muharrem" yazıyor. ama sen 235 yerine 335 dediğinde paketin kahramanmaraş'a gidecek?

    rol modeli olarak gösterilen ingiltere'nin sistemi ise "adres + kod", sadece adres kodu değil. adresi yine kullanıyorsun. yani mesela "10 downing street, somerset, sw1a 2aa" gibi bir şeyler veriyorsun adres olarak. dolayısıyla hata telafisi imkanı var. hatırlama kolaylığı var. oysa bizimkilerin çözmeye çalıştığı "veznede etraftan insanlar duyuyor". e ingiltere öyle bir problemi çözmemiş bile? onlarda etraftakiler adresi duyunca niye sorun olmuyor? yani ortaya serilen problem ve çözümde ile örnek gösterilen ingiltere arasında da çelişki var.

    kısacası ben haberde okuduğum açıklamalardan bahsedilen problemlerin ciddiyetine de çözümün doğruluğuna da ikna olmadım.

    p.s.: veznede adresinizin duyulmasından endişe ediyorsanız cep telefonunuzdan, kağıttan falan gösterin.

  • özellikle pazaryeri kültürünün gelişmesi ve pandeminin eticarete olan yönelimi inanılmaz artırdığı bu son 2-3 yılda oluşan ver çılgınlık boyutuna ulaşan bir başka konu da iade çılgınlığı.

    iade her tüketicinin en doğal hakkı. bir ürün sipariş eder, ürün geldiğinde aslına benzemiyordur, hoşuna gitmemiştir, bir hatası vardır ya da fikri değişmiştir, ürünü iade eder. her internet satıcısının riskini aldığı bir masraf kalemidir iade, zira iki yönlü minimum 2x12tl kargo parası çıkar cebinizden ve kar yapacağınız satıştan zarar yazarsınız. o yüzden mümkün olduğunca iyi paketleme, sunum ve iyi açıklama önemlidir.

    ama son yıllarda özellikle trendyol'da oluşan, ardından diğer pazar yerlerine sıçrayan bir kültür var ki aman allahım.. 5 desen elbisenin her birinden 3 beden sipariş edip, kargo gelince deneyip 14'ünü iade eden, pazaryerlerini "bunun bir boy büyüğü varsa onu da verin ikisini beraber deneyim" diyeceği tezgahtar olarak kullanan bir kültür.

    artık insanlar o kadar kaptırmış ki kendini otomatik alışverişe, açıklamaları okumuyor bile. ürün adında "köpek tasması" yazan ürünü ben arama kutusuna kedi tasması yazmıştım ne bileyim diye iade eden mi ararsın, adında "küçük boy oyun topu" yazan ve açıklamada çapını yazdığınız topu "küçükmüş" diye iade eden mi ararsın, aynı anda 4 renk, 2 beden ürün sipariş edip 7'sini iade eden mi arasın. şu anki kargo trafiğinin %20'sini bu kitlenin gitti geldisi oluşturmakta.

    mağazalarda bu siparişleri performans puanı ve ceza sistemi gereğince karşılamak zorunda kalıyor. yine denebilir ki kardeşim bize tanınıyor bu hak, kullanırız sana ne! tabii ki kullanırsınız, ancak bu oluşan ekstra maliyetin çözümünü satıcılar fiyat ve karlılık artırarak çözmek durumunda kalıyor. o yüzden ne yazık ki 20tl'te mal edip 40tl'ye satabileceği ürünü aradaki iadelerin yaratacağı masrafı da göz önünde tutarak 50tl'den satışa sunuyor.

    pazaryerleri müşteri memnuniyet odaklılığının faturasını satıcılardan çıkardığı için zaten onların açısından bir problem yok. o yüzden koşulsuz iadeler vs havada uçuşuyor. olan satıcılara ve fark etmeden aynı ürün için daha fazla ödemek zorunda kalan normal alışverişinde olan müşterilere oluyor..

    en basit örneğini vereyim, yurtdışından distribütörlüğünü aldığım markaların satışını araya petshop sokmadan direk tüketiciye yapıyorum. iş modeli 50tl ye malolan ürünü 15tl pazaryeri komisyonu, 12tl kargo 6tl sarf malzeme ve operasyon maliyeti ekleyip 20tl de kar koyup 100tl ye satmak. zira toptancılık yapıp aynı ürünü 70tl ye petshopa verirsem petshop ürünü 130-150tl bandında satacak (aksesuar kar marjları bu seviyede). bu şekilde iyi kalite ürünü tüketiciye daha uygun fiyata satabiliyorum. ama gelinen nokta da 100tl ye satılacak ürünün fiyatı artık 110tl. artık ürünü alan herkes habersiz bir şekilde gelecek %20 iade oranının yarattığı operasyon bedelini ürünü 10tl daha pahalıya alarak ödüyor (bu oranın sadece %1-2 si tasmanın bedeni uymadığı için vb haklı sebeplerle, gerisi birden fazla beden sipariş verenlerin iadesi) sonuç, artan fiyat ve aynı ürünü daha pahalıya alan normal tüketici.

    edit: konuyu "hey ben vergilerini veren bir vatandaşım adamım, benim haklarım var" diye yorumlayanlara istinaden; konu ürünlerin her renk ve bedenden alınıp denenerek iade edilmesi değil. buyurun dilerseniz milyon tane sipariş verip bir tanesini alın ve gerisini iade edin. konu günün sonunda bunun satıcılara yarattığı kargo maliyetinden dolayı x birime satın alacağınız ürünü x + %10'a almanız. maliyet hesabında artık aynı fire hesaplar gibi iade kargo bedeli oranı hesaplanarak fiyata eklenmesi. yoksa tüketici kanunlarının da, haklarının da farkında ve sonuna kadar arkasındayım. ileride bu davranışın düzelmesi konusunda da herhangi bir beklentim yok, hatta daha da beter olacağına eminim. sadece 100 kişiden 80'i bu bahsettiğim şekilde alışveriş yapan 20 kişinin yarattığı ek masrafın bedelini daha yüksek fiyata ürün alarak ödüyor, bunu belirtmek istemiştim. yoksa sikmişim ingiltere'sini..

  • atari kesinlikle underground dünyaya açılan bir kapıydı.özgürleştirici bir yönü vardı ama yine de tedirgin ederdi. içeri her girdiğinde bunu hissederdin. gördüğünden çok daha derin olduğunu anlaman uzun sürmezdi ve bu derinliğin boyutu tam bir muammaydı.

  • oğuz adında yeni tanıştığım bir arkadaşımla galatasaray-fenerbahçe derbisini izlemek üzere maçı yayınlayan bir mekana gitmiştik. maç başlamadan bir fotoğraf çekip, derbiyi unutmadığımızı facebook'ta ilan edelim dedik.

    neyse çektim fotoğrafı yükleyeceğim, oğuz "ne yazacaksın?" dedi, ben de şöyle bir etrafa baktım, kimse bağırmıyor etmiyor diye, "bağırmayan taraftar gelsin" yazdım yükledim.

    akabinde maç başladı, 10-15 dakika geçti.

    oğuz; abi bir arkadaşın yorum yaptı galiba.
    ben; yapsın?
    oğuz; pek hoşuma gitmedi ama.
    ben; ne yazmış?
    oğuz; ben söylemeyeyim sen bak. ben pek sevmem bu tarz konuşanları.

    dipnot arası; yorum yapan annem. gurbetteyiz falan diye annemin facebook profil fotoğrafında, benim şimdiki halime hiç benzemeyen eski bir fotoğrafım var. arkadaşımda fotoğrafa bakıp, ismi okumadığı için gördüğü erkeği* benim arkadaşlarımdan biri sanıyor.

    gelelim annemin kısa süreli bir gerilim yaşatan yorumuna;

    "annen de gelsin mi?"

  • ziraat bankası uzman yardımcılığı;

    -stagflasyon nedir?
    +durgunluk ve enflasyonun bir arada görülmesidir..
    -bu kadar mı?
    +şimdilik böyle. bu kadar yani. stagflasyon.

    son cümlemi ellerimi açarak ve gözlerimi belerterek vermiştim. onlar da bana belertti sonra. belerdim.

  • asıl mesleği hakimlik ve sonrasında avukatlık olan, türk televizyon ve radyosunun trt'nin joker adamı sunucu-spikeri. herkesin sevdiği, saygı duyduğu insanlar vardır ya, halit kıvanç o insanlardan biriydi.

    sahnede adeta bir şovmen, maç anlatımı ise tadına doyulmazdı. boks maçından, futbol maçına, pazar eğlencesinden, yarışmaya, çocuk programından, haber programına görevini en başarılı şekilde ifa etmiş trt'nin koca çınarıydı.

    tarafsız spor yazarlığı, yorumculuğu ise eşi benzeri görülmemiş bir örnekti. cenk koray ile karşılıklı yaptığı programları izlemek büyük bir şanstı. türkiye'nin gülen yüzüydü.

    puskas, pele'ya kadar futbol dünyasında hemen hemen tanımadığı kimse olmayan gazeteciydi.

    macarların ünlü yıldızı ferenc puskas ile tuvalette, yan pisuvarda ihtiyacını giderirken tanışıp röportaj yaparak ne kadar mahir bir spiker olduğunu göstermiştir.

    1958 dünya kupasında kimsenin yüzüne bakmadığı, fakat o kupada yıldızı parlayan 17 yaşındaki pele ile yaptığı röportajla ismini dünyaya duyurmuştur. pele ise kendisine "sinyor istanbul" ismini takmıştır.

    bir önceki 1950 dünya kupasına maddi imkansızlıklar ve dişli rakiplere rezil olma korkusuyla katılmama kararı alan türkiye'nin ilk katıldığı 1954 dünya kupasını yazmakla görevli olarak gönderdiği ilk spor spikeri 29 yaşında henüz 2 yıllık spor spikeri olan halit kıvanç'tı.

    1966 dünya kupasında akreditasyon problemi yüzüne maçı türkiye'ye radyodan telefonla anlatarak bir ilke imza atmıştır. fifa dünya kupasını televizyonda anlatan ilk türk spikerdir ve bir sene kadar ingiliz yayın organı bbc'de çalışmıştır.

    türk radyo televizyonunun, basınının beyefendisiydi. trt televizyonu adeta o ve arkadaşlarının kucağına doğmuştur. türk sporunun yaşayan efsanesine tanrıdan rahmet, sevenlerine baş sağlığı diliyorum.

  • misal, 10-15 yıl önce öyle olsaydı ben üniversite okuyamayacaktım.
    çünkü maddi imkanım yoktu.
    kredi mi?.. üç kuruş öğrenim kredisi bile vermemişlerdi o zaman.

    sonuçta, üniversitede okuyamayacaktım.
    şu anda yaptığım mesleği yapamayacaktım.
    tanıdığım benim gibi onlarca arkadaşım gibi...
    çok muhtemeldir ki, çocuğuma da üniversitede okuma şansını, yani parayı sağlayamayacaktım.
    işçi çocuğuydum.
    işçi olarak kalacaktım.
    çocuğum da öyle kalacaktı..

    ama aldığım her nefes için vergi ödemeye devam edecektim.
    peki her bir boku devletten parayla satın alabileceksem, ben neden bu kadar çok vergi ödüyorum anasını satayım? bir tek polisin copu mu bedava kamu hizmeti olacak bu ülkede?