hesabın var mı? giriş yap

  • ahlaksız, devletin verdiği parayı dövize yatıran değil, halkın verdiği yetkiyle halkını satandır.

    edit: onlarca “silivri soğuktur” mesajı geldi. arkadaşlar bende biliyorum silivri'nin soğuk olduğunu. ama parasızlıktan dolayı doğalgaz açamadığım için evim de soğuk. ayrıca hapisten farklı bir hayat da yaşamıyoruz. velhasıl sayenizde gömüldüğüm tefekkürle, silivrideki bir mahkumdan farkım kalmadığını üzülerek fark ettim.

  • yanlış anlaşılmasın, niye kumar oynuyorsunuz cezası değildir.

    niye kumar oynarken devletinizin de payını vermiyorsunuz, parayı yasa dışı oynatanlara kaptırıyorsunuz cezasıdır.

    verin devlet babanızın payını gönül rahatlığıyla oynayın gitsin değil mi?

  • siyah ciltli ülkeler ansiklopedisi vardı. bizdeki 1.cildiydi, ve garip bi şekilde alfabetik sıra baz alınmamıştı. son ülke lichtenstein'dı. sayfa sayfa okumuştum. sanırım 7-8 yaşlarındaydım. fazla oyuncağım olmadığı için olan üretilen oyuncakları da beğenmediğim için, defterlerime bu kitapta gördüğüm birbirinden farklı insanları çiziyordum. sonra makasla kesip çıkarıyor ve oynuyordum. gine-bissau, botswana, ekvador, bhutan, yunanistan...

    bir ülkeden çizdiğim insanlara o ülkenin nehirlerinden, dağlarından, para birimlerinden isimler veriyordum. hatta futbol takımları bile oluşturmaya başlamıştım. formaları bayrak renklerinden yapıyordum ve benim dizaynımdı. bu takımları halıya* seriyor, küçük bir kağıt parçasını top haline getirerek maçlar düzenliyordum.* kaleler o zamanın dikdörtgen kasetleriydi. gol olunca "çıtt" sesi çıkardı. ülkeleri, ansiklopedideki sıraya göre salona koltukların üzerine, halılara yayıyordum. bazen oyun gereği cezalandırdıklarım, helak ettiklerim de oluyordu. mesela üzerlerine su döküyordum, kağıt kuruyunca formu değişiyordu. yırtılanları ya bantlıyor ya da yapıştırıyordum; bunlar engelli insanlardı.

    ev, benim bu durumumdan çok rahatsızdı. endişelendiler doğal olarak. hiç kimsenin çocuğunda görmedikleri tuhaf bir bağımlılığım vardı. insanları sakladılar, ama ben her gün senatoya gelip "kartaca yanmalıdır" diyen romalı cato misali, her gün "insanlarım nerde?!" diyordum.* sonunda dayanamadılar verdiler. hepsini bir çuvala doldurup kömürlüğe saklamışlar. hepsi birbirine girmiş. yeniden düzenledim. nuh tufanı gibi bir şeydi.

    sonra dünyam daha da gelişti. ama çizmek çok fazla vaktimi alıyordu. gazetelerden insan figürleri kesmeye başladım. daha sonra evdeki ansiklopedilere, dergilere, gazetelere dadandım. binlerce insanım olmuştu. coğrafi isimler bittiğinde bu isimleri bozup yeni isimler türetmeye başladım. bordo ciltli kuran vardı. orada anlatılan olaylar, kavimlerin isimleri, yaradılış bana esin veriyordu. gece yarıları mum ışığında mealini okuyordum, ezberlemeye başlamıştım. spor ansiklopedisinde o zamana kadar şampiyon olmuş tüm olimpiyat sporcularının listesini buldum. bir olaya o günkü kadar sevindiğimi hatırlamıyorum.

    bir akşam, insanlarım için kıyamet koptu. işten eve yorgun bitap geldiği halde, yıllarca evin içindeki o korkunç dağınıklığa tahammül eden babam, ansiklopedilerin içinde resimli sayfa bırakmadığımı görünce oğlunun balataları sıyırmak üzre olduğunu düşündü, çok korktu. onlara "can verdiğimi" söylemiştim. tezgaha çıkıp bakmak isterken mutfaktaki aynayı kırmış olmam, evvelki gün evin avizesini düşürmemin (orta katta zıpladığım için alt kattaki avize düşmüştü) etkisi de vardı. aşırı yaramazdım. hem evde hem dışarıda raydan çıkmıştım iyice. en nihayetinde ayakkabı kutularında özenle istiflenmiş insanlarımı sobaya attı. o günden sonra dışarı çıkmadığım zamanlarda, canım çektiğinde resim çizip insanlar yapmaya devam ettim ama nadirdi.

    sonra taşındık; balat'taki 3 katlı ahşap evden bahçelievler'de bir apartmanın en üst dairesine. betonda yaşamamıştım daha önce. sürgün gibi geldi bana bu yeni ev, yeni tipler. üzerinde maç yaptırdığım büyük halının tam ortasında bir figür vardı. kabe'nin çevresinde tavaf eden hacılar gibi ben de bu figürün çevresinde dönüyor, her dönüşte dilek diliyordum: "balat'a dönelim"

    balat'a geri dönmedik. büyüdüğümü hissettim, kısa sürede çizmeyi bıraktım. son insanlarıma ne oldu, hatırlamıyorum. isimleri hala hafızamdadır. bir dünya ansiklopedisindeki geçen yer isimlerinin neredeyse hepsini, kuran'daki pek çok sureyi ve tüm dallardaki olimpiyat şampiyonlarını ezbere bilirim. bir kez gördüğüm birini, duyduğum ismi unutmam.

    hala sarı dore renkte metal bir makas ya da siyah ciltli bir kalın kitap görsem o kağıttan insanlarım gözümün önüne gelir. sobada yanan. belki ben onlara birer ruh üflemiştim, çocukça saflıkla. yaşıyorlardır cennette. keşke öyle bi ihtimal olsa. onları tekrar görmekten daha fazla istediğim bir şey yok. şimdi o lanetli insanlarımdan bana anı olarak şehir, dağ, nehir, göl isimleri, para birimleri, yok olmuş kavimler, olimpiyat şampiyonları kaldı.

    içimde çizik bir dünya haritası oldular.

  • "tanrı adına işlenen cinayetlerin sayısı, şeytan adına işlenenlerden çok daha fazladır"

    erica jong

  • yaratıcısı laplace gibi o da klasik fizik dünyasında doğmuş ve ölmüş bir şeytan.
    klasik fizikte parçacığın ilk konumu ve hızını biliyorsan, geleceğini de kesinlikle hesaplayabilirsin.
    fakat klasik mekanikte bile bu çok da olası değil, çünkü ortaya çıkan denklemler çoğunlukla lineer olmayan diferansiyel denklemler ve lineer olmayan diferansiyel denklemlerin çözümünü bulmak çok zor yada imkansız. bu nedenle genelde olayın durumuna göre approximation'lar (yaklaşımlar) yapılır, bazı şeyler ihmal edilir, bazı açıların küçük olduğunu varsayılır vs ve sonuca öyle gidilir. varsaydığımız şeytan kainattaki tüm parçacıkların konum ve hızlarını bilebilecek kapasitedeyse, nonlineer denklemleri de çözebilecek kapasitededir herhalde denebilir.

    fakat böylesine bir şeytanın quantum dünyasında yaşama şansı hiç yoktur. en başta heisenberg belirsizlik ilkesine göre şeytanımız parçacıkların konumunu ve hızını aynı anda yeterli kesinlikte ölçümleyemeyecektir. öte yandan zaten konumları bilmesi için gerekli olan ölçümleme sistemin durumunu değiştireceğinden sistemi bizzat kendisi bozmuş olur. konuyla doğrudan bir ilgisi olmasa da üstat max planck reyiz der ki "bilim, doğanın nihai gizemini çözemez çünkü biz, çözmeye çalıştığımız gizemin bir parçasıyız."

    öte yandan quantum dünyasında her şey yine olasılıklara bağlıdır. bir parçacığı bir noktadan belli bir ilk hızla bir yarığa doğru gönderdiğimizi varsayalım. yarığın arkasında da bir algılayıcı ile parçacığın geldiği yeri tespit edelim. aynı kaynaktan aynı hızla başka bir parçacık gönderdiğimizde, o parçacık bir öncekiyle aynı yere düşmez. başlangıç koşulları aynı olmasına rağmen ikinci parçacığın düşebileceği yerlere dair bir olasılık dağılımımız vardır elimizde fakat bu, sadece ihtimalleri ortaya çıkarır. hangi ihtimalin gerçekleşeceğine, yani ikinci parçacığın tam olarak nereye düşeceğine dair elimizde kesin bir sonuç olamaz.

    bir başka örnekte de en basitinden bir parçacığı bir kutuya hapsedersek*, söyleyebileceğimiz şeyler yine sınırlıdır. birincisi, eğer gerçekten eminsek, parçacığın o kutunun içinde olduğu. ikincisi ise parçacığın kutunun içerisinde nerelerde bulunabileceği. bunun dışında "parçacık tam olarak şurada" diye kesin bir şey söylemek imkansızdır. bunu bilmediğimizden değil, bunu bilemeyeceğimizden. fizik kuralları bunun bilinemez olduğunu söylediğinden, yada en basit ifadeyle doğada gerçekten de böyle olduğundan. hatta, gerçek hayatta, birinci ifademizdeki parçacığın o kutunun içerisinde olduğu bile tartışmaya açılabilir. çünkü her ne kadar parçacığı kutunun içine hapsettiğinizi, parçacığın kutudan kaçamayacağını düşünsek de, o parçacık belli bir olasılıkla o kutudan quantum tünelleme ile kurtulabilir.

    bir diğer ilginç şey ise quantum ölçeğinde cisimlerin hareket yolu yoktur. bir parçacığı a noktasından hareketine başlatıp, sonra da b noktasında gözlemlediğimizi varsayalım. klasik fizikte parçacığın a'dan b'ye nasıl gittiğini hesaplama şansımız var. fakat quantum fiziğinde alınan yol hakkında hiçbir şey söyleyemeyiz.

    dahası, bir sistemin durumuna dair tam bilgiye erişilemez. ölçüm, sistemin quantum durumuyla ilgili yalnızca küçük bir miktar bilgiyi açığa çıkarır.

    kısacası laplace'ın şeytanına, veya onun sahip olduğu özelliklere sahip bir şeye, quantum dünyasında dolayısıyla da gerçek hayatta yer yok.

  • teknolojiyi bir yerden yakalaması ama hâlâ rakamları yazamamasına ve şöyle mesajlar almanıza sebep olabilir:
    -ekmek ekmek. söylediğim kadar ekmek al.

  • --- spoiler ---

    seyyar satıcının bilmeden verdiği ibretlik ayar ;

    baktım adam tezgahın üzerine sermiş cd leri korsan albüm film falan satıyor, dur şuna bir piçlik yapayım dedim.

    kendi ismimi soy ismimi söyleyerek onun şarkı albümü var mı, varsa 5 tane alacağım dedim. heyecan yaptı bu amk olması lazım yeğenim diye daldı cd lerin içine

    15 dakika falan araştırdı bu cd lerin içinde bende içimden kıs kıs gülüyorum. ya dayı yoksa boşver uğraşma fazla dedim artık kan ter içinde kalmış olan satıcı dayı

    fırlattı elindeki cd yi ulan her gün yeni bir o. çocuğu çıkıyor hangisine yetişelim amk dedi.

    ne diyeceğimi bilemeden koşarak uzaklaştım beyler

    --- spoiler ---

    ahahaha.

  • 5 kişilik bir ailede o an için 4 dilimlik pasta varsa "ben zaten bu pastayı hiç sevmem" diyen kişidir.