hesabın var mı? giriş yap

  • bulaşıkların yemekten sonra değil de yemekten önce yıkandığı tek yer öğrenci evidir..

  • erzurum'u toptan kapatsalar yine yüzde 72 oy çıkar , o sebeple çok önemi olmayan olaydır .

  • osmanlı'nın en nadide padişahları olan deli mustafa, yeniçerilerin ırzına geçip öldürdüğü genç osman, deli ibrahim ve yine pek aklı başında olmayıp sabah akşam içen dördüncü murat dönemlerini görebileceğimiz dizi. şimdiden milliyetçi muhafazakar cenahın eteklerinin tutuşmasına neden olmuştur. oysa bir insan delirebilir, tecavüze uğrayabilir, ayyaş olabilir. bunlar onun değerini düşürmez. sonuçta insandır. padişah olması ne onu insan olmaktan kurtarır, ne de milliyetçi görüşlerini sağlam temellere oturtamayan zavallıları.

  • mitolojik efsanelere göre truva'nın düşmesinden sonra apollon tapınağı içerisinde ajax tarafından tecavüze uğrayan kassandra'nın dünyaya getirdiği ve daha sonra gezgin olarak anılan sangaris'in içinde bulunduğu kadırganın akdeniz'de batmasını takiben günlerce suyun üstünde kalıp italya'nın güneyinde karaya çıkması sonucunda son nefesiyle kurduğu ve kroton, taras* ve rhegion ile birlikte bölgede ilk kurulmuş antik yunan kolonilerinden birisi olup günümüzde de yakınlarındaki sibari isimli kasabaya ev sahipliği yapmakta olan antik kent.

    mitolojinin sürreal bir görkemle karşımıza çıkardığı mucizelerden zengin ama gerçekçilik bakımından yavan ve hatta uydurma diyebileceğimiz kuruluş efsanesini bir kenara bıraktığımızda ise karşımıza yaklaşık m.ö. sekizinci asrın ikinci yarısı gibi peloponnisos yarımadasının kuzey kesimi olarak da bilinen akhaia kökenli grek yerleşimciler çıkıyor. gerek artistoteles gerek diodoros gerek de büyük gezgin amasyalı strabon, notlarında akhaia tarafından gelen göçmenlerin kenti debisi güçlü crati ve şehre de ismini verecek olan sybaris nehirlerinin ortasında kalan verimli tarım arazilerinde kurduğunu ifade etmektedir.

    m.ö. 720 senesinde kurulduğu tahmin edilen ve roma cumhuriyeti kontrolüne girdiğinde paestum adını alacak olan poseidioneia, pixus ve skidros gibi magna graecia olarak anılan ve günümüzde güney italya olarak bildiğimiz bölgede pek çok koloni de kurmaya muvaffak olan sybaris, ünlü filolog ve demograf mogens herman hansen'in tahminlerine göre yaklaşık 500 hektarlık oldukça geniş bir alanda kurulmuş ve altın çağlarını yaşadığı m.ö. altıncı asırda yaklaşık 250 ilâ 300 bin arasındaki nüfusuyla sadece magna graecia'nın ya da italya'nın değil dönemin dünyasının en büyük metropollerinden birisi halini almıştır.

    kendisine bağlı en az dört kabile ve otuzdan fazla poleis ile bölgeyi adeta tek başına domine eden sybaris, inanılmaz verimli tarım arazilerinde yetişen üzüm, zeytin ve pamuk gibi ürünlerle ve sikyon başta olmak kaydıyla argos, elis ve hatta miletos gibi yunan ana karası ya da iyonya'daki gelişkin kentlerle sürdürmüş olduğu ticarî ilişkiler hasebiyle dönemin akdeniz havzasındaki en zengin kentlerden biri, belki de birincisi konumuna gelmiştir.

    oligarşik bir demokrasi anlayışıyla idare edilen ve sparta'nınkiyle pek benzer özellikler taşımasa da kentin en yaşlı ve zengin erkeklerinden oluşan yirmi iki kişilik bir gerusia'nın iç siyaset, dış siyaset ve hukuk konularında yetkili merci olarak öne çıktığı sybaris, zaman içerisinde magna graecia bölgesinde kurulan pek çok diğer yunan koloni kentiyle ters düşmeye başlamış ve bilhassa daha kuzeyde bulunan siris kentine karşı metopontion* ve kroton* ile kurduğu ittifaka savaş sonrasında ganimet paylaşımı hususunda riayet etmeyerek ihanet edince bölgedeki diğer güçlü şehir devletlerinin* de ortak düşmanı haline gelmesi çok uzun sürmemiştir. bu gelişmenin yaşanmasında kuvvetle muhtemel kentin dillere destan zenginliğinin italya'daki diğer yunan kolonisi olarak gelişip büyüyen kentlerin iştahını kabartması da kayda değer bir rol oynamıştır.

    burada kentin siyasî ve ticarî hikayesine ufak bir ara verip hukuk tarihinde oynadığı büyük role odaklanmak isterim. bereketli topraklarda kurulmuş olan kentin muazzam bir yemek kültürü geliştirdiğini de belirtmek gerekiyor. bu bağlamda m.ö. 550 civarlarında sybaris kentinin gerusia isimli kapalı idarî senatosu olarak ifade edebileceğimiz kurumu tarafından alınan bir karar, tarihe fikri mülkiyet hukuku'na dair ilk emsal karar olarak geçmiştir. bazı hukuk çevrelerince tarihin "ilk patent yasası" olarak da bilinen bu karar "bir aşçının yeni bir yemek yapması durumunda, başka bir aşçı bu yemeği bir sene boyunca yapamaz ve söz konusu yeni tarifin bütün maddi getirisi de tarifi ve yemeği bulan aşçıya ait olacaktır" ifadesini içermektedir ve buna göre hem asçıların daha yaratıcı ve çalışkan olmalarının önünü açmış hem de yeni ve tercih edilen bir yemek pişirebilen aşçıların maddi olarak da takdir görmesini garanti altına almıştır. fikrî mülkiyetin niteliği ve sahipliği anlamında tarihte bilinen ilk yasa olan bu karar, hukuk tarihinin mihenk taşlarından birisidir.

    ne var ki her güzel şeyin bir sonu vardır klişesi sybaris için de devreye girecektir. tam da roma'nın lucius tarquinius superbus'un tiranlığından sıyrılıp cumhuriyete adım attığı tarihlerde telis ya da telos isimli bir tyrannos*, sybaris'in yönetimini gasp etmiş ve şehrin en zengin 500 soylusunu kentin eski müttefiki ve o dönemde en büyük rakibi olan kroton'a sürgün etmiştir. fakat, bu sürgünün bir koşulu vardır. o da sybaris'in bir savaşa girmesi halinde söz konusu 500, kroton tarafından iade edilecektir. m.ö. 509 senesinin sonlarına doğru metopontion, sybaris'e savaş ilân edince telis, kroton'dan sözünü tutmasını istemiştir. lâkin, kroton muhtemelen aralarında pisagor'un da bulunduğu kentin önde gelenleri ve sürgün edilmiş 500 soylunun da cesaretlendirmesiyle anlaşmanın kendi payına düşen kısmını yerine getirmeyerek sybaris'e savaş ilân etmiştir. strabon'un verdiği ve bir hayli abartılı olduğunu tahmin ettiğim rakamlara göre sybaris, 300 bin kişilik dev bir orduyla kroton'a doğru sefere çıkmışken kroton da kentin arkhon'u* milo idaresinde 80 bin kişilik bir orduyla işgalci sybarislileri karşılamıştır. yaşanan savaş ise sürpriz bir şekilde kroton zaferiyle sonuçlanmış ve strabon'un ifadesine göre savaştan dokuz gün sonra sybaris, kroton ordusu tarafından yerle bir edilmiştir. ne kadar doğrudur bilinmez, lâkin savaş ve sonrasındaki yağma esnasında sybaris kentinde en az 200 bin kişinin hayatını kaybettiği iddia edilmektedir.

    skidros başta olmak üzere eski kolonilerine kaçan bir avuç sybaris soylusu, anavatanları olarak gördüğü kentlerini krotonlular'dan kurtarmaya çalışmışlarsa da birkaç nesil daha süren çatışmalardan sonra m.ö. 445 senesi itibariyle kent tam anlamıyla bir hayalet şehre dönüşmüş ve kısa süre sonra da yıkıntılarının üzerinde yeni bir antik yunan kolonisi olan thurii kurulmuştur.

    alternatif tarihçilerin çok sevdiği bir soru olan "samnit savaşları ya da pön savaşları'nı roma kaybetmiş olsaydı ne olurdu?" sorusunun belki de yanıtı içine gizlenmiş halini görmek için bir m.ö. sekizinci asır ile m.ö. altınca asır arası dönemin görkemli kenti sybaris'e bakmak gerekiyor. yunan kolonileşmesi çağının başlangıç döneminin en büyük ve en prestijli kenti olan sybaris, bugün yunan kolonileşmesi denildiğinde akla gelen belki ilk otuz kent arasında bile kendine yer bulamayabiliyor. çünkü tarih kazananların kaleminden ve kazananların dilinden yazılıyor.

  • bunu söyleyen adam cumhurbaşkanı başdanışmanı.

    demokrasiyle yönetilen ülkelerde bunu söyleyeni yaka paça gözaltına alırlar. biz saltanatı oylayacağımız için bizlik bir durum yok pek.

    "istediğimiz sonuç çıkmazsa iç savaş çıkar" demekle, kim jong un'un tek aday olarak girdiği seçimde %100 oy alıp sevinmesi arasında hiçbir fark yok. baktığınız zaman ikisi de demokrasi.

  • okurken bile midemi bulandıran, bazen erkek olduğum için şanslı olduğumu hatırlatan günlüktür.

    bir erkek olarak çoğu zaman etek veya kısa kollu giymiş kadınlar otobüse bindiğinde insanların yüzlerine bakıyorum. çoğunluk erkeklerin yüzleri. kadınları kesen onları baştan aşağı süzen lanet gözleri görüyorum. midemi bulandırıyor. bir seviyeden sonra otomatikleşiyorum. kadınlar yerine erkeklere bakıyorum. ortamda bakımlı, farklı giyinen kadını gördüğüm anda gözlerin etrafta geziniyor. insanlığın ne kadar berbat olduğunu her seferinde fark ediyorum. eğer adam çok yakınımdaysa gidip sadece suratına odaklanıyorum. dibinde suratına bakıyorum. ama o gözler beni değil de farklı şeyleri arıyor. suratına baktığımı fark etmiyorlar çoğu zaman. eğer beyni biraz farkındalık sağlıyorsa ve yaptığı eylemin lanetliğini anlıyorlarsa kafalarını çeviriyorlar, bir daha bakmıyorlar. psikolojik savaş böyle olur lanet herif..

    her zaman olduğu gibi buraya saçma sapan entryler yazacak erkek yazarların bu gerçekleştirdiğim eylemi gerçekleştirmelerini istiyorum. birkaç kez bu eylemi yapınca insan şurada şu entryi okuyunca hissettiği hislerin katbekatını hissedecektir. eylem her zaman okumadan öndedir.

  • üzgün bir çocuk bu.

    bütün öğle aralarında, hep aynı büyük umutla, içinden başka bir şey çıkmasını dileyerek beslenme çantasını açan;

    her seferinde salçalı ekmeği görüp onun eski ayakkabılarınınkine denk değişmezliğine isyanlar çıkaran;

    sınıf yeteri kadar tenhalaşınca arka sıraya geçip alelacele karnını doyuran;

    elini, ağzını bastıra bastıra yıkadığı hâlde hâlâ salça koktuğunu sanıp kendinden utanan;

    evde annesine "artık salçalı ekmek istemiyorum." derken onu da çaresiz bırakan;

    pelin'in şişman tostlarına, kerem'in hamburgerine imrenip yoksulluğun eksikliğini duyan;

    yıllar sonra akla gelen;
    hüzünlendiren;
    içe oturan bir çocuk.

    canına yandığımın çocuğu! şimdi bir yerlerde karşıma çıksan; seni çocukluğunla barıştırsam; sonra bir hikaye anlatsam sana; hayat sürdükçe bütün o imrendiğin yemekler silinip giderken salçalı ekmeğin hiç yok olmayacağını, onu çok özleyeceğini anlasan. ne değişirse değişsin sen hiç değişmesen, hep çocuk kalsan, hep çocuk kalsam.