hesabın var mı? giriş yap

  • düşündüm taşındım ülkece başımıza gelen ne varsa, ülke olarak winrar programını satın almadan kullanmamızdan kaynaklandığını anladım. böylesi bir terbiyesizlik olmaz.

    adamlar efendi edendi bak kardeşim bu şirkette o kadar kişi ekmek yiyor. bak zorlamıyorum 40 gün denedin ettin gel şu programı satın al diye uyarı penceresi açıyor.

    biz ülkece hemen kapat tuşuna basıyoruz. haa gavurlar da aynısını yapıyor ama onlar zaten gavur. çünkü gavur olmak bunu gerektirir. yoksa ne anladım gavurluktan?

    o yüzden yıllardır açlıkla, haciz ile mücadele eden, çaycının bile maaşını veremeyen winrar gmbh şirketinin ahını almayalım.

    adam gelse, niye almıyon lan dese, en zengininden fakirine hepimiz utancımızdan yere bakarız.

    yapmayın a yiğitler!

  • bazen okuyabileceğiniz en gerilimli, en kanlı ve en boğucu hikayeden bile beter olan bir şey.

    annem - filancanın kızı dedesiyle babaannesini yemeğe çağırırken, aynı apartmanda oturan yengesiyle amcasını yemeğe çağırmamış, kocası "neden amcanları da çağırmadın?" demiş, o sırada yengesi kendi evinde "ben bir hata mı yaptım da o yüzden mi yemeğe çağırılmadık" diye ağlıyormuş. sonra zaten kocası da filancaya çok kızmış..

    ben- anne allahaşkına sus yoksa kusucam. elimdeki çayı başımdan aşağı dökücem şimdi.

    bir insan neden yemeğe çağrılmadım diye ağlar lan? ulan sanki akşam yemeğine değil de buckingham sarayı'nda resepsiyona, ne bileyim taç giyme törenine filan davet edilmemiş, oturmuş "mercimek çorbalı, barbunya pilakili yemeğe çağrılmadım" diye ağlıyor, dünyanın küçüklüğüne bak, fare deliği kadar.
    yemeğe çağırmadığım için ağlayan bir eltim olsa -ki olmaması için elimden geleni yapıyorum- bir uzay araştırmaları kurumuna filan bağışlardım "kainatın en kapasitesiz canlısı" diye.

    üremek ve sevmek için, çeşitli akrabalık ilişkilerinin elti, bacanak, görümce diye özel olarak isimlendirilecek kadar önem arz etmediği ve evlilik kurumuna kaktırılmadığı milletlere yönelirsek bin yıl sonra akli melekeleri yerinde nesiller yetişeceğine inanıyorum.

  • bbc reklamsız olarak yayın yaptığı için kesilen vergidir. türkiye'de trt hem reklam alır hem de vergi alır. yine de maçlarda bir senkronu bile tutturamazlar. zaten maç dışında da izlenmez.

  • bu dizinin bir türlü iyi olamamasının en temel sebebi ondan beklenen epik sıçramayı,
    patlamayı yapamaması. bunu izah edeceğim ama öncesinde şu 3 enrtyde bir ayna tornadan çıkmış zeka ve yaratıcılık dolu, ekşinin malum çok bilmiş sinema ve tv uzman cenahının binlerce kez bıkmadan, usanmadan tekrar ettiği 'zenci elf mi olur, hintli yennefer mi olur, sen hiç entektüel oldun mu, inanmıyorsan aha dayıya sor?' kıvamında fabrikasyon ve zeka dolu itirazlarının bitmez tükenmezliği karşısında duyduğum heyecanı aktarmak istiyorum. aynı cümle ve itirazları üstün zeka ve gözlem gücünüzün size verdiği yetkiyle sıralamaya devam edin ama dizinin temel sorunları başka yerlerde maalesef.

    sanırsın bin yıllardır değişmeden, bozulmadan süre gelen kutsal elf kanunları ve yasalarının kutsal kitabı olan kitab-ı kutelf'i okumuşlar ve orada tanrısal irade katiyen ebediyen, asla ve kat'a siyahi elf (onların değişiyle zenci elf) olmaz demiş. bu kafalara bunu bir yapıt olduğunu ve artık tv, sinema sektörüne hizmet eden bir yapıta dönüştüğünde uyarlama esasıyla yapımcı, yönetmen ve yatırımcıların dilediği değişiklikleri yapma hakkı olduğu, her yapıtın uyarlama esasına tabi olduğunda zamanın, çağın gereksinimlerini karşılayacak sosyopolitik, kültürel, sosyolojik nüanslar içeren yenilikleri içerebileceğini izah etmek lazım. ama elbette bunu nafile bir çaba olduğunu biliyoruz. hepimizin sonsuz itiraz hakkı var ama bunu doğru bir itiraza dönüştürmek ayrıca bizi okuyanlara karşı (eğer buranın bir tür bilgi kaynağı falan olduğuna inanıyorsak) az da olsa bir sorumluluk veriyor bizlere. neyse ben dizinin neden olamadığını izah edeyim kendimce.

    öncelikle witcher'ı böyle popüler yapan şey roman serisinden ziyade oyunları. sanırım bunda herkes hemfikir. yani oyunlar bu efsaneyi oyun dünyasının el verdiği imkanlar dahilinde eşsiz bir sanat eserine dönüştürmeseydi birçokları ne romandan ne de diziden haberdar olacaktı. çünkü bu seri the lord of the rings ya da dune serisi gibi roman serisi olarak öne çıkmadı. yani şöhretini, mirasını oyunlara borçlu. haliyle kitabı okuyan insanların itirazlarına itirazım yok. bu tüm edebiyat, roman uyarlamalarının kaderidir; ne kadar sadık bir uyarlama yaparsanız yapın birileri oyuncuyu, kostümleri, diyalogları, mekanları, atmosferi vs beğenmeyecek. muhakkak ki dünyanın birçok yerinde bu kitap serisinin sabık okuyucuları, hayranları vardı ama dediğim gibi bu seri bildiğimiz diğer seriler kadar popüler bir seri olmadı bildiğim kadarıyla hiçbir zaman. hatta bildiğim kadarıyla kitap serisin ingilizceye bile 2009 yılından sonra falan çevrildi. polonya'da da başarız bir tv dizisi denemesi olmuş diye biliyorum. yani kısacası bunca eleştiri için elimizdeki esas gösterge kitap serisi değil oyunlar. işte the witcher'in en büyük laneti de burada yatıyor maalesef.

    oyun evrenini sağladığı her türden olanağı arkasına alıp muhteşem bir efsane yarattı seri. bir rpg olarak sınırsız bir etkileşim ana ve yan hikayeler olmak üzere her fantastik, bilimkurgu eserinin arka planda işlediği tarihsel, kültürel, politik çalkantılar eksenli nefis bir ötekiolma meselesiydi esas izah etmek istediği ve canavarları avlayan ve toplum gözünde nispeten canavar olarak görülen bir efsungerin canavarlardan ziyade esas olarak insanın doğasında var olan kötülükle, yani canavar olarak görülmeyip, esasen içlerinde taşıdıkları kötülükle canavarlara bile taş çıkaran insanlarla olan savaşını anlattı durmadan. hatta canavar olarak görülen heyyula, kurt adam, lanetlenmiş türlü yaratığın çoğunun oldukça acıklı, hüzünlü arka plan öyküleri vardı. çünkü tarihin ürettiği ortak duyu, fanatizm ve dogmalar farklı olan her şeye karşı birleştirici sonsuz bir kötülük yapma hakkı doğuruyordu, çoğunluk olan, çoğunluğun sağır edici, korkunç tektipliğine kayıtsız şartsız teslim olanın gücü sürdürdüğü bir dünyada geri kalan herkes yaratık olsun ya da olması öteki olmaya mahkumdu. aralarda hep belirtim, kafa açmayayım ama işte türkiye, orta doğu, bilumum 3. dünya ülkesinde olan insan ikliminin özeti vardır böyle yapıtlarda saksıyı azıcık çalıştırsanız. hatta trajikomik olan ''zenci elf mi olur' itirazlarınızın tam da yapıtın inatla yıkmak isteyip, eleştirisini yaptığı ötekine karşı duyulan korku, öfke ve nefretin sebepsizliğine, nedensizliğine yaptığı vurguyu hiçbir şekilde anlamamış olmanız. ben de serinin 2. ve 3 bölümlerine bilgisayar başında bi 500 saatimi feda etmişimdir helalinden. hele ki wild hunt'ın yarattığı evrenin mucizevi güzelliğine karşı duyduğum heyecan hala ilk günkü tazeliğini koruyor. ve haliyle oyundan aldığım o epik anları aradım dizi boyunca. ama artık bir izleyici olarak bile belli bir olgunluğa ulaşmanın da pratiğiyle beklentilerimi hep düşük dozda tutmayı da öğrendim ki zaten bu dizi de beni haklı çıkardı.

    hasılı işte böyle bir lanetle dizi yapma işine kalkıştığınızda ya en baştan en sona kadar çok büyük sanatçıların yapıtla özdeşim kurduğu, harcanan paraya hiç acımadığınız, öykü evrenini büyüklüğüne, derinliğine, epikliğine iman edeceğiniz bir şey yapmanız gerekiyor, ya da böyle yapıtlara sırf para ve popülarite yüzünden hiç bulaşmamanız gerekiyor. neyse ki dizi ve filmlerin taşeron, fabrikatörü netflix bunların hiçbirini dikkate almayarak, kendinden beklendi üzere güzelim seriyi idare eder bir epik haline getirmekte hiç beis görmüyor. evet, oyunun taşıdığı o epik, görkemli anlatı mirası maalesef dizinin hiçbir anında öyküye borcunu geri ödeyemiyor. muhteşem bir hikaye ve yan hikayeler toplamına sahip olan (hem kitapları hem oyunun kast ediyorum) seri bir tv dizisi olarak ondan beklenen görkemli ve sağlam anlatı olanaklarına bir türlü kavuşamıyor. ara ara parlamalar, güzellikler yok değil ama sürdürülebilir bir seyir duygusunu hiçbir şekilde yaratamıyor dizi. epik olmak için gereksindiği anlatı olanaklarını sadece birkaç teknik cambazlığa indirgeyerek yapıtı büyük ve görkemli kılacak şeyin sadece aksiyonda ya da mekan tasarımında olduğunu düşünüyor. bütünlüklü bir yapıtın yaratacağı etkinin tüm parçaları doğru bir şekilde yerleştirmekten geçtiğini hatırlayamıyor. henry cavill'ın ta en baştan role olan heyecanı ve isteğini sömürerek tüm yapının onun adanmışlığı üstüne ayakta durduğu tek ayaklı bir bina inşa ediyor.

    oyuncu seçimlerini (her şeyin sorumlusu olan siyah elf arkadaşı ve hintli yennefer'i bir kenara koyarsak), rol dağılımlarını, karakter ağırlıklarını, hikayenin aşamalı ve birçok yöne açılan derinliğini yeterince önemsemiyor. tüm dizi boyunca sahne ağırlıklarını geralt, yennefer ve ciri arasına pay edip diğer tüm karakterlere haksızlık ediyor. evet, oyuncuların çoğunun kötü, castingin yetersiz olarak görülmesinin sebebi tek başına oyuncu seçimleri ya da oyuncuların kötü oyunculuklar veyahut doğru casting yapılmaması değil; diğer tüm oyunculara sahneden doğru rol ve diyalog payı verilmemiş olması. diğer karakterlerin (iyi ya da kötü fark etmeksizin) hikaye eksenine yapacakları etkiyi nasıl olsa önümüzde başka sezonlar var mantığıyla oldukça silik, yetersiz, ruhsuz bir karakterizasyon, dil/diyalog yapısı ve onları akışta değerli kılacak karakter detaylarından mahrum bırakması. tüm dizi boyunca akılda kalan tek bir kötü karakter yok mesela. ateş çıkarıp, zora gelince ortadan sürekli yok olan bir karakterle kötü adam dengesini eşitleyemezsiniz. bilinir ki bu tip kahramanlık esaslı anlatılarda farkı yaratan iyi protagonist (kahraman) kadar antagonistin (kötü karakter) varlığıdır. kötünün yarattığı tehdit ve gerilim unsuru iyiyle olan özdeşleşimi katmeler ve kathartik sağalma, arınma böylelikle esas işlevini yerine getirir. mesela dizi ileride gelecek olan wild hunt'a o kadar güveniyor ki 2 sezon boyunca sürdürülebilir, yükselen bir kötü yaratma ve onu işlevsel kılma hususunda parmağını oynatmıyor.

    diyalog yapısı, sahne planları da ha keze aynı özensizliğin kurbanı. bu eser her şeyden önce bir kitap uyarlaması ve özellikle perde sonlarında, finallerinde izleyicinin duygu köpüğünü kabartacak, aklını başından alacak kalite ve nitelikte diyalog yapısı, çatışma ve gerilim frekansları göremiyoruz. sözde nüktedan, lakonik ya da zekice görünen birçok diyalog özellikle referans odağı oluşturmaktan çok uzak. havaya sürekli kuru sıkı bir şeyler sıkılıyor. hiçbir karakter olduğu sahneyi domine edeceği ayırt edici bir dil/tavır ilişkisine kavuşmuyor. inanılmaz işlevsiz ve ve neredeyse sahneyi doldurmak için hikayeye katık edilmiş bir sürü karakter var. vesemir gibi bir karakterle tanışıyoruz nihayetinde ama mesela bu abiyi vallahi billahi yunanlı tavernacı kıvamında bir üstünkörülükle önümüze atıyor yapım. dizi boyunca vesemir her an akın'ın rebeka'nın yeri + şarkısına bağlayacak diye bekleyip durdum. makyajlardan, trüklere, mizansenlere kadar acayip bir ''oo abi çok fenasın, vallahi yakıyorsun' kolpalığı var.

    hasılı kelam arada 15-20 saniyelik ağır çekim aksiyon sahneleriyle epik olunmuyor. bu sene yayımlanan ve genel olarak kitap serisi hayranlarının beğenmediği (ben witcher'dan daha çok beğendim, orası kesin) zaman çarkı serisinin 1. bölümündeki köy baskını sahneleri ve sanırım 7. bölümde hamile savaşçının kar üstünde birkaç adamla girdiği kıyasıya dövüş sahneleri epik aksiyonun, ya da duyumun nasıl yaratılacağı hususunda basit ama etkili bir ders veriyor. böyle güçlü ve büyük anlatıya sahi witcher ise elindeki kozları hep ileriye saklayıp, anı, durumu, var olduğu gerçekliği ıskalayan ve giderek tadı kaçan bir yapıya dönüşüyor. işin acı tarafı elindeki kozları ilerideki sezonlara saklarken 2 sezon boyunca izleyicini ikna edecek, ona yapıt için gerekli sabrı sunmasını sağlayacak ikna edicilik hususunda da epey cimri bir tavır var karşımızda.

    serinin oyunları için deliren biri olarak birçok falsoya sahip bir dizi olarak tüm konforunu henry cavill'in adanmışlığına göre dizayn eden ve onu sonuna kadar sömürerek diğer tüm karakter, durum ve olaylara haksızlık eden bir tv yapımına dönmüş maalesef the witcher. elinizde henry cavill varsa elbet onun ekmeğini yiyeceksiniz ama bu adamın bu kadar hayranını olmasının konforuyla da yapıtın içinde var olan diğer tüm epik öğelere de haksızlık etmeyeceksiniz. zira epikten anladığınız sadece henry cavill'in göz dolduran varlığı, yakışıklılığı adanmışlıysa, diğer hiç kimseye zahmet vermeden yapıtını geri kalanını animasyon ve türlü canlandırma teknikleriyle tamamlayabilirsiniz. böylelikle zenci elf kardeşimiz ve hintli yennefer bacımız da bu kadar acımasız ve hunharca eleştirilmez ve dizini bütün başarısızlığı bu iki garibana mal edilmez.

  • yukarıda da bir arkadaş değinmiş, kurtlar vadisi gurmeleri bilir ki 57. bölüm, dizinin en özel bölümlerinden biridir. bana göre birincisidir.

    aslan amca ölmüş, polat kimlik karmaşası yaşayıp dünyada tek başına kalmıştır. olayın iç yüzüne daha fazla hakim olmak isteyip aslan amcanın evine gider. fakat kendisiyle aynı şey için orda olan abdülhey'den habersizdir. bu noktadan sonra başlayan diyaloglar, sahneler inanılmazdır. arkadan arkadan iyice vurmaya başlayan (bkz: bu aşk) eşliğinde polat ve abdülheyin beyoğlu'nun yokuşlu ve merdivenli sokaklarında koşusu akıllardan bir türlü çıkmaz. geçen sene sırf bu yüzden sahnenin çekildiği sokakları dolaştım ve polat gözümün önünde koşuyor gibi geldi. sonrasında polat bir parka gider ve aslan amcadan kalan kitabı okumaya başlar(bu parkın hangi park olduğunu bulamadım. yalnız kısıklı parkı çok benzer bir atmosfere sahip gibi geldi bana, bilen çıkarsa aydınlatsın lütfen) sabaha kadar süren okumalar sonucu polat, gerçek kimliğinin kim olduğunu öğrenmiş ve kimlik karmaşasını bir kenara bırakmış, hayattaki amacını kazanmıştır.

  • ülkenin içişleri bakanının (bilinçli ya da bilinçsiz) azmettiricisi olduğu olay.

    edit: adam teröristse ya da teröre desteği varsa, ve delilin de varsa tutuklarsın yoksa mafya gibi sokak ortasında yüzbinlerin oyunu almış (beğen ya da beğenme) milletvekiline saldıramazsın.
    bu yoldan çıkmış saldırganlığınızla, işinize gelmeyene terörist, vatan haini diyerek bu ülkenin başındaki en büyük bela ve teörist sizsiniz.

    yakın dönemde af ile salıverilen mafya pisliklerin ne için salındığı da anlaşılmıştır umarım.

    edit2: pkk terör örgütüdür, apo da terörist, ikisinin de suratına sıçayım.
    ama ortada milyonlarca insan var biz bu ülkede eziliyoruz diyerek hdp'ye oy veren... siz hepsi terörist, hepsine kibrit suyu diyerek neyi çözüyorsunuz? siz insanları böyle döverek ve öldürerek neyi çözeceksiniz? bu kadar insan bir sabah kalkıp tamam la biz ikna olduk hiç derdimiz yok en birinci vatandaş biziz mi diyecek? ne cins bir gerizekalısınız lan siz?