hesabın var mı? giriş yap

  • kime neye oy verdikleri, olan biteni olduğu gibi yayınladıkları sürece umurumda olmayan çalışanlar.

  • ezik ingilizlerin futbolun ilk çıktığı anlarda sömürgelerinden biriyle maç yaparken uydurmuş olduklarını düşündüğüm futbol kuralı.

    hintli:
    - goooooool
    ingiliz:
    - hooop şişt sakin ol bakalım ofsayt var orda gol sayılmaz
    hintli:
    - aaaa niye ki?
    ingiliz:
    - sizin golünüzün sayılması için önünüzde en az bir tane ingiliz defansı olması lazım.
    hintli:
    - oha
    ingiliz:
    - öyle; ayrıca maçlar artık 100 dakka değil 90 dakkadır. ahanda bitmiş ehi ehi ehi kazandık.

  • bunun erkek çocuklarına giydirilmesi yasaklanmalıdır, duygusal travmalara yıllarca kanayan yaralara neden olur. annemin her sabah zorla giydirdiği ve çorabın belinden tutup ayaklarım yerden kesilene kadar yukarı çektiği o zalim sahneyi unutmaya çalışırken alkolik oldum ben.

  • 1986 yılında antalya’da bir komiseri öldürerek "katiller kulübü"ne katılan süleyman aktaş, akıl hastası olduğu gerekçesiyle beş yıllığına akıl hastanesine gönderildi. aktaş’ın tek’de elektrik teknisyenliği yaptığı dönemde 30.000 voltluk elektriğe kapılarak akli dengesini yitirdiği iddia ediliyordu.taburcu edildikten sonra memleketi denizli’nin bozkurt ilçesinin çambaşı köyüne yerleşti. aradan geçen üç yılın ardından adam öldürme dürtüleri tekrar hareket geçti ve köyden dört kişiyi öldürdü. ancak bu sefer yeni bir stil bulmuş, kurbanlarını kafalarına ve gözlerine çivi çakarak öldürmüştü. tekrar manisa ruh ve sinir hastalıkları hastanesi’ne kaldırılan çivici, yakalandıktan sonra polise verdiği ifadede "çivi görünce dayanamıyorum, insanların kafalarına çakasım geliyor" demiş ve bir süre sonra hastaneden kaçtığında köy nüfusu, korkup kaçan insanlardan dolayı bin beş yüzlerden beş yüzlere kadar düşmüştü. çambaşı halkının nüfusu ancak, süleyman aktaş’ın taburcu edileceği korkusuyla, hakkında 2000 yılında verilen "ömrünün sonuna kadar gözetim altında tutulmalıdır" raporundan sonra eski sayısına ulaştı.

  • elitliğe bakar mısınız?

    bu ülkede

    bakanın biri iki gün üstüste aynı gömleği giydi diye,
    diyanet işleri bakanı evine yürüdü diye,

    acindirma yapılıyor.

    utanma duygusu olur insanda... herkes mercedes'e binebiliyormuş. bu cümledeki "herkes" hangi herkes? bizim çalık, milletin a.ına koyacağız, bakara makara, gemi değil gemicik, alo fatih, bilmemne villaları, urla, kupon arazi kavramlarının muhatabı "herkes" mi?

    yoksa, ananı da al git denilen çiftçi, çizmesi sedyeyi kirletir diye endişelenen madenci, kendisine iş verildi diye şükretmesi gerektiği söylenen engelli, dilenci yerine konulan kanser hastası öğrenci, 30 yıldır çocuklarından haber alınamayan anneler mi?

    insanlar var gözleri görür, sözleri dünyamızı karartır,
    insanlar var gözleri görmez, sözleri dünyamıza ışık tutar.

    edit: ajitasyon dogru tabir degilmis. acindirma olarak degistirdim. uyaran rolandmicrocube'e tesekkurler.

  • bu yazı genel olarak başarıda çalışmak mı daha önemli zeka mı konusunu ele almaktadır.satranç üzerinden temellendirilmiştir.

    zekâ, en genel tanımıyla çözüm bulma gücü ve öğrenebilme; yetenek ise uygulayabilme becerisidir. birçok bilim insanı başarı için bu iki özelliğin olmazsa olmaz olduğunu savunur.

    macaristanlı eğitim psikoloğu lazio polgar ise bu bilim insanlarından birisi değildi. çoğunluğun aksine başarıda yeteneğin önemli olmadığı tezini öne sürdü ve bu tezi kanıtlamak için bir deney başlatmaya karar verdi. fakat deneyin başlaması için evlenmesi gerekiyordu. o da bu doğrultuda gazeteye ‘’teorimi kanıtlamak üzere hayat arkadaşı arıyorum’’ ilanını koydu. ilanı ilgi çekici bulan ukraynalı öğretmen klara, deney uğruna evlenecek delirmiş çift sözlerine aldırış etmeden evlenme teklifini kabul etti. bu sayede deney başlamış oldu.

    lazio, seçtiği alan satrancın nasıl eğlenceli hale getirebileceğini araştırırken 1969 yılında ilk kızları suzan dünyaya geldi. suzan 4 yaşına bastığında satrançla tanışarak günde 6 saat babası tarafından özel eğitime tabi tutuldu. 1974 ve 1976’da doğan sofia ile judit kız kardeşleri ile de satranç sınıfına iki öğrenci daha eklendi.

    polgar kardeşler: (bkz: https://eksiup.com/p/u5412117wo7d)

    sonuç; ilk kızları susan, fide’nin en yüksek ünvanı olan ‘’grandmaster’’ ünvanını alan ilk kadın, ortanca kardeşi sofia, o tarihteki dünyanın en iyi beş performanstan birini sergileyerek birçok önemli derece kazanan kişi, en küçük kız kardeşleri judit ise hem genel kategoride hem de kadınlar kategorisinde en genç ”grandmaster” ünvanını kazanıp, dünya sıralamasında ilk 8’e girebilen tek kadın sporcu olarak satranç tarihine isimlerini altın harflerle yazdırdılar..

    lazio, kızlarını dünya şampiyonu yaparak deneyini başarıyla tamamlamış oldu. peki, gerçekten de tezinde haklı mıydı?

    florida üniversitesi profesörü anders ericsson’ın ortaya koyduğu, malcolm gladwell’in outliers kitabıyla popüler hale gelen 10.000 saat kuralı lazio’nun ‘’dahi doğulmaz dahi olunur!’’ tezini desteklemekte.

    10.000 saat kuralı basitçe başarılı olmak için yetenek ve zekâdan ziyade çok çalışmanın önemli olduğunu belirtiyor. günde 3.5 saat çalışan kişi 10 yılın sonunda yaklaşık 10.000 saat harcamış oluyor ve o alanda üst düzey başarıya erişiyor. kitapta bahsedilen örneklerden bir tanesi efsanevi dünya satranç şampiyonu bobby fischer. fischer, 6 yaşında satrancı öğrendikten bir süre sonra ‘’yapmak istediğim tek şey satranç oynamak’’ diyerek yemek yerken bile vaktini satranç çalışmaya ayırmış, 15 yaşında satranç tarihinin en genç büyük ustası olmayı başarmıştı.(bu rekorun daha sonra kimin tarafından kırıldığını artık biliyorsunuz).

    bobby fischer: (bkz: https://eksiup.com/p/mg412119zctk)

    10.000 saat kuralını desteklemek için ‘’öğrenme sanatı’’ kitabının yazarı, ‘’searching for bobby fischer’’ ( masum hamleler ) filmiyle tanıdığımız joshua waitzkin örneğini de verebiliriz. fischer gibi çok küçük yaşlarda satrancı öğrenip çalışmalarına başlayan joshua, uluslararası usta olduktan sonra (2480 elo) satrancı bırakıp uzak doğu sporlarından birisi olan ju jitsu’ya yöneliyor ve orada da yoğun çalışmalarının sonucunda şampiyon olmayı başarıyor! ya da bugün dünyanın en iyi çocuk piyanistlerinden birisi olarak kabul edilen, aynı zamanda amatör bir satranç sporcusu olan izmirli kaan turan’a bakabiliriz. kendisi bir röportajında anne karnında dinlediği çaykovski’nin fındıkkıran balesini hayatı boyunca unutamadığını söylüyor. daha doğmadan piyano sesi ile tanışan kaan, aldığı birçok eğitimin yanında, çalışma önceliğini her daim piyanoya ayırıyor. 13 yaşına geldiğinde ise girdiği okul sınavlarında türkiye şampiyonu olmasının yanı sıra piyanoda dünya şampiyonu oluyor. (sofia polgar da satrançtaki başarısının haricinde ünlü bir ressamdı)

    örnekleri beethoven, mozart, picasso gibi birçok ismi ekleyerek çoğaltabiliriz. bilindiği gibi beethoven ile mozart müzisyen picasso ise ressam bir aileden geliyordu. beethoven’in babası ludwig van ünlü bir piyanist, mozart’ın babası leopold besteci ve müzisyen, picasso’nun babası blasco ise ressamdı. doğru eğitimle çok küçük yaşta tanıştılar ve kendi alanlarında binlerce saat harcadılar.

    bizler de bu mantıkla nobel ödüllü aziz sancar’ın ‘’çoğu insan zekaya inanır, ben inanmıyorum. bizi birbirimizden ayıran emektir. ben çalışmaya inanıyorum’’ sözünün ışığında hepimiz çok satranç çalışırsak shakhriyar mamedyarov gibi bir oyuncu olabiliriz diyebilir miyiz?

    maalesef! bir insan ne kadar emek harcarsa harcasın ‘’üst düzey’’ başarıya ulaşamayabilir. çünkü başarının %80’i çalışmaksa %20’si yetenek ve zekâdır. aziz hocamız çalışmanın önemini vurgulamak adına zekâya inanmıyorum dese de zekâ: %50’si kalıtsal olarak aileden geçen %50’si ise çevresel faktörler sonucunda şekillenen bilimsel bir gerçektir. m. gladwell’in kitabında çalışmasıyla örnek gösterdiği bobby fischer’in ıq’sunun 187 (einstein'ın 160) olduğunu unutmamak gerekir. yine de çok çalışmayla mamedyarov gibi üst düzey bir oyuncu olamasak bile ünvanlı bir satranç sporcusu olabileceğimizi söyleyebiliriz.

    azeri gm shakhriyar mamedyarov : (bkz: https://eksiup.com/p/xb412121nf8c)

    satrançta başarılı olmak için neler önemlidir?

    1- sevmek

    satrancı seven, isteyerek oynayan sporcu, öğrenmekten zevk alır ve satranç çalışmayı kolaylıkla alışkanlık haline getirir.

    2- doğru antrenör

    başarı için iyi eğitim şarttır. iyi eğitim ise ancak iyi antrenörle mümkündür. antrenör, sporcu potansiyelini sistemli bir çalışmayla destekleyerek, hazırladığı çalışma programını sporcu seviyesine göre ayarlar. en iyi öğrenme yöntemlerinden birisinin sporcunun kendi deneyimi olduğunu bilir, bu sebeple sporcusunun bol bol hata yapmasına izin verir. sonrasında geri bildirimlerde bulunarak sporcusunun hatalarından ders çıkarmasını hedefler.

    aynı zamanda antrenör, sporcunun eksiklerini fark edip sporcu stiline göre yönlendirmeler yapar. günümüzde maalesef bir takım antrenörler sporcularının oyun karakterine bakmaksızın sadece kendi bildikleri en iyi açılışı öğretmektedir. bu açılışlar kısa vadede başarı getirse de uzun vadede sporcunun satranç gelişimi için son derece zararlıdır. ( örneğin: beyazda da siyahta da ezbere oynanan taşduvar tarzı sistemler )

    3- disiplinli çalışmak ve sebat

    zaman zaman sporcular üzücü bir turnuva yenilgisinden sonra hırslanıp satrançta çok iyi olmak üzere kendilerine söz verir. ilk birkaç gün, günde 6-7 saat çalışıp sonraki günler yavaş yavaş bu çalışma sürelerini azaltan sporcu bir süre sonra çalışmayı tamamen bırakır.

    satranç emek isteyen zekâ ve bilgi oyunudur. dolayısıyla ne kadar çok bilgi öğrenilirse kazanma ihtimali o kadar çok artar. sporcu bunun bilincine vararak anlık motivasyonlarla bir günde 7 saat çalışıp sonrasında hiç çalışmamak yerine günde bir saatten yedi gün çalışmalı, satrancı hayatının bir parçası haline getirmelidir. ek olarak; canı sıkılsa dahi çalışmalarına devam edebilecek iradeyi göstermelidir.

    4- odaklanmak

    sporcu her çalışmayı, kendisini bir önceki halinden daha iyi noktaya taşıyacak bir araç olarak görmeli, bu şekilde çalışmalara odaklanmalıdır. çalışmalar esnasında otokontrol sağlayarak olumsuz etkileneceği her şeyden kendisini soyutlamalıdır. tahta başına geçtiğinde ise sadece oyunu düşünmeli, yaptığı hamleleri hissetmelidir.

    beethoven’ın dediği gibi ‘’yanlış bir nota çalmak önemsizdir. tutkusuz çalmak affedilemez!’’

    5- çevresel faktörler

    özellikle küçük yaş gruplarında ailelerin yanlış tutumu sporcunun başarısını doğrudan etkilemektedir. bazı aileler satrancın keyifle oynanan bir spor dalı olduğunu unutup olumsuz bir sonuçta çocuklarına ‘’senden 400 rating düşük güçteki sporcuyu nasıl yenemezsin?!’’ şeklinde kızmakta, sporcuyu satranca küstürmektedir. aynı şekilde bu durum aşırı hırslı antrenörler için de geçerlidir. antrenör sporcusuna maçtan önce ‘’o kadar çalıştık! mutlaka kazanacaksın’’ şeklinde stres yüklememeli bunun yerine ‘’elinden geleni yap, sonuç önemli değil’’ şeklinde rahatlatıcı söylemlerde bulunmalıdır.

    satranç ölüm kalım mücadelesi, sporcular da asker değildir!

    edit: yazıyı kaynaklarıyla birlikte sitemizden okumak isteyenler için : https://www.chessinside.com/…eka-calisma-ve-basari/

  • 26 ğustos 2018, muhabbet hızlı ve öfkeli 5- rio soygunu.
    bizim kafadarlar da filmi kendince yorumluyor :

    c: bugün hızlı ve öfkeli 5 rio soygunu adlı filmden bahsetmek istiyorum.
    e: hızlı ve öfkeli'nin sonuncusu taş ve sopalarla çekilecek demiştiniz doğru mu?
    c: doğrudur, bunu başka şeyler için de demiştim.
    e: peki diesel dostumuz oynuyor mu filmde?
    c: evet, hesaplı olsun diye.
    e: dizelden o kadar sürat hayatta çıkmaz.
    c: devamlı yarışıyorlar ya film boyu kaç depo gitmiştir.
    e: dizel öfkeli olan, hızlı olan öbürü; benzinli.
    c: benzinli hızlı. bu da "beni devamlı geçiyor, ben yokuş bile çıkamıyorum." diye sinirleniyor.
    işte 5. filmin tüm hikayesi bu.

  • ana karakterlerinden biri** taksici olmasına rağmen 85 bölümdür -ya da 2 yıldır- takside hiç para dolu çanta ya da bomba sanılabilecek şüpheli bir paket unutulmayan dizi. klişeden ölen var çünkü.

  • hmm çoktan seçmeli sınav sorusu.

    tipe önem veririm. boy pos kaş gözü geç, el önemlidir. güzel el müzel el diye şeyler çıkarmışlar, onlar tırı vırı. el önemlidir, maharetli mi misal. çalışmış el mi. ne yapmış? topraktan anlamış mı? hayır. peki taş taşımış mı? çekmece tamir etmiş mi? kablo mu bağlamış, çiçek mi sulamış, ağaç yontmuş, rahmaninof çalmış, kare kare havuç doğramış?? bi at çizmeyi mi denemiş yahut kire pisliğe bulanıp buji değiştirmiş? tip tip el var. güzel eller... yoksa pıtı pıtı akıllı telefon ekranından twit atıp durmuş anca ama yok uzun parmaklıymış, yok kemikliymiş zart zurtmuş. geç, dandik el o.

    paraya da önem veririm. hiç iflas etmiş mi misal. burnu dibine kadar boka batmış mı, aç karna bi tost alıp yiyecek meteliği bile olmadan dolaşmış mı.. tekrar geri çıkabilmiş mi bundan? nasıl çıkmış? beş parasız ve çok paralıyken karakteri değişmiş mi? tapınmış/ tapınıyor mu paraya, onu kendisini daha önemli, üstün ya da daha değersiz yapan bi varlık olarak mı görüyor? bakışı ne paraya, kendini konumlayışı ne?

    zekaya da bakarım. görebilmek zeka. hele en üst seviyesi kendini görebilmek. yoksa isterse 3'le 5'i parmaklarıyla toplasın, isterse 6 nobel dizsin, bana gelişi bir.

    noldu bak, hepbiri çıktı... kadınlar azı beğenmez işte, böyle bunlar.

    çok pis çarpık, çizik çuzuk bi binary mercekle bakıyorsunuz şu mevzulara. kötüsü, zaman dışında kimse de size gösteremez o merceği. kaybettireceği onca yıla cidden yazık.

  • alkol alınımının tavan olduğu, günahın envayi çeşidinin işlendiği güzel ülkemde bir tek birlik halinde dışlanmış günahtır. neden olduğunu anlamam. kimseye neden yemiyorsun demem de, diğer günahlar dert değil bir bu mu dert derim. adama bakıyorsun; alkol var, zina desen gırla, yalan söyler, ticarette harama el uzatır.... liste uzar gider. söz konusu domuz eti olduğunda bütün bu adamlar ağız birliği eder. günah! e diğerleri ne? bu kadarı bana iki yüzlülük gelir.
    büdüt:yanlış anlayanlara, i levye domuz eti!