hesabın var mı? giriş yap

  • çok değil 10 sene sonra; bunların bir tanesi bile referandumda evet oyu verdiğini kabul etmeyecek ona yanıyorum.

    gidin sorun büyüklerinize. %91.37 evet oyuyla kabul edilen kenan evren anayasasına evet dediğini kabul eden bir kişiyi bile bulamayacaksınız.

  • her boşluğa sağına soluna bakmadan pat diye atlamalarıdır. sonra da motorcuları fark edin diye bas bas bağırmalarıdır.
    edit1:imla
    edit2: mesajla uyaran arkadaş eklememi istedi; "yol olmadığında fütursuzca kaldırıma atlamaları"
    edit3: ara sokaklarda yayaların arasından zikzak çizerek hayvan gibi gitmelerini de eklememi istedi bir arkadaş.
    edit4: ters şeritten gidip yol vermedin diye bozuk atmalarını da ekleyelim.

  • reddit'teki /r/turkeyjerky subreddit'inde paylaşılan bir yazısıyla ortaya dökülen bilgi.

    31 ağustos 2012 tarihli hilal kaplan yazısı burada.

    kendisi şöyle demiş: "edindiği üstün askeri başarılara rağmen tarihimizde bir kazım karabekir muharebesi yoktur ama biraz önce bahsettiğim başkomutanlık meydan muharebesi ile birinci ve ikinci inönü savaşları vardır."

    yani hilal hanım inönü'nün bir kasaba ismi olduğundan bihaber, ismet paşa muharebeyi kazandığı için savaşların adına inönü savaşları dendiğini sanıyor. sanırım o yıllarda soyadı kanunu olmadığını da bilmiyor ki muharebe esnasında ismet paşanın soyadının inönü olduğunu ve muharebe bitince kendisinin soyadının savaşlara verildiğini düşünmüş.

    biraz daha yukarıda başka bir durum daha var.

    "örneğin amerikalılar için bir george washington savaşı yoktur ama iç savaş vardır" demiş.

    kendisi george washington'u amerikan iç savaşı esnasında yaşamış ve savaşmış biri sanıyor. oysaki washington koloniler adına ingilizlere karşı savaşmış ve zaferden sonra ilk abd başkanı olmuş kişi. washington'ın ölümü 1799. amerikan iç savaşı ise washington'ın ölümünden çok sonra, 1861'de başlıyor. o esnada abd başkanı abraham lincoln.

    pes doğrusu peli.. pardon, hilal hanım.

  • the last dance gibi türünün belki de en değerli örneklerinden olan ve nakış gibi işlenmiş bir belgeseli, cahil oğlu cahil bir çevirmenin eline teslim edip, çıkan ürünün nasıl bir facia olduğunu algılayamayan cahil oğlu cahil bir denetim mekanizmasına sahip kişi, kurum ya da kuruluş. ya hep kendimi tekrar ediyormuş gibi hissediyorum ama gerçekten vasatlık bizde ata sporu. tüm genetiğimize sirayet etmiş.

    televizyon sektöründe çalışmaya başladığım ilk yıl boyunca yaptığım diğer işlerin yanında altyazı da yazıyordum. hata yapmamak için o kadar çok kontrol ediyordum ki yazdıklarımı, hakim olmadığım bir alanda yazıyorsam en az 2 gün ön çalışma yapıp, her tereddütümde de arama motoru üzerinden çevirilerimi teyit etme ihtiyacı duyuyordum. az izlenen ve görece değersiz projeler olmasına rağmen verilen emeğe olan saygımdan dolayı bunu yapmak zorunda hissediyordum.

    arkadaşım eline the last dance altyazı çevirmeni olma fırsatı geçmiş, be cahil oğlu cahil, bilgiye ulaşmak bu kadar kolayken bir adet basketbol terimini bile nasıl doğru çeviremezsin. hadi diyelim bu adam/kadın içerikle alakalı cahil, tamam denetim mekanizması da basketbol topunu görse bomba zannedecek tipler, abicim ilk iki bölümün ardından bir sürü eleştiri ve uyarı gelmiş size. 10 saatlik bir içeriğin altyazısını küçük bir ekiple yazmak 2, bilemedin 3 günlük iş. ver parasını, al danışmanlığını, tekrar yazdır. eminim ki sözlükten bile bu işi bedavaya yapmaya gönüllü pek çok insan çıkar.

    ben belki 2-3 kişinin okuyacağı şu yazıyı yazarken bile en az 5 defa kelimelerin doğru yazılışını aratıyorken, her ay belli bir miktar para karşılığında bana sunulan bu vasatlığa tahammül edemiyorum.

  • bir defasında yağmur yağıyordu. canım onu seyretmek istemişti. koltuğu ite kaka pencerenin önüne uzatıp ışıkları kapattım, perdeleri açıp oturdum seyretmeye başladım. sevgilim öbür odada bir şeyler yapıyordu, biraz sonra o da geldi. n'aptın naapıyosun falan demedi hiç. geldi yanıma oturdu. sabaha kadar, belki 4-5 saat tek kelime etmeden orada oturup yağmuru seyrettik. o ilişkiye dair en mutlu olduğum anlardan biri o.

    bir başka günse yine o koltukta oturmuş dışarıyı izliyordum, o da içeride telefonla konuşuyordu. konuşması bitince geldi, o konuşmaya dair bi şeyler söyledi. oradan konu konuyu açtı, çocukluk arkadaşlarından komplo teorilerine, avrupa göçmen politikasından hooke newton kavgasına kadar non stop konuşup durduk belki 7-8 saat. izleyelim diye seçtiğimiz film ilk sahnesinde pause'da kaldı öyle. güneş doğunca kapatıp yattık.

    bir başka gün bi restorandaydık. hararetli hararetli bi şeyden konuşuyorduk. bi onun bi benim telefonum çalıp duruyordu, ikimiz de reddedip reddedip duruyorduk. sonunda yeter ama diyerek telefonları sessize aldık. konuştuğumuz şey bitince de açmadık, susuşup tek kelime etmeden biralarımızı içerek uzun uzun daha oturduk öyle denizi seyrederek.

    bi başka gün tek başımaydım. çok güzel göründüğü için ona göndermek üzere ayın fotoğrafını çekmeye çalışırken ondan bana ayın fotoğrafı gelmişti. beraber bile oturmuyorduk. 3200 km mesafedeydik.

    bir başka gün ayrılmaktan konuşuyorduk. aslında o konuşuyordu, ben ötelere bakıp susuyordum.

    başka bir gün yine ayrılmaktan konuşuyorduk. aslında ben konuşuyordum, o ötelere bakıp susuyordu.

    sonra ayrıldık. artık ne konuşuyor ne susuyoruz.

    acıklı gibi tınladı da, değil. doğal döngüsünü tamamlamış eski güzel bi ilişki işte…

    diyeceğim, ister sus ister konuş ister halay çek.. yan yana bile olma hatta. olay ne yaptığında değil çünkü, o an birlikte aynı “an”da olup olmamakta.

  • yaralı parmağa işe desen, insanlık için bir fidan dik desen, aç bir çocuk doyur desen gelmez. ama o heykel protesto edilmezse biteriz yanarız kül oluruz. kimseye yaşından ötürü saygı duymak zorunda değilim.

    sözlük ya burası ondan bir de tanım olmalı: yaşadığı yeri bitirmiş izmir'i de bitirmeye çalışan 98 yaşındaki çember sakallı insan.

    edit: rehber köpekler derneği kurulmuştur. bu dernek türkiye'de ender olan iyi olaylardan biri olabilir. lütfen öğreniniz.

    (bkz: rehber köpekler derneği)
    entry linki
    #60468430

  • ilkokulda çok hızlı koşardım ben. ilçeler arası yarış yapılacaktı, öğretmenlerim gidip annemden rica ettiler, takım kurulacak oğlunuz da olsun diye. annem "terler bizim oğlan üşütür" dedi göndermedi beni. bakışa bak amk. işte çocukken terlemeden koşmayı becerebilseydim şimdi alkolik olmazdım belki.

  • ayaküstü eline jilet verip traşa göndermek ney lan? şakaysa hiç komik değil, ciddiyse çok komik. bu ik'cıların psikolojisi nedense hep bozuk zaten.

  • currents, "let it happen", "new person, same old mistakes", "love / paranoia" ve her ne kadar çok sevmesem de "the less ı know better" gibi devasa hitler barındıran bir albümdü. buna rağmen albümün kalan şarkıları en fazla ortalama denilecek bir seviyedeydi. the slow rush ise bu saydığım 4 şarkı ölçeğinde devasa hit şarkılar içermiyor. buna rağmen çok daha dengeli ve iyi bir albüm toplamda. "ı wanna say it's alright, you're just a man after all" derken ve "how could ı love again?, how could ı ever ask for more?" diyerek bitirirken içinizde çok derin yerlere dokunuyor. currents gibi barda duyduğunuzda herkesin "let it happen işte ya" diyeceği bir albüm değil bu, daha çok evde ışıklar kapalı, kendinizle başbaşa odanızda dinlerken size eşlik edecek harika bir yol arkadaşı. içine girmesi biraz çaba istiyor ama karşılığını fazlasıyla veriyor.

  • kendisiyle bolca vakit geçirmişliğim, sokak arasında top oynamışlığım bile var. başlığı görünce o günler geldi aklıma, gerçekten çok şanslıymışım. (bkz: super baba) dizisi semtimizde, bazı sahneleri ise evimizde çekiliyordu. dizinin bütün kadrosu, kamera arkası arkadaşımız olmuştu... bu güzel insanlarla bir kare bile fotoğrafımın olmayışı içimi çok burkuyor. o zamanlar en teknolojik aletim tetristi.