hesabın var mı? giriş yap

  • 98 yılının sıcak bir yaz günüydü. en yakın dostum can'la oturmuş kimin misketinin daha güçlü olduğunu tartışıyorduk. neden sonra büyüyünce astronot olmak istediğimi söyledim ona. güldü o neymiş yaa diyerek. astronotların ayda 100 lira kazandığını söyleyerek mat ettim onu. bu özgüvenle sordum; sen ne olmak istiyosun peki? düşünmeden cevap verdi; "yazar, gelmiş geçmiş en meşhur yazar olacağım ben". dalga geçtim adını yazmayı 1 sene önce öğrenen çocukla. gitmem lazım dedi saatini gösterip "git bakalım pipimin yazarı" diyerek vedalaştım onunla 9 yaşındaki bir çocuk olmanın verdiği salaklıkla. gitti ben de eve gittim. akşam annem ekmek almaya yolladığında aşağı caddede garip ışıklar olduğunu farkettim. merak ve çocukluğun verdiği heyecanla koşarak gittim oraya. arkadaşım dediğim ilk insanın cansız bedenini göreceğimi bilseydim gitmezdim belki de. babasının arabasını kaçıran 16-17 yaşlarındaki bir ergenin cahilliğinin, salaklığının kurbanı olmuştu can. koşarak eve dönüp uzun süre ağladım. okula gitmediğim bir kaç gün boyunca ona söylediğim son sözler için pişmanlık hissettim. o çok istediği misketimi ona vermediğim için kendimden nefret ettim. ama sonra kendime bir söz verdim onun son sözlerini düşünüp. büyüdüğümde onun hayallerini de gerçekleştirecektim çok meşhur bir yazar olarak.

    büyüdüğümde anladım yazar olmak o kadar kolay değildi. zahmet, zaman, emek ve para istiyordu. bütün bunları bulsanız bile yazar olma garantiniz yoktu. sonra üyelerine yazar ünvanı veren bir siteyle tanıştım arama motoru vasıtasıyla. kayıt oldum hemen. takma isim kısmına can yazdım zaten böyle bir yazar olduğunu söyledi site bana. can2, can1989 gibi takma isimlerin onun anısına saygısızlık olacağını düşündüm. tam umudumu kaybedip ad soyad kombinasyonunu takma ismim olarak seçecekken bulmuştum kod adımı. iyi çocuktu arkadaşım dediğim ilk insandı can, cansız bedenini son kez gördüğümde üzerinde owen forması vardı.

  • cate blanchett, sally hawkins, alec baldwin, peter sarsgaard ve louis c.k.'in başlıca rollerinde yer aldığı 2013 çıkışlı woody allen çalışması.

    film new york'ta başlayıp sonrasında blanchett'in geçmişte zengin bir kadın olan ancak iflas edip kardeşi sally hawkins'in yanına taşınmak zorunda kalan karakterini takip ederek san francisco'da geçiyor büyük oranda.

  • milyonlarca fikri olan ama hiçbirinin sonunu getirmeyen bir adam, 9 yıl 36 gündür dünyayı bisikletiyle gezen kareli gömlekli koreli (kafiye olsun diye), yaratıcı yemin töreni ile evlilik tazeleyenler, kuzeyliler, güneyliler, doğulular, batılılar, büyükler, küçükler, zenginler, fakirler, kadınlar, erkekler, inançlılar, umutsuzlar dünyanın dört bir yanından onlarca farklı insanın bir günü. birbirlerine ne kadar benzediklerini ve ne kadar benzemediklerini gösteren bir antropolojik eser.

    tek bir gün içerisinde hayatla 70 defa kavga edip, 69 defa küsüp, 68 kere barışan biri olarak bu filmi izlerken insanlarla/hayatla barışasım geldi. aciz varlıklarız en nihayetinde. tavşan filan mı olsaydım lan yoksa keşke?

  • başlığı açan arkadaşı eleştiren nba aşığı arkadaşları anlayamıyorum, başlıkta ''euroleague'in daha iyi olduğu'' falan iddia edilmiyor, ''euroleague'in daha fazla heyecan verici olduğu'' iddia ediliyor ve kesinlikle haklı, hatta arttırıyorum, euroleague bu hale gelmeden önceki formatta oynanması, hakemlerin eskiden olduğu gibi maç yönetmesi durumunda çok daha heyecanlı olacaktır.

    nba oyuncularının, euroleague oyuncularından daha fazla heyecan verici olduğu tartışılmaz bir gerçek. nba yıldızları topu eline aldığında, ne yapacağı, ne deneyeceği merak ediliyor. avrupa'da bu kadar heyecan verici olan birkaç oyuncu olabilir, shane larkin, nando de colo, facundo campazzo, vs. euroleague basketbolunu izleyen bir izleyici ''bakıyım bugün tavares ne yapacak?'' heyecanıyla maç açmaz. ''bakıyım bugün real madrid ne yapacak?'' diye maç izleyebilir. keskin nokta şu, nba'de fark 10-15 sayılara çıkınca maçtan vazgeçilme ihtimali çok yüksek. bu da anlaşılır. sezon boyunca oynayacağın bir sürü maç daha var, bir-iki gün sonra yeni maç var ve sporcu/koç için farkın açıldığı bir maçı çevirmeye çalışmaktansa, bir sonraki maça hazırlanmak bir noktada daha mantıklı geliyor. euroleague'de böyle bir imkan kısmen var -top16 sistemi olsa yok- bu nedenle takımlar farkın artık kapanması imkansız bir noktaya gelmesi mümkün olmadığı sürece maçı bırakmıyorlar. önde olan takım da, geride olan takım da maç boyu uyanık kalıyorlar ve ellerinden geleni yapıyorlar.

  • "1,5 hafta önce yaşanan doğaüstü olaylardan sağ kurtulmayı başaran tek erkek: itü makina mühendisliği bölümü öğrencisi e.g, kadınlardan yine yüz bulamadı"

  • belli bir yaştan sonra birden sınıf atlayınca boyle oluyor

    nereden mi anladım? son yıllarda boyle çok kisi türedi, konuşma tarzı hep aynı

  • (bkz: yurtiçi kargo)

    ararsın açmazlar, şubenin adresini websitelerinden *bulup gidersin yerinde yeller esiyordur, hadi buldun şubeyi gittin suratlar beş karış, her an sorun her an sinir. öf.

  • tribi iyice abartmak için..:

    - aa alp film başlıyor napıyorsun kulaklıkla..
    - yeni bir cd aldım izlerken onu dinleyeceğim..
    - saçmalama lütfen, film alt yazılı değil ki..
    - olsun ben dudak okuyorum..
    - müthişsin..(hemen veresim geldi)

  • tlc'ye "bir gün extreme cheapskates'i türkiye'ye uyarlarsanız elinizin altında böyle biri var" diye haberini vermek istediğim eski sevgilim, evde demlenen çayın hesabını yapardı. çok uzun bir süre -3 hafta- düşünüp taşındıktan sonra arkadaş grubuyla karaköy namlı gurme'ye kahvaltıya gitmemize karar vermişti, yerken öğürdüğü halde sırf almış olduğu için rokfor peynirini canı çıkarak yutmuştu. hesabı (bozuk 4 tl'si hariç ben ödedim) görünce kısmi felç indiği için arkadaşlarına "hadi bana gidelim otururuz" dedi, birlikte yola çıktık, tramvayda buna "gidince bir çay demleriz şimdi" dedim ama vay babovv demez olsaydım. adam gözümün önünde titredi lan titredi. zangırdaması geçince "çayı az önce kahvaltıda içtik ya" diye azarladı beni. "salçalı makarna yaparken salçayı yağı yağ yarı suyla kavuruyorum daha soft bir tadı oluyor" demişti. ailesi dubai'yle ticaret yapıyordu, kendisi mühendisti. ne sebepten ayrılırsam ayrılayım herkes cimriliği yüzünden ayrıldığımı düşünecek diye jet hızıyla ayrılmaya utanıyordum; neyse ki seviyeli birlikteliğimizin 45. gününde "ortamda senin esprilerine benimkilerden daha çok gülünüyor, bu kabul edilemez" diyerek benden ayrıldı. aro kardeşim, cennette peygamberle komşu olasın.