hesabın var mı? giriş yap

  • özgüvenine hayran olduğum erkek. adam kendinden o kadar emin ki; türbanlı kadın isteyip, türban kullanmayan kadınlarla iletişim kurup, bu kadınların kendisi için tesettüre gireceğinden şüphesi yok.

    ulan o kadın tesettüre girecek olsa kendi için girer, sen kim oluyorsun? hayat arkadaşı değil evde kullanacağı kendine özel oyuncak arıyor yavşak. madem türbanlı bir kadın istiyorsun, git öylesini bul. niye milletin vaktini çalıyorsun ulan? bunlara oyuncak olan, inancını buna alet eden kadınların da aq.

  • muhabir-- ne kadar içki içersiniz.
    neyzen-- birinci dünya harbi boyunca 18 bin okka rakı, içtim
    muhabir-- hehehe yok canım
    neyzen-- gülmesene kardeşim hesap yaptık hesap

  • cehalet başka birşeydir, herkes her şeyi bilecek veya anlayacak diye bir şey yok, bunda kınanacak bir şey de yok, ama hayatta kalabilmek için her insana bahşedilmiş bir muhakeme kabiliyeti herkeste vardır.

    gelin sokrates usulü bir tartışma yapalım

    ortada 3 tane taraf var
    - devlet
    - emeklilik şirketi
    - birey

    bunların üçünün birden kazandığı bir sistem olabilir mi ya da sürdürülebilir mi?

    olamaz diyorsanız bu yukarıda yazdığım 3 tarafı kazanması muhtemel olanlar ve kaybetmesi muhtemel olanlar diye ayırın, cevabı bulacaksınız.

  • ehliyet kurslarının eğitim araçlarında şoförün acemi olduğunu belirten uyarıcı işaretler vardır. bunu gördüğü halde sıkıştırmak için trafik canavarı olmak gerekir.

    kaldı ki tecrübeli bir sürücü bile yokuşta aracı kaldırırken sorun yaşayabilir, sırf bu nedenle birine saldırmak, hatta adam toplayıp geri gelmek tam bir şerefsizliktir.

    sonra o.ç. taksici başlığını sildirmeye uğraşıyorsunuz, önce insan olun.

  • gerçekten de hayatımda gördüğüm en inanılmaz mantık hatası olabilir. "iyi bir çocuk olursanız, bir gün siz de şirinler'i görebilirsiniz" şartına rağmen gargamel isimli koca herif şirinler'i görebilmektedir. adam hem çocuk değil, hem de iyi değil. yaa yaa.

  • geçen gün bir arkadaşımla konuşuyoruz. kendisi sinema ile çok alakalı değil. yani izlediği şey üzerine çok kafa yormaz, izler geçer. bana dedi ki "ben bu 2001 a space odyssey ya da ne bileyim nuri bilge ceylan filmlerini falan sevmiyorum." sonuçta herkes her filmi sevmek zorunda değil ama merak ettim ve "neden sevmiyorsun?" diye sordum. o da "abi bir şey anlatmak istiyorsan açık seçik anlat işte beni filmin karşısında ne uğraştırıyorsun?" diyerek dünyanın en yüzeysel yorumunu yaptı.

    bundan sonra ben de şunu düşünmeye başladım. gerçekten bir yönetmen ya da senarist neden filmlerinde sembolizm kullanır? neden buna ihtiyaç duyar? her şeyi "açık seçik" anlatıp daha fazla insana ulaşmak varken neden 2001 gibi bir film yapıp başına iş açar? bu noktadan sonra bu sorulara yanıt olacak beş farklı cevap buldum. bu cevaplar aslında ayrı ayrı değil. yani birbirini destekler nitelikte. o yüzden sıralaması bir önem arz etmiyor ya da her filmde bütün maddeler olacak diye bir kural yok. şimdi hazırsanız sinemada sembolizm ne işe yarar birlikte bakalım.

    1) kısıtlamalar: sinemayı bir araç olarak belirleyen en önemli noktalardan biri zaman kısıtlamasıdır. her ne kadar seven samurai gibi süresi çok uzun filmler olsa da 3 saat 27 dakika bile bir olayı bir roman kadar detaylı anlatmak için yeterli değildir. çünkü roman detay eklenerek yazılır. yani bir odayı tasvir ederken (sıkıcı olmamak kaydıyla) içerideki her şeyin hikayesini (bir şamdanı kimin hediye ettiği ya da bir ocağın arkasında oluşan isi bile) anlatabilirsiniz. çünkü bunları ince ince işlemek yazdığınız romanı daha gerçekçi kılar ve okuyucuyu hikayenin içine daha çok çeker.

    ancak sinemada bunu yapamazsınız çünkü sinema ekleme ile değil çıkarma ile yapılır. bir ailenin araba kazası ile dağılan hayatını anlatacak bir film çekiyorsunuz. normalde bir ailenin hayatında yüzlerce detay vardır. diyelim ki evin büyük oğlu yıllar önce eşinden boşandı. roman yazarken bu evlilik hakkında anekdotlar anlatabilir hatta bunu üzerine koca bir bölüm ekleyebilirsiniz. ancak sinemada bunu yapma şansınız pek yok. eğer evlilik sırasında yaşanan bir durum şimdiki olayları etkilemiyorsa o koca bölümü tümden silersiniz ve karakteri tanıtmak için 10 saniyelik bir plan içinde eski bir fotoğrafa baktırıp bir cümle söyletirsiniz o kadar.

    bu da bütün o geçmişi, boşanmayı, ayrılık acısını tek bir plana toplamanızı gerektirir. burada çekilen fotoğrafın eskimiş olması, adamın gülümseyen fit bir insanken şimdi kendine bakmayan somurtkan birine dönüşmesi, fotoğraf deniz kıyısında çekilmişken adamın soğuk iklimli bir yerde yaşaması gibi seyircinin biraz dikkatli baktığında fark edeceği semboller kullanmanız gerekir. eğer görsel ya da diyalog anlamında doğru işaretler kullanırsanız da karakterin geçmişini 10 saniyede anlatmayı başarırsınız.

    2) bildiniz yüz puan: insanlar neden bulmaca çözmeyi severler? çünkü bu beyinlerindeki ödül mekanizmasını çalıştırır. mesela şöyle düşünün test çözüyorsunuz ama bir soruda takıldınız. öyle bakıyorsunuz olmuyor böyle bakıyorsunuz olmuyor. burada elinizde iki seçenek var. birincisi dersin hocasına gidip sormak. bu sizin öğrenmeniz için iyidir. ancak bir zaman sonra soruya geri döner ve çözümü kendiniz bulursanız "haaaa demek böyleymiş." anı size büyük bir tatmin yaşatır.

    yönetmenler ve senaristler de aslında bir nevi size bu hissi yaşatmanın peşindedir. mesela the prestige, the sixth sense ya da fight club gibi filmler insanların aklında yer etmiştir çünkü finallerinde insanların beynindeki ödül mekanizmasını harekete geçirmeyi başarmışlardır. eğer bu filmler hikayenin başında işaret edip finale hazırladıkları şeyleri önceden söylemiş olsalardı bu kadar etkileyici olmalarına imkan yoktu.

    2001 yada david lynch yapımlarının durumu ise bu filmlerin ötesindedir. bu yapımlar insanı merak ettirir ancak verdiğim diğer örnekler gibi finalde durumu açıklamazlar. bu da beyninize ödülü film bittikten sonra vaat eder. bu andan sonra ödülünüzü almak için film üzerinde normal bir filmden daha fazla düşünmeye başlarsınız. böylece film hafızanızda yer etmiş olur. ki bu da binlerce filmin üretildiği bir ortamda başarıyı getirir.

    3) tekniğin gücü: sinemaya, tüm sanatların bir araya geldiği sanat denmesinin bir sebebi var. çünkü sinema sadece hikayeden ya da diyalogdan ibaret değildir. ses, kurgu, dekor, kostüm, görüntü yönetimi gibi daha pek çok unsur da sinemaya dahildir.

    bu yüzden yönetmenler diğer etkenlerin gücünden de faydalanmak isterler. örneğin bir insanın iyi niyetli olmadığını söylemek bir yöntemdir. ancak o karakter konuşurken arkaya gergin bir müzik verip kurduğunuz ışık havuzuyla yüzünü gölgelemek daha güçlü bir betimleme yapmanızı sağlar.

    ya da bir insanda tanrı kompleksi olduğunu diyalogla söyleyebilirsiniz ya da o karaktere bir yerde kollarını iki yana açtırıp boynunu eğdirerek gönderme yaptırırsınız. bu bir şeyi direkt olarak söylemekten hem daha güçlüdür hem de göndermeyi anlayan insanlar ikinci maddede söylediğim ödül hissini yaşarlar.

    4) ne söylediğin değil nasıl söylediğin önemli: bir aldatma hikayesini, yeni yerleri keşfetmeye giden bir adamın hikayesini ya da kaybolan bir insanın hikayesini anlatan onlarca binlerce farklı yapıt var. burada en fazla zaman/mekan değişebilir ama bu da çok orijinal bir dokunuş yaratmaz çünkü eklenebilecek tüm detaylar eklendi zaten.

    bu yüzden ekleme şansınız kalmadığı için farklı olabilmek adına yapacağınız şey çıkarmak olabilir. böylece hikayede yaratacağınız gizem ile anlattığınız hikayeyi farklı bir üslupla anlatma şansınız olur.

    örneğin iki düşman ailenin birbirine aşık olan çocuklarını anlatacaksınız. (neden böyle bir şey yapmaya karar verdiğinizi sormuyorum bile) bu hikayenin milyar farklı varyasyonu yapıldığı için artık ne yaparsanız yapın dikkat çekme ihtimaliniz çok az. bu yüzden seyircinin ilgisini arttırmak için mesela ailelerin düşman olma nedenini anlatmazsınız. ilerleyen kısımlarda da bunu ima edersiniz. böylece hem gizem yaratmış olursunuz hem de imayı anlayan seyircinin beyninde ödül mekanizması çalışmaya başlar.

    5) sen de mi o filmi seviyorsun? sinemada sembolizm kullanırken referanslardan faydalanırız. mesela polaroid fotoğraf makinesi 80'ler için bir referanstır. bu türden kullanacağınız bir referans da o dönemi yaşamış izleyicilerin filminizle direkt olarak bağ kurmasını sağlar.

    bunu pek çok şekilde genişletebilirsiniz. örneğin herhangi bir bilim kurgu filminde yapacağınız arthur c. clarke ya da isaac asimov referansı seyirciden olumlu geri dönüş almanızı sağlar. ya da türün önemli bir sinemacısına yapacağınız gönderme yönetmen ya da senaristin izleyiciyle "bizim zevklerimiz aynı." demesidir. bu da filmin ötesinde bir bağ kurma çabasıdır zaten.

    ancak bu referansları çok fazla kullanmamak ayrıca sembolizmin gereği olarak yaptığınız şeyi gizlemeniz gerekir. yani bakın benim filmimde ne referanslar var diyerek izleyicinin gözüne sokmak hem ikinci maddede bahsettiğimiz izleyicinin zekasına hakarettir hem de bağ kurma çabasını abartmaktır. o yüzden tavsiye edilmez.

    sonuç olarak sembolizm sinema için gereklidir. anlattığınız şeyi ne kadar ima edeceksiniz ne kadar açıklayacaksınız konusu ise kullandığınız imgelerin ne kadar güçlü olduğuyla ilgilidir. örneğin elinizde güçlü bir imge varsa bunu açıklama gereği duymazsınız zaten olan her şey ortadadır. ancak bir konuda yaptığınız işaret anlaşılamayacak gibiyse ya bunu daha güçlü bir şeyle değiştirmeniz ya da birden çok imgeyle desteklemeniz gerekir.

    zaten bu tür şeyler olmasa filmleri yapmanın ya da izlemenin de bir mantığı kalmaz. çünkü tümden açık olacaksak bir kişi otursun kameranın karşısına anlatsın her şeyi (bazı ingmar bergman filmlerini ayrı tutuyorum burada) biz de dinleyelim. ancak dediğim gibi bir şeyleri keşfetmek ve anlatılan işleri anlamaya çalışmak sinemadan aldığınız keyfi artıracaktır.

  • fahrettin koca'ya 2 eylül 2020 basın toplantısında patronunun giresun mitinginin corona önlemleriyle bağdaşıp bağdaşmadığını sorabilen yol tv muhabiri yürekli ve namuslu gazeteci. memlekette namuslu gazeteci o kadar az ki bir tanesine denk geldiğimizde biraz olsun yüreğimiz soğuyabiliyor. her ne kadar sağlık bakanı patronuna karşı duyduğu derin korkaklıkla yine milletine ihanet edip soruyu "cumhurbaşkanımızın maske-mesafe meselelerinde ne kadar hassas olduğunu hepimiz biliyoruz." minvalinde geçiştirse de önemli olan bu soruyu sorabilmekti. sağlık bakanının renginin atması bile çürümüşlüğün tarihe geçen kanıtı oldu. çok sağ ol özge hanım.

  • beşinci evlilik yıldönümümüzün akşamı karıma hediyesini verdikten sonra biribirimize sarıldık tam bu sırada kızım odasından gelir;
    kızım: aaaaaaaaaaaa ` :çığlık atarak`
    tathar: ne oldu kızım.
    kızım: bi daha aşık olduğunuzu görmiyim.

  • sabah kahve almaya çıktım, önümde de bir tane kız var ama ölüyor tikilikten, kokoşluktan, kezbanlıktan... siz artık hangisini daha çok seviyorsanız. kahvesini söyledi, sonra da geçti oturdu, taktı kulaklığını. adı söylendi, duymadı; birkaç kere daha bu devam edince oradaki bir beyefendi aldı kahveyi ve koydu kızın masasına, tamamen iyi maksatlı:

    - yalnız benim sevgilim gelecek birazdan. (olabildiğince lafı sündürerek)
    + şu arkadaki kadını görüyor musun?
    - evet?
    + hah işte o benim nişanlım, attan inip eşşeğe binmem ben.

    sonra da havalı bir biçimde geçti yerine oturdu. hani lisede birisi laf sokunca "oooo nası koydu lafı", "o lafın altında kalacağına gel benimkinin altında kal" falan denir ya, öyle bir uğultu yükseldi tüm mekandan. kız da kahveyi mahveyi almadan çıktı gitti. hatıra fotoğrafları çekildi, elemana verildi mendil halay başı edildi, onların hesabı ortaklaşa ödendi, iki waffle ısmarlandı, bir başka gün toplanmak için telefonlar paylaşıldı. sabah mutsuz uyanmıştım, vallahi iyi geldi.

    bu da benim anım hüsnü.