hesabın var mı? giriş yap

  • latince yazilis kurallarindan fransizca yazilis kurallarina kalan garip miraslarindan biridir. b ve p'den önce n yazilmaz, yerine m yazilir ama n okunur. bir baska örnek de istanbul'un fransizca yazilisidir. istamboul, ya da "istambul" yazardi fransizlar yakin zamana kadar. amphi vs. olmak üzere baska örnekler de var, simdilik aklima gelenler bu kadar.

  • v rally adlı araba yarışında bir haritada ormanın içinden geçerken karşınıza bir dere çıkıyor. normalde o dereden hızla geçen arabalar kenara su sıçratırken, ben aracı dere kenarına park edip kuş seslerini dinlerdim. hep arabadan inip dere kenarında piknik yapmayı hayal ettim. olmadı. tabii araba yarışı bu. şimdi orada piknik yapma imkanı verseler, bu sefer bi küçük illa ki açılır. sonuçta yarışın ruhuna aykırı. olmaz. ımmm dıt.

  • tabanca olan mke kırıkkale bu ülkenin endüstriyel tarihinde ilginç bir mihenk taşıdır. yabancı lisans, depolanmış hurda malzeme, kötü işçilik. üstüne artık ne yapılsa düzelmeyen kötü şöhret. savunma endüstrimizin yükselişe geçmeye başladığı şu zamanlarda nerelerden gelmişiz diye geriye bakıp ders alınması gereken ilk örneklerden biri olması gerekir.

    öncelikle osmanlı'nın batı'nın teknolojik olarak gözle görünür olarak geride kalması endüstri devrimine, 1800'lerin ilk yıllarına kadar gider. üç entrylik o koca hikayeyi bir cümlede özetleyeceksek buhar makineleri, değiştirilebilir parçalar kullanıp fabrikalara ve seri üretime yönelmiş batı'nın osmanlıya 1799-1899 arasındaki 100 yılda attığı fark ondan önceki 5 asırda atılanın birkaç katıdır. o zamana kadar kendi silahını el atölyesinde yapan, topunu elde döken, barutunu baruthanede yapan ve bunları gidip inebahtıda viyana'da falan kullanan osmanlı; zaman ilerledikçe çok daha işlevsel batılı devletlerin seri üretim topuyla tüfeğiyle ne kalite ne üretim sayısı olarak baş edemez. edemeyince de geri kalmamak için yurt dışından ilk kez parayla silah satın almaya başlar. zaten almasa ne yapacak ülkede silah dizayn edecek mühendis, o mühendisi mezun edecek fakülte, makine yapacak bilimsel altyapı, o makineyi çevirecek enerji üretimi mi vardır? sanayi devrimi zamanından sonra osmanlı ikmal altyapısı o yüzden var olan ekipmanın birbirine uydurulup çalıştırılmaya uğraşıldığı bir teknikerlik denemesinden öteye pek gitmez.

    osmanlı ordusunun materyal kademesinde modernizasyon arayışları başka bir entrinin konusu olsun, günahlarını almayalım 19.yy ikinci yarısında modernleşmeye çok çalışacaklar ve martini-peabody, winchester, mauser gibi şirketlerle anlaşmalar yaparak teknoloji neredeyse onu satınalma yoluna gideceklerdir. yani geri kalmak istiyor değildirler ama endüstri çağında bilim ve teknoloji yarıştırılıyorsa dışarıya elleri mahkumdur.

    19.yy sonundan cumhuriyet türkiyesine bir 50 yıl ileri sararsak cumhuriyet osmanlının aksine eğitim altyapısına da endüstri altyapısı işine de girmiştir. savunma sanayisi ve ateşli silahlar söz konusu olduğunda osmanlıdan miras kalan binlerce mauser tüfeğinin ve kurtuluş savaşında da düşmandan ele geçmiş binlerce yabancı silahın kalibrelerinin falan değiştirildiği, 7.92mm yapılabildiği bir teknolojiye nihayet sahip olmuşuzdur. o zamanların asfa silah fabrikası yeni silah dizaynı işine pek girmez. sürgülü mavzer sistemi dünyada hala geçer akçe olduğundan bu eski tüfeklerin bakımını yapıp, yenileyip eksiğini gediğini takıp servise geri sokarlar.

    1945 yılında ise ellerinde artık kullanılmaktan harap bitap düşmüş osmanlıdan miras mauser 1889 7.65mm tüfekleri kalmıştır. silahlı kuvvetlerde bunlardan daha yeni mauser modelleri kullanıldığından fabrika müdürleri bunlara bakıp bu eski 1889lara 1891’lere ne yapacaklarını düşünürler. toplam tüfek mevcudu 5000 civarı bir yerlerdedir. o tüfekler balkan savaşında, cihan harbinde ve kurtuluş savaşında her gün her an savaş görmüştür. mütareke yıllarında ise işgalciler terhis edilen osmanlı ordusundan o silahların çoğunu alıp aynı tüfeği kullanan belçika'ya hibe etmiştir. işte elde kalan kazım karabekir ordusundaki, ankara hükümetinin istanbuldan ankaraya kaçırdıklarıyla 1945 yılına erişebilen atsan atılmaz satsan satılmaz bir beş bin tüfek vardır. o devirde bile ortamdaki en iyi en yeni tüfek değildir. ne yapılacaktır bunlar?

    asfa, bugünkü adıyla mke kırıkkale yokluk yıllarından çıkıp gelmiş bir anlayışın tezahürü olarak tek bir vidayı bile çöpe atabilecek cesarette değildir. ama 5000 tüfeğe modernizasyon yapmaya değmez zira nedir bir iki alay askerin antika silahı için makine mi değişecektir. ya da modernize edilmez öyle kullanmaya kalkarlarsa bir de bunlara ayrı mermi mi imal olacaktır. asfa bu silahları geri dönüştürmeye karar verir. 7.65 tüfek kullanılamıyorsa bunların balkanlarda, çanakkale'de, filistin'de, afyon'da, dumlupınar'da ateş edip aşınmış namlularını kesip yeni bir 7.65mm tabanca olarak değerlendirmeye karar verirler.

    o yılların çok başarılı polis tabancası walther pp lisansını da almanlardan satın alarak türkiye tamamen yerli üretim bir silahı iki yüz yıldır ilk kez kendi imkanlarıyla ite kaka onun namlusu bunun lisansı ile bir tabanca üretir ve adını da asfa fabrikasının kurulduğu yer olan kırıkkale koyarlar.

    dünyanın herhangi bir yerinde fabrikadan çıkmış ilk parti silahlar üreticinin alamet-i farika olacak diye en sağlam en güzel ürettiği silahlarıdır. ancak asfa'nın eski malzemenin suyunu çıkarana kadar kullanma anlayışı yüzünden ilk üretim kırıkkale görüldüğü yerde aksi istikamete kaçılan bir tabanca olacaktır. subaylara astsubaylara beylik tabancası olarak ahşap veya yeşil bakalit kabzalı versiyonları geldiğinde askerler bunları gazyağı tenekelerini dikip bir denerler. ateş edile edile muma dönmüş namlular yüzünden tenekenin bir tarafını delip diğerini delemeyen kırıkkale tabancası çoktur. yaylar iğneler vesaire de mke'nin eski malzemeyi değerlendirme merakı yüzünden tabancanın habire kırılıp duran özellikleri arasındadır. hangi tabanca iyi bilmenin imkanı yoktur, dahası bir sıcak çatışma durumunda teneke delemeyen bu tabancaya insan delecek diye hayatı teslim etmek de dosta korku düşmana güven vermektedir.

    ve devlet bu silahı kolordu ordu seviyesinde geniş olarak dağıtmakla kalmaz, polislere bekçilere kadar dağıtımı genişletir. dağıtanlar da kötü özelliklerinin farkındadır ama bu haliyle bile bir türk tabancası yokluktan ve ithal tabancadan bir yerde daha iyi değil midir? yani neticede yerli malı yurdun malıdır. böyle düşünürler.

    tabii o eski mauser namluları bitince mke fabrikası .380 acp kısa 9mm modeller de üretecek ve daha sonra sıfır namlu oymayı da öğrenip deneyecektir. ancak o ilk on onbeş yılda kırıkkale tabancanın sahiplerine çektirdikleri yüzünden kırıkkale tabancası türk halkının zihninde hep kötü kalite ile eşdeğer bir isme sahip olacaktır. o imajı hala kırabilmiş değillerdir.

    bugün de mke fabrikasından bir mermiden sonra satın alınabilecek en ucuz ürünlerden biridir. ama kim gidip aa 1175 liraya çalışan tabanca varmış diye özellikle gidip kırıkkale alır bilemem.

    2000'li yıllarda ceyhan cezaevinin önündeki jandarma tüfek atış poligonunda polis trafik şubesi, yunuslar, özel harekatlar gelip tabanca tüfek atacaksa (tüfek poligonları yoktu) kırıkkalesi olan bir komiser bazen çıkıp şey derdi:

    "bakın bu yolda uzun yıllar geçirmiş bir kardeşiniz olarak söylüyorum iyi bakılmış kırıkkale tabanca smith-wesson'dan da iyidir"

    sonra göstermek için silahı şak şuk kurar hedefe doğrultur ve tetiğe basar, ama üç mermiyi bir türlü arka arkaya atamazdı “iyi bakılmış” gariban kırıkkale. makine insanla resmen diyaloga girmiş, "yeter bittim lan allah canımı alsa da kurtulsam" diye cevap vermiş gibi olurdu.

  • düşündüm taşındım ülkece başımıza gelen ne varsa, ülke olarak winrar programını satın almadan kullanmamızdan kaynaklandığını anladım. böylesi bir terbiyesizlik olmaz.

    adamlar efendi edendi bak kardeşim bu şirkette o kadar kişi ekmek yiyor. bak zorlamıyorum 40 gün denedin ettin gel şu programı satın al diye uyarı penceresi açıyor.

    biz ülkece hemen kapat tuşuna basıyoruz. haa gavurlar da aynısını yapıyor ama onlar zaten gavur. çünkü gavur olmak bunu gerektirir. yoksa ne anladım gavurluktan?

    o yüzden yıllardır açlıkla, haciz ile mücadele eden, çaycının bile maaşını veremeyen winrar gmbh şirketinin ahını almayalım.

    adam gelse, niye almıyon lan dese, en zengininden fakirine hepimiz utancımızdan yere bakarız.

    yapmayın a yiğitler!

  • "biz hala 'oruçluyken bizim yeğen ağzıma osurdu, orucum bozulmuş mudur?' diye tartışırken adamlar, üretiyor, üretiyor, üretiyor."

    cümlesi ile hem güldürmüş hem de doğru söze ne denir diye düşündürmüş olan hanım kişi.

  • allah çirkin şansı versin derler; tipsizliğimin en avuntu duyduğum yanı da bu sözdür. hatta züğürt tesellisi olarak kullanırdım ama gördüm ki hem tipsiz hem şanssızım arkadaş.

    pisuvarda çişimi yapıyorum çok afedersiniz. içerde dayanılmaz bir koku var; ki tarifi mümkün değil. bi baktım finans müdürü çıktı içeriden, valla ben öyle sıçsam insanlığımdan utanırdım. ama herif hiç bir şey olmamış gibi ellerini yıkadı, çıkarken de göz kırptı.
    pisuvarda işim bitti tam ellerimi yıkamaya gidiyorum, genel müdür girdi içeriye. göz göze geldik. bu arada dışarının temiz havasından sonra tuvaletin havasını soluyunca rengi falan değişti:
    - hay maşalllaaah... ahmetcim neden bu kadar zayıf olduğunu anlamış olduk böylece.
    - efendim maamut bey? (ihale bana kalıyor yavaş yavaş)
    - düşük yapmışsın diyorum, geçmiş olsun iyi misin?
    - ehehe iyiyim, sağolun.

    aradan 1 hafta geçer, tuvalet kapısında yolumuz kesişir. genel müdür geçen hafta burnunun direklerini sızım sızım sızlatan kokuyu anımsamış olacak ki; iç çekerek "neyse" der, arkasını dönüp ofise doğru yürümeye devam eder.
    bense arkadan melül melül bakarak;
    - "ben yapmadım miki yaptı" diyip, işemeye giderim.

    hiç gereği yok ama editi: 850 kişinin çalıştığı bir japon fabrikasında, genel müdürle aynı tuvaleti pisleyebilirsiniz.
    hatta hatta bu firmanın japonya'dan gelen ceo'su ile yan yana çişini yapan arkadaşım var* :)