hesabın var mı? giriş yap

  • ülkenin melihçi misin, eraycı mısın şeklinde ikiye bölünmesi. şimdi şöyle bir geçmişe bakıyorum, yıl m.ö 40 civarı. batı-doğu hun diye bölünmüştü türkler. o günden sonra en büyük bölünmedir türk tarihindeki. belki bir batı hunlu, doğu hunlu'yu severdi ama, bir eraycı asla bir melihçi'yi sevmezdi. eğer bugünlerde bu kadar ayrıştırysak, aha sebebi bi iki elemandır. çok yaşlandım lan :/

  • ''57 yaşındaki ali ağaoğlu'nun 20 yaşında sevgilisi var.
    72 yaşındaki halis toprağın 18 yaşında karısı var.
    63 yaşındaki aziz yıldırım'ın yeni karısı 24 yaşında.
    75 yaşındaki aydın doğan'ın sevgilisi 26 yaşında.
    benim sevgilim niye yok diye üzülmeyin.. bunun tek sebebi olabilir sizin sevgiliniz henüz dünyaya gelmemiştir...''

  • bir rte beyanı. öyle değil aslında ama olsa şurda şaşıracak bi insan evladı da çıkmaz sanırım rte böyle açıklama yapsa.

    "görüyorum bazı yerlerde yumurtayı çok pişirip getiriyorlar. bakın özellikle kadınlarımıza sesleniyorum yumurtayı çok pişirirseniz bişeye benzemez hafif kayısı kıvamında olacak ki güzel olsun. biz evde hep böyle yiyoruz siz de öyle yapın. bunu sağlamak için dışarda kahvaltı yaptığınız mekanlara talimatı veriyorum bundan sonra yumurta hep kayısı kıvamında gelecek"

  • ekşi sözlükteki gerizekalının peşinden koşan linç kültürünün verdiği bıkkınlıktan mütevellit artık buraya yazmıyorum, sadece çok gerekli gördüğüm, bilgi vermem gerektiğini düşündüğüm durumlarda yazıyorum buraya. örneği için (bkz: #73490640)

    şimdi, öncelikle, bu başlığa yazanların yüzde 95’i için söylüyorum. cahilsiniz ve cehaletiniz inanılmaz boyutlarda bir gerizekalılığa ulaşmış. partizanlık gözlerinizi kör etmiş. kendi düşünce sisteminize alet olabileceğini düşündüğünüz potansiyel bir “olay” gördüğünüz zaman koşa koşa gelip reröre yapar hale gelmişsiniz. çomar olarak yaftaladığınız kitleden gram farkınız kalmamış çünkü bilginiz olmadan siyasi görüşünüz çerçevesinde linç eder olmuşsunuz. ülkenin geldiği ayrışmış noktada payınız, hor gördüğünüz kitle kadar olmasa da, azımsanamayacak seviyede.

    şimdi neden cahil ve gerizekalı olduğunuza geçelim. frekansta “niyetiniz nedir?” sorusu bir rica, minnet belirtmez. pilotun bir sonraki adımının ne olacağını anlamak maksadı ile sorduğunuz bir sorudur, ki, kontrolör olarak siz, bir sonraki adımınızı planlayabilesiniz. aviation english’teki “what is your intention?”ın karşılığıdır. pilottan, sorduğunuz soruya aldığınız cevaba binaen, yine bir kontrolör olarak, kuralların dahilinde, trafiğin emniyetli ve hızlı akışını sağlayacak harekette bulunmak sizin inisiyatifinizdedir.

    kontrolör arkadaş soruyor “niyetiniz nedir” diye. tc-lad tescilli (ki kendisi çok nadiren vip operasyonda kullanılmakla birlikte, seyrüsefer yardımcı cihazlarının testlerinde kullanılan “flightcheck” uçağıdır) uçağın pilotu da şansını deniyor, “kalkabiliriz aslında” diye. bunu emin olun her pilot yapar. türk yıldızları gösterisi nedeni ile uçuşa kapatılacak sahadan “efendim biz aradan kaçarız” diyen pilotları duydu bu kulaklar. suçlamıyorum, olay ciddiyeti hususunda derinlemesine malûmatı olmamasından mütevellit, operasyonel durumu muallakta olan bir havalimanından kalkıp gitmeyi istiyor. neden? çünkü geç kalkana kadar motorlar çalışır vaziyette kalırsa benzin sarfiyatı, eşittir maliyet. yok motor susturursa hooop yeni plan çekmekle uğraş. belki de slot zamanı yemekten mütevellit istediğinden çooook sonra kalkmak durumunda kal. pilot arkadaş pek tabii ki bütün imkanları “kurallar dahilinde” zorlayacak. o da verdiği cevapla bunu yapıyor.

    bundan sonraki cevap kısmı ise, frekansta yeri geldiğinde haddinden fazla konuşmanın getirdiği gereksiz laf kalabalığı, bunun da sebebi, gün içerisinde tamamiyle ingilizce konuşan kontrolörün türkçe’ye dönünce istemeden fazla malumat vermesi. fazla kibarlık ve laf kalabalığı dışında, şuradaki cahil kalabalığın (yüzlerce kaza raporu izleyen adamın, bunu mesleği olarak yapan adamdan daha fazla bilmesinden doğal ne var? dangalak) iddia ettiği üzere, bu karşılıklı konuşmada hiç bir yanlış öğe yok. bir tane dahi yok. onu da, eğer ki şikayet edebileceğiniz, tutulacağınız bir dal bulabilirseniz gidin edin, burada goygoyculuk yapmaktan öte gidemeyen bir kitle olarak kalmamış olursunuz.

    tekrar ediyorum. laf kalabalığı ve gereksiz kibarlık dışında hiç bir sıkıntı olmayan bir durum. başlığı ya kasıtlı, ya da konu hakkındaki bilgisizliği nedeniyle bu şekilde açan ve onun arkasından “olm koşun lan bedava linç var!” diye takip eden, tekrar ediyorum, cahil kitleye selam ederim.

    eserinle gurur duy kanzuk efendi. eskinin kutsal bilgi kaynağı, şimdinin bedava linç çukuru. sen git danla biliç’le dürüm falan göm.

    ek: olay “ground” frekansında geçiyor. apronda ve taksi yollarındaki hareketliliği düzenleyen birimin frekansında. kalkış izninin/kleransının verildiği kule/tower frekansında değil. kontrolörün niyet sormasının asıl amacı, uçağın o anki pozisyonu ile ilintili. pistte/pist başındaki bir uçak ground frekansında değil, tower frekansında olur. dolayısıyla, kontrolörün niyet sormasındaki asıl amaç, uçağın havaalanında o anki pozisyonundan sonda ne yapmaya niyeti olduğuyla alakadar. aprona geri mi dönecek? başka bir park pozisyonuna mı dönecek? taksi yolunda beklemeyi mi tercih edecek? motorları susturmasından mütevellit, yakıt ikmaline ihtiyacı olacağından park pozisyonuna yakıt tankeri mi isteyecek? veya içindeki yolcuları indirmek mi isteyecek? tüm bu seçenekler için ayrı birer eylemde bulunmak durumunda kontrolör arkadaş. niyet sormasının asıl sebebi bu. yukarıda da belirttiğim gibi, pilot arkadaş da şansını deneyip kalkış şansını zorluyor. kontrolör arkadaş da, kısa bir cevapla “negatif, kalkış mümkün olmayacak” demek yerinde, gereğinden fazla bir kibarlık gösterip uzatıyor da uzatıyor. olay bu kadar basit arkadaş ya. öf.

    ek 2: bu arada uçak vip operasyon için kullanılsa da, içindeki pilot dhmi’nin kendi pilotu, kontrolör dhmi’nin kontrolörü. aynı kurumda çalışıyorlar, bir ast-üst ilişkisi yok. birbirlerini gören, tanıyan insanlar. bir ast’ın üst’üne kibarlığı söz konusu değil, çalışma arkadaşlarının birbirine karşı kibarlığı söz konusu. mesai arkadaşı olm bunlar.

  • oğlum bu ne lan. sanki hz.musa dönemi mısır krallığında yaşıyoruz. felaketlerin biri bitiyor diğeri başlıyor. veba salgını ve kurbağa istilası da başlarsa tam anlamıyla kutsal metinlere uygun olur. umarım ülkemizi etkilemeyecek olan istiladır.

  • ''kız gecelikle fotoğraf çekilmiş yüzüne 1 kilo makyaj yapmış fotoğrafın altınada 'ev halim' yazmış. hangi evdeyse artık.''

  • 3 michelin yildizi'na sahip tokyo'da bir metro duraginda bulunan sushi resorani.

    tesadufen izledigim jiro dreams of sushi belgesel/filminde gordum ve izlemeyi birakamadim; ki gercekten inanilmaz seyler var hakkinda.

    usta jiro ono'dan baslarsak; cok zor bir hayat yasamis, deyim yerindeyse aile nedir bilmeden deliler gibi calisarak sushi ustasi olmus, yoshikazu ve takashi adinda 2 erkek evlat sahibi, 1925 dogumlu muazzam bir insan. kendisi bana japonlar hakkinda donen klasik geyiklere tam uyan bir profil gibi gorundu. deliler gibi calisan, her gun ayni isi yapan ve mukemmele ulasana kadar durmayan ve tatillerden nefret eden biri. haliyle de yillar icerisinde efsane mertebesine yukselmis.

    kendisi 3 michelin yildizi alan en yasli sef olarak guinness rekorlar kitabina girmis. ancak isin ilginc tarafi michelin yetkililerinin denedigi sushileri hep oglu yoshikazu yapmis aslinda. kendisi de zaten "aslinda herkes tum isi ustanin (benim) yaptigini zannediyor ama sushi bana gelene kadar zaten isin %95'i bitmis oluyor" diyor gulerek.

    ancak jiro usta sadece servisi yapip birakmiyor. oncesi ve sonrasi da var.

    oncesi;

    80 yasinda kalp krizi gecirene kadar balik pazarina kendisi gidermis hep. o gune kadar oglu bir kez bile gitmemis pazara. ki oglu dedigimiz de az once bahsettigim yoshikazu; yani michelin yildizlarini toplayan sushileri yapan adam.

    baliklari aldigi adam da ayri manyak mesela. 10 dakika kadar ton baliklari ve halden secilmeleri hakkinda konustu herif. sonunda da "jiro'nun ton baligi konusunda bize guvenmesi benim icin bir gurur kaynagi" diyerek bitirdi. seviye buralarda dolasiyor yani.

    pilav konusunda ise isi artik manyakliga getirmisler. pilav yapliyor, akabinde spatula gibi bir seyle yavas yavas ovuyorlar, sonrasinda yelpaze ile belirli bir sicakliga getirip ozel bir seye kapatiyorlar. "en iyi pilav vucut isisinin sagladigi sicaklikta servis edilmeli" diyor jiro. o kaplari da kendi ozel yontemleri ile kesfetmis.

    sonrasi

    bu kisimda da show devam ediyor. jiro insanlari izleyip kimlerin sag, kimlerin sol elini kullandigini saptiyor ve buna gore servis yapiyor. belgeselin sunucusu "aslinda biz onu izliyoruz gibi gorunse de, yerken o bizi izliyor" diyor. oturma duzenini ezberliyor ve kadinlarla erkeklere farkli boyutlarda sushi hazirliyor. cunku herkese ayni boyutta verilirse kisilerin aldigi tad orantili olmuyormus.

    restoranda 10 tane tabure var bu arada, o kadar. rezervasyonu 1 yil oncesinden yaptirmak gerekiyormus ve 20'lik bir set 350 dolar dediler sanirim. sureye vurdugunuzda dunyanin en pahali yemeklerinden biri oluyor. kisisel begeni olarak tartismali bir kisim burasi tabii. yine de emek inanilmaz. soyle ki;

    genc ciraklardan biri yaptigi omlet cesidi ustasindan onay alana kadar 200'den fazla denemeden gecmis ve bunun icin de 10 yil beklemis. bu kisim bana artik "yok ebesinin nikahi artik ya" dedirtse de hakim olmadigim bir konu sonucta diye saygi duydum. eleman "o an yumrugumu havaya kaldirip bagirmak geldi icimden ama kendimi tuttum tabi" diyor; sonrasinda da aglamis haliyle.*

    jiro'dan sonra mekani yoshikazu devralacakmis. diger oglu takashi ise kendi mekanini acmis bile. jiro kendisine "cok siki calis cunku artik geri donecek bir evin yok" demis. bu soz onemli cunku kendisine gore gunumuz genclerinin daha basarisiz olma sebebi ailelerinin yanina donebilme rahatligiymis. kendisinin zamaninda boyle bir sansi olmadigi icin "deli gibi calisip basarili oldum cunku kopru altinda ya da bir manastirda uyumak istemiyordum" diyerek basarisini buna bagliyor.

    belgeselde gordugum muhtesem sunum ve mutfagin isleyisi sayesinde cok merak ettim acikcasi ama aci gercek su ki hayatim boyunca asla gidemeyecegim bir yer. deger mi degmez mi o konulara hic girmiyorum bile ancak bir alanda bu tarz bir yetkinlik gelistirmis birinin urettigi seyi deneyimleyebilmeyi gercekten cok isterdim.

  • dergiye yazı yetiştirmeye çalışırken bilgisayarım bozuldu. ne yapayım derken aklıma babamdan onun bilgisayarı ödünç almak geldi.

    annem ve babam, büyük bir fedakarlık yaptı, ücretsiz iznim bitip işe başladığım dönemde çocuklarımla ilgilenmek için izmir'den gelip karşı apartmanıma taşındılar. yani komşum oldular.

    gittim aldım komşudan bilgisayarı. yazıyı yazmak için bir açtım, masaüstünde kocaman bir fotoğrafım. muayenehanedeki koltuğuma oturmuş gülümsüyorum.

    insanlar küçük çocuklarının fotoğrafını masaüstü resmi yapıyor ve bu normal geliyor ama babamın kocaman bir kadın olan kızının fotoğrafını koyması hem beni gülümsetti hem de mutlu etti. bilgisayarı her açtığında ona bakıp gülen kızını görmek istemiş demek.
    canım babam.

  • hep yanmdaymışsın , şimdi konuşacakmışsın gibi bir halde dolaşıyorum evi.sonra ,youtube'dan "gözlerin hayran bakarmış görmeyip ısrarımı" şarkısını buluyorum.birlikte söylüyoruz. sen sanki, yine detone oldun diyorsun. kulaklarım artık iyi işitmiyor diye cevaplıyorum içimden...

    bir çay demlesem diyorum. iyi olur diyorsun. soğutuyorsun çayı. dalmış gitmişiz ...

    birlikte 49 yıl yaşamanın ardından göçüp gitmişsin bu dünyadan,ama hep evdesin ,adını söylesem hemen cevaplıyacakmışsın gibi...

    tahassür budur işte.