hesabın var mı? giriş yap

  • normal bir ülke olsaydık şayet; bu tip adamların en geç, olayın yaşandığı günün akşamında kelepçe ile kodese tıkılmaları lazımdı...

    tanım; görevden alınması gereken memur.

    edit; ilgili memur açığa alınmış... görevden alınsın dediğim için mesaj kutumu dolduran at kafaları bu kaynağı bünyelerinde müsait bir yere yapıştırsınlar. olması gereken zaten buydu da benim şaşırdığım şey "böyle isabetli ve hızlı bir kararı nasıl aldılar?"

    (bkz: rabia naz vatan)

  • dün metrodayım, kulağımda müzik, dışarıdan hiçbir ses duymuyorum, kaşlarımı çatmışım ve bir yerlere dalıp çıkamamışım. yanımda dokuz, on yaşlarında bir kız çocuğu, onun yanında da annesi var. bir ara küçük kızla bakışıyoruz, daha doğrusu bana baktığını hissediyorum. sonra kafamı yine önüme çeviriyorum. bu sefer bana doğru eğilip, bir şeyler söylüyor. kulaklıklarımı çıkarıp, "efendim? duyamadım?" diyorum, "kirpiğin düşmüş de" diyor ve birden uzanıp yanağımdan kirpiğimi alıyor, iki parmağının arasında tutuyor. bu oyunu hemen hatırlıyorum. hala oynandığını unutmuşum, oynamayı da çok zaman önce bırakmışım. küçük kız ise heyecanla oyuna devam ediyor, "bir dilek tut" diyor. gözlerimi sıkı sıkı kapatıp, bir dilek tutuyorum. "dileğin uzunmuş" diyor gülümseyerek, "peki, alt mı üst mü?". ben de gülümseyerek, "alt" diyorum. sabırsızlıkla oyunun sonucuna bakıyoruz beraber. kirpiğim alt parmağının üstünde duruyor, "dileğin tutacak" diyor sevinçle. "tutacak" diyorum sevinçle. hafifçe üflüyor kirpiğimi sonra. müziği olduğu yerde bırakıyorum ve yolculuğun sonuna kadar, küçük kızla birbirimize gülümsüyoruz.

  • türk kızlarının videolarını çeken mültecilerden hiçbir farkı olmayan bir yavşağın röportajıdır. kadın da otel deyince muhtemelen anlıyor, ama haklı olarak bu davarla muhatap olmak istemiyor.

    bu ahlaksız kişi hakkında derhal soruşturma başlatılmalıdır.

  • tarih, haziran 2012. yer, istanbul veliefendi hipodromu...

    dalamar kişisi arkadaşları ile 86. gazi koşusunu izlemek için yollara düşmüş, bülteni elinde, kuponu cebinde, hayalleri aklının bir köşesinde hipodroma varmıştır. güneşin altında uzun bir yürüyüşten sonra tribünün önüne gelmiş ve basamakları artık nefes nefese çıkmaktadır. o sırada telefonu çalar, arayan babadır. diyalog şu şekilde gelişir:

    dalamar: alo?
    baba:...
    d: baba?
    b: oğlum? nerdesin sen? arkadan gelen o sesler ne?
    d: hipodromdayım baba, kalabalık burası.
    b: kaçıncı oldun?
    d: efendim?
    b: ne bileyim lan, nefes nefese açtın telefonu, seni koşturdular sandım.
    d: ...

    böyle bir adamdır kendisi...

  • filmlerdeki zengin taifesinin evlatlarına özel bir trip. onlar içün üretilmiş. normal insanda sakil durur, yakışmaz. babayı da daha bi' sinirlendirir hem. adrenalinin sınırları yeniden çizilir o vakit. aksiyona değdirilip kaçılır.

    filmlerin gerçek olmadığını henüz bilmediğim yaşlarda sikimsonik sebeplerden yer sofrasını -fakirdik- terk edip mutfağa -kendi odam yoktu aybalam- kaçmışlığım vardır 1-2 defa. beklediğim neticeleri doğurmadı, orası ayrı. ama tadına baktım o tribin. tuzlu biraz -gözyaşlarımın katkısı da olabilir bunda-. tavsiye etmem. zira filmde;

    + hayır dedim küçük bey, bu akşam partiye gidemezsin, ders çalışman gerekiyor!
    - lanet olsun!
    * john hemen masaya dön, john sana söylüyorum! gitti.. (masada figürandan öteye geçemeyen samimiyetsiz, ağlak anne tribi).

    şeklinde cereyan eden diyalog her nedense bizim evde;

    + ne maçı lan bu saatte? otur dersini çalış eşşoleşşek, ilk dönem getirdiğin zayıfları düzelt! ama sen duurr, onlar bi düzelmesin ben o zaman yapıcam senle maçı.
    - lanet olsun!
    + aha lanet olsun dedi, gel buraya lan! nasıl konuşuyon babanla sen it?
    * vurma dur! ay kulağını ısırıyo çocuğun, dur dedim bey! komşular adam öldürüyolar yetişin, ay komşulaaar! küçük tüple vurma bari bebeye zalım! (fedakar ama çaresiz anne tribi)

    tarzında yaşanıyordu. sülalem sikildi yediğim dayaklardan. tek kulağım 17 öbürü 11 santim. burnum desen ege haritası gibi. eciş bücüş.

    hep bu masa terk etme sevdasından işte. yapmayın o yüzden :((

  • --- spoiler ---

    kasaba filminin çekildiği dönemler...tatil için yola çıkmıştım. filmi epey merak ediyordum.''bakayım, ne yapılıyor?'' diye içimden geçirerek sete uğradım. üç beş gün kalır, yola devam ederim diyordum ama epey zaman sette kaldım. ilk kez o zaman tanıştık mehmet emin'le.

    çok neşeli, çok heyecanlı bir adamdı. aklındakileri coşkuyla bağırarak anlatırdı. sürekli etrafını gözlemleyen, gözlemlerinden komik enstantaneler çıkaran, bunları da anlatıp kahkahalar patlatan bir adam... neşesiz olduğunu çok az gördüm. sıkıntılı zamanlarında bir köşeye çekilir, kendini göstermez, konuşmaz ve suratını asardı. bana biçtiği rol de abilik rolüydü bir nevi. filmlerdeki çalışmalar esnasında beni sevip sayar, sözüme kıymet verirdi.

    ankara film festivali'nde seçici kurul ikimize birden özel ödül verecekti. ben zaten ankara'da yaşıyordum, ama tantanadan çok hoşlanmadığım için festivale pek takılmıyordum.

    mehmet emin'in ankara'ya geldiğini biliyordum. festivalin son günlerinde, ölümünden iki gün önce, eşiyle birlikte bize oturmaya geldiler. o akşam her zamankinden daha neşeliydi. festivalle ilgili komik şeyler anlatıyor, ardı ardına komik şeyler patlatıyordu. biraz takılayım dedim mehmet'e. daha önce antalya film festivali'nden bir ödül almıştı, o ödülün de desteğiyle mehmet'i biraz rahatsız etmek istedim. ''nedir bu halin? bu ödüller seni uçurdu be mehmet!'' dedim. ''abi'' dedi: ''sabahtan beri ben ne anlatıyorum, dalga geçiyorum bu festivallerle, bu komedilerle, duymuyor musun?'' mahsustan açtığım bir konuydu ama çok güzel savunmuştu kendisini. mehmet ödüllerin büyüsüne kapılıp, havalara girecek bir adam değildi. o gece de bana bu durumu çok güzel izah etti. ödüllerin gelip geçici olduğunu biliyordu. memleketinde bir işi vardı, seramik fabrikasında çalışıyordu ve yaşadığı kasabayı da seviyordu. kasaba filmindeki kahraman gibi ''ben çıkayım, büyük şehre gideyim'' gibi bir derdi de yoktu.

    epey oturduk o akşam evde, üç beş saate kadar... kalkmaya yakın ''ne zaman dönüyorsunuz?'' diye sordum. yarın bütün gün festivalde olduklarını, gece de yola çıkacaklarını söyledi. '' sabaha da eve varırız abi '' dedi. o an içim cızz etti, içimde tuhaf bir korku ve ürperti hissettim. kasaba ve mayıs sıkıntısı'nın çekimlerinde fark etmiştim; mehmet'in arabalara karşı büyük merakı vardı. araba kullanmayı çok seviyordu. fakat bana göre; son derece atak ve kötü araba kullanıyordu. zaman zaman benden araba istediğinde, isteksizce verirdim arabamı ve uyarırdım mehmet'i: ''mehmet sen hiç hoş araba kullanmıyorsun, dikkatsiz kullanıyorsun, lütfen daha dikkatli ol! diyerek. içimde her zaman bir korku vardı. o akşam da ''gece araç kullanacağım'' deyince yeni de araba almıştı, sanki içime doğmuş gibi ''yapma, uykusuz uykusuz bu kadar yol gidilir mi? bütün gün yorgun olacaksın, gitme!'' deyivermiştim.

    aradan iki gün geçmişti ki, öğlen vakti telefonum çaldı. sadık incesu arıyordu: ''haberin var mı?'' dedi, ''yok'' dedim. sesi çok kötüydü. kötü bir haber vereceği içime doğmuştu: ''ne oldu?'' diye sordum ''mehmet emin'' dedi, başka da bir şey demedi. ''trafik kazası mı yaptı?'' ,''evet'' , ''yaşıyor mu?'', hayır dedi, sadık.

    o an iki gün önce evimizde yaptığım konuşma aklıma geldi: mehmet'e gösterdiğim tepkiyi düşündüm. malum keza gerçekleştikten sonra yıllar geçse de, o an hep aklımda kaldı. kendime sorup durdum: '' neden mehmet'i vazgeçirmek için daha fazla çaba göstermedim?'' diye... cenazesi için yenice'ye gittik. epey bir kalabalık vardı. defnedildikten sonra herkes dağıldı. sonra başkalarından duydum, mezarının başında genç bir arkadaş; başını ellerinin arasına almış, çömelmiş, uzun süre de kalkamamış mezarı başından. o kişi mehmet emin'in ankara'dan dönüşte arabada birlikte seyahat ettiği çocukluk arkadaşıymış. o da o sırada ankara'daymış, çan'a dönmek için birlikte yola çıkmışlar. mehmet dönüşte eşini eve bırakmış. arkadaşı ''ben giderim'' diye ısrar etmesine rağmen, mehmet onu yenice'deki evine bırakmak istemiş: ''buraya kadar beraber geldik, seni evine ben bırakacağım'' demiş.

    mehmet emin çok dost canlısı, arkadaşları için fedakarlık yapmayı seven bir çocuktu. o gece de ''yorgunsun, eve git'' ısrarlarına rağmen, arkadaşını yenice'deki evine bırakmış. dönüşte de yorgunluktan uyuyakalmış ve malum kaza işte böyle gerçekleşmiş.

    mehmet emin dostları için yaşayan, cesur ve gözü pek bir çocuktu. küçüklüğünde de mahallede kendisinden yaşça küçük olanların hamiliğini yapar, onları koruyup kollarmış. bana hep anlatırdı; balıkesir'de iki yıllık pazarlama bölümünde okurken en büyük derdi arkadaşları için girdiği kavgalarmış, daha çok da kız arkadaşlarını korumak için kavgalara girermiş. silah ve bıçakların çekildiği kavgalar anlatmıştı bana, ciddi ciddi başını belaya soktuğunu da söylüyordu. anlattığına göre bütün bu kavgalara da çevresine abilik yaptığı için giriyordu.

    uzak filminin çekimleri sırasında, sahnemin olmadığı bir akşam yanıma geldi.hafif buruk ve sıkılmış bir hali vardı. ''ne oldu mehmet?'' dedim. ''abi sorma, öyle bir sahneydi ki altından kalkamadım.'' dedi. bahsettiği sahne tramvaydaki taciz sahnesiydi; tramvayda yan yana oturduğu kıza bacağıyla sürtünmesi gerekiyordu. çekimler esnasında çok rahatsız olduğunu, sürekli terlediğini söyledi ve: ''bugüne kadar rol aldığım en zor sahneydi.'' dedi. çünkü mehmet emin'e çok tersti bu tip şeyler...

    mehmet emin söz konusu olunca ''neden o gece tembellik yaptım da mehmet emin'i caydıramadım?'' diye düşünürüm. yıllar geçse de, o an içimde hep acı bir keşke olarak durur.

    --- spoiler ---

    muzaffer özdemir'in iç burkan yazısı.