hesabın var mı? giriş yap

  • - birşey mi var beyefendi??
    - pardon?
    - neden bakıyorsunuz sürekli??
    - pardon çok özür dilerim, birine benzettim sizi...
    - ...
    - ve ben onu çok özledim...
    - ...
    - sizin gibi renkli kocaman bakan gözleri vardı onun da... saçları sarıydı, teni beyazdı... gerçi son gördüğümde saatlerce kucağımda uyuttuğum için onu, doyamadığım için oynamaya onlarla, dağınıktı biraz saçları mesela, ama her zaman bakımlıydı...

    gülünce dişleri kocaman görünürdü, ve hiç sevmezdi bunu; çok düşkündü güzelliğine... oysa ben de tam tersine, en doğal zamanlarında, gerçekten içten güldüğü anlarda aşık olurdum ona... şimdi düşünüyorum da, hep ima etmişim, hiç söylememişim onu "çirkinken" daha çok sevdiğimi... inanmazdı muhtemelen, ama söyleseydim keşke...

    gülünce tombullaşırdı yanakları, işte tam da o anda avuçlarımın içine alırdım güzelim yüzünü; gözlerimi gözlerine dikerdim, kırpmadan bakardım ona... gözlerimiz dalarken koyu sohbete, biz susardık... sahi, ne kadar da "bir"mişiz aslında...

    gizli saklı haberleşirdik, kimselere belli etmezdik... telefonu açtığımda "naapıyosun sen bakiim" derdim çocukça, "sen yaapıyosun" derdi... havadan sudan konuşurduk, hep kaçak oynardık, ertelerdik asıl söylenmesi gerekenleri, söylemek istediklerimizi...
    bir sessizlik olurdu konuşma arasında tam yeri geldiğini belli eden... "özledim seni" derdi, "burnumda tütüyorsun" derdim... inanırdım, inanırdı...

    yanyana geldiğimizde iki yabancı gibi bakardık birbirimize... yasaktık sanki nedense... mesafeli kalırdık başka insanların yanında, heyecanla yalnız kalacağımız anı beklerdik... ilk fırsatta dokunurdu dudaklarımız... öyle ateşli öpüşmeler değil, eşsiz dokunuşlardı bizimkisi, benzeri olmayan...

    günler birktirirdim ona, anlatılması gereken hikayelerle geçen günler... hepsini anlatmaya vaktimiz olmazdı hiç, çoğunlukla onu dinlerken, onu izlerken öldürürdüm zamanı... vazgeçmek ne kolaydı, ucunda o olunca... hep anlatan ben, hep ketum oluverirdim onun yanında...
    yanıbaşında...
    ne güzeldi hep onunla olmak, yanıbaşında... nefesini kıskandıracak kadar yakınında, omuzlarımız birbirine dokunacak kadar dipdibe... parmaklarını parmaklarıma dolayabileceğim kadarlık mesafede...

    "senden de, senin sevginden de vazgeçemiyorum, ne olur sen de vazgeçme benden" demişti son defasında... vazgeçtiğimi söyleyecek cesareti toplayamamıştım ona, yapamamıştım;
    meğer ne kadar zordu sadece onun için herşeyden vazgeçmeyi göze aldığımı söyleyebilmek...
    hep yazdıklarımı, ancak yazarken anlatabildiklerimi kulağına fısıldayabilmek isterdim, yapamadım...
    "seni seviyorum" diyordu," özledim" diyordu... "eskiden olduğu gibi günün bilmemkaç saatini birlikte geçirebilmek için neler vermezdim" diyordu...
    ama sadece "geliyorum" dese yeterdi bana;
    demedi, diyemedi...

    hani siz az önce telefonla konuşurken gülümsüyordunuz, gözleriniz kısılıyordu ya, ne bileyim, ona benzettim sizi birden fena halde... ne kadar canlıymış anılarım, ne kadar tazeymiş yaralarım, ne kadar kırıkmış hayallerim meğerse...

    * * *
    - birşey mi var beyefendi??
    - pardon?
    - neden bakıyorsunuz sürekli??
    - pardon çok özür dilerim, birine benzettim de sizi, dalmışım biraz... çok özür dilerim...
    - herneyse, önemli değil...
    - tekrar özür dilerim, iyi günler...

  • silgi. okuldayken biri silgimi aldığı zaman, mahsus yanlış yazar, geri alırdım hemen. o silgi önümde durmazsa, sürekli geri alma planları yapar, ders dinleyemezdim.

  • anamı ağlatan dizidir bu.
    iki tane uyku nedir bilmez uykuyu sevmez 10 aylık bebeğimle zaten gecelerin gündüzden farkı yok. bir de aralara lost sıkıştıracağım diye anam ağlıyor. evdeki masraflar dizboyu ona rağmen gittik laptop aldık, iş dönüşü serviste lost izliyorum. hayvan gibi kulaklıklarım var, hiç kibar görünmüyor. omzuna müzik seti koyup müzik eşliğinde yaylanan zencilerden hiçbir farkım yok.
    geceleri rüyamda aaron' u görüyorum, meğerse benimkiler uyanmış ağlıyor oluyor.
    uyku sersemi yataktan fırlıyorum, mutfağın ışığı yanmıyorsa kapının oradaki havlunu gölgesi şerefsizim ki eko' nun kafaya benziyor, ödümü koparıyor.
    gün geliyor yatakta bi yandan ekrana bakıyorum bi yandan oğlanı emziriyorum. ekranın ışığı oğlanın yüzüne gelmesin diye bi yastıkla da gölge yapmaya çalışıyorum.
    insanlıktan çıktım yarabbim!

    maymun oldum bütün şirkete, daha dün akşam ineceğim durağa geldim, bölüm bitmedi diye revirci abi bizim şöförü oyalamaya çalışıyordu.
    servisten bir inişim var elimde kulaklık, çantamın fermuar açık, şarj aleti çantadan sarkmış.
    computer açık kalmış, bi yandan acaip sesler çıkıyor...

    3. sezona gelsek de şu işkence haftada bire düşse, iki gram uyusam, sabah sabah aysuna "keeeeeyttt" diye seslenmesem.
    bu arada serviste bi adam var aynı john locke, işin garibi adamın hangi bölümde çalıştığını bilmiyorum, fabrikada da hiç karşılaşmadım;ulan?

  • kim tarafından, nasıl inşa edildiği bilinmemekle birlikte inşa eden insanların ilkel insanlar olmadığı kesinliğini korur aksine eski mimar ve inşaatçıların becerileri ve zekalarının güzel bir kanıtıdır.
    yapının içerisinde herhangi bir yazı ve ya resim bulunmuyor fakat imza niteliğinde 3 lü spiral oymalar var.

  • akıllara fatih yaşlı'nın şu sözlerini getirendir:

    "çok ilginç bir yalan söyleme tekniği geliştirdiler, ne iseler, ne yapıyorlarsa tam tersini, anti-tezini iddia ediyorlar."

  • wingspan, elizabeth hargrave tarafından tasarlanan, oyuncuları kuş gözlemciliği dünyasında sürükleyici bir yolculuğa çıkaran nefis bir kutu oyunu. birden fazla ödül kazandı ve kolay anlaşılır oynanış mekaniği ve albenili çizimleriyle övgülere mazhar oldu diyelim.

    wingspan'in kalbinde, oyuncuları çok çeşitli kuş türlerini çekmeye ve onlarla ilgilenmeye zorlayan, kartlarla çalışan bir motor yapma oyunu (engine building) var. oyuncular, başarı şanslarını en üst düzeye çıkarmak için kaynaklarını stratejik olarak yönetmeli ve eylemlerini planlamalı bu oyunda. öğrenmesi kolay ancak ustalaşması zor olan oyun mekaniği, oyunculara tatmin edici ve ödüllendirici bir deneyim sunuyor çünkü oyun boyunca kurduğunuz stratejinin ilerlediği hissini alabiliyorsunuz. böyle oyunlar (catan, terraforming mars gibi) iyidir.

    wingspan'in göze çarpan özelliklerinden biri de muhteşem suluboya çizimleri. oyunda her biri ayrıntılı ve gerçeğe uygun şekilde resmedilen 170'in üzerinde benzersiz kuş kartı var. kartlara kuşlar hakkında, yaşam alanları, davranışları ve özel yetenekleri dahil olmak üzere zengin bilgiler eşlik ediyor, bu da wingspan'i yalnızca eğlenceli bir oyun değil, aynı zamanda kuş meraklıları için değerli bir bilgi kaynağı yapıyor.

    wingspan'in bir başka etkileyici yönü de tekrar oynanabilirliği. oyun, oyuncuların farklı stratejilere ve kuş türlerine odaklanabilmesiyle zafere giden birçok yol sunuyor. eh, 170'den fazla kart diyoruz. oyun aynı zamanda değişken bir düzene sahip, yani her oynadığınızda farklı kuş kartları kullanıyorsunuz haliyle ve bu da yeni zorluklar ve fırsatlar sunuyor.

    genel olarak, wingspan güzel çizimleri, stratejik oynanışı ve eğitici değeri tek bir pakette birleştiren harika bir kutu oyunu. kutu oyunu hobisinde engine building mekaniğini hatta komple kutu oyunlarını sevenlerin yanısıra kuşların dünyasıyla ilgilenen herkesin mutlaka oynaması gereken bir oyun. ayrıca gamer olanların gamer olmayan arkadaşlarıyla sıkılmadan kutu oyunu oynayabilmesini sağlayan oyunlardan biri ve bu özelliği ile oldukça kıymetli. şiddetle tavsiye ediyorum!

  • atatürk'ü daha çok ararsınız. bu insanlar yarın öbür gün galip gelirse, irandaki gibi saçın açık diye dayak yerken atatürk'ü neden savunmadık diye daha çok vah edersiniz ama geç kalınmış olur her şey için.

    görsel

    işin ilginç yanı çiğdem hanım seçim fotoğrafı çektirmiş. erkeklerle yan yana koymak istemediler galiba.

    görsel

  • afedersiniz ama beş senem kaldı. iyiki de almışım. beş sene önce almasaydım evimi, şu anda alabileceğimi hiç sanmıyorum.