hesabın var mı? giriş yap

  • yıl 28 ekim 1893 ne oldu diye soracak olursanız; dönemim chicago belediye başkanı carter harrison'a düzenlenen suikast suçu her amerikalıyı hem korkuttu hemde şok etti ama en çok sarsılan polonyalı göçmen casimir zeglen oldu.

    kendisi katolik bir rahip olan zeglen, dindar ve derin bir manevi bir kişiliğe sahipti, tanık olduğu suikastten ötürü polonya'dan amerika'ya gelişinden biraz tedirgin ve rahatsız olmuştu.

    bir gün zeglen, tuvalette otururken* şöyle bir düşündü kurşunlar için daha önce metal plakalar kullanılıyordu bunlar hem ağır hemde çok kullanışlı değildi. daha sonra şöyle bir boşluğa bakarak; sıradan kıyafetlerin altına gizlice giyilmek üzere tasarlanmış devrim niteliğinde, hafif ve kurşun geçirmez bir yelek olsa ne güzel olurdu diye düşündü.

    daha sonra bununla ilgili çalışmalara başladı. çelik talaşı, yosun, saç ve aklına ne gelirse diğer türdeki malzemelerin farklı kombinasyonlarını denedi ama sonuç bir alamadı. daha sonra 1881'de tombstone, arizona'dan george e. goodfellow adlı bir doktor, vurulmuş olan bir adamın otopsi incelemesi sırasında, kurbanın göğüs cebindeki ipek mendilin, kurşunun girişini önemli ölçüde azalttığını fark etti ve bunu raporunda da yazdı. bu durumu gören goodfellow biraz bu iş için uğraştı ama sonra pes ederek kurşun geçirmez yelek işinden vazgeçti.

    git zaman gel zaman bu rapor bizim rahibin eline geçer. okuduktan sonra kendisi biraz daha konu üzerine çalışıp ilk kurşun geçirmez yeleğin patentini alır.

    o kadar deneme ve çalışmadan daha sonra etkileyici bir gösteriyle yaptığı ürünü kanıtlaması gerekmekteydi. 16 mart 1897'de chicago'nun o güneşli meydanı hınç ve hınç insan kaynıyordu. o zamanlar silah taşımak yaygın bir davranıştı ancak davet edilen izleyicilerin hiçbiri, hatta belediye başkanı bile orada nasıl bir gösteri yapılacağından haberi yoktu.

    zeglen'ın etrafındaki asistanları birden tabancalarını çekip ateşledi ve onun tam gövdesinden vurdular. darbe kesinlikle acı vericiydi ama zeglen biraz tökezlemesine rağmen zarar almamıştı, halk şaşkınlık içinde ona bakıyordu. kendi yarattığı ipek kurşun geçirmez yelek işe yaramıştı.diğer gösteri

    zelgen ipek katmanlarını dikmenin tuhaf bir yolunu bulmuştu. yeleği kendi başına elle dikmişti ama halka açık testten önce onu hiç denememişti. ufak bir şansızlık hayatını elinden alabilirdi.

    zelgen yaptığı yelek hakkında bir röportaj da şu açıklamaları yapmıştı;
    --- spoiler ---

    kaplama katmanı olarak yoğun dokunmuş keten bir kumaş uyguladım ve altına angora yünü ekledim. bir sonraki ana katman ipek katmanıydı. işte bu katman dokuma değildi, ancak çok sayıda sıkı istiflenmiş ip katmanından oluşuyordu. her bir ardışık katmandaki iplikler, bir önceki katmandakilere göre eğik olarak düzenlenmiştim ve bu şekilde devam etmiştim. giysinin tamamı, kompakt bir bütün oluşturacak şekilde sağlam bir ipek iplikle birlikte diktim. böyle hazırlanan bir kumaşın kurşun darbesine karşı dayanıklı olması iki faktörün birleşiminden kaynaklanıyordu: ipek liflerinin yüksek mukavemeti ve döşendikleri katman sayısı.
    --- spoiler ---

    daha sonrasını sizler biliyorsunuz işte. teknolojinin gelişmesiyle beraber çelik yelek yapımında farklı bir çok malzeme de kullanılsa dahi bu gün birçok asker, polis ve bir çok kolluk kuvveti zelgen'e duacıdır.

    kaynak:123

  • bazı gelinlerin bu masraftan kurtulmak için berbere gelin olduğunu söylemeyip ancak çokta sıradan yapmasın diye gelinin kardeşiyim deyip gelinliğini evde giyerek damatın ayaklarını yerden kestiğini bilirim.

  • tam 911'i arayacakken sırtına bıçak saplanarak ölen zavallı kişinin, telefona basılı kalan parmağının tuşladığı numara..

  • lozan'ı kimse zafer olarak görmüyor zaten. mevcut şartlarda yapılabilecek en iyi antlaşma olarak görüyor. ama bazıları başarısız bir darbe girişimini, ülkenin kurtuluş savaşı gibi göstermeye çalışıyor o ayrı.

  • mallıktır. konsere gidiyorsun, ortama katılıp dans edip eğlenmek yerine cep telefonuna kaydediyor. mezuniyete gidiyorsun, duygulanıp alkışlamak yerine cep telefonuna kaydediyor.
    doğumgününe gidiyorsun, sarılıp öpmek yerine 1000 tane fotoğeaf çekiliyor.
    ünlü bir yere gidiyorsun, ambiyansı hissetmek yerine fotoğraflı check-in yapılıyor.

    bütün bu ritüellerin amacı duyguları yaşamak. duygular kaydedilmez. bırak o an bir daha geri gelmesin ki kıymeti olsun. tekrar tekrar düzenlensin o aktivite.

    ama insanın içinde "ya kaçırırsam?" korkusu var. bırakın cesur olun anı yaşayın.

    not: bunu yazarken kaydettim, ilerde izlerim çok ünlü bir başlık olursa.

  • açılın ben eczacıyım.

    türkiye'de bir çok ilaç üretim firması var ve bunlarda eczacılar üretim yapıyor. üretim yapmıyorlar tezini hele bir geçin.

    serbest eczanelere gelirsek. eczacı olmadan önce ben de sizin gibi düşünüyordum. evet yaptığımız şey ticaret. yalnız ben ticaretini yaptığı şey hakkında bu kadar bilgi sahibi olan ve bilgi sunan bir meslek görmedim memlekette. altı ay önce araba aldım, kendim internette araştırdım, karar verdim, küçük bi test sürüşü sonrası aldım. arabayı satan firmadan aldığım bilgiler şu: bu düğme radyoyu açar bu düğme klima falan. ulan 65 bin para verip aldığım mal ile ilgili adam bilgi verme aşamasında hepi topu 5 dk ayırdı bana. ben hastama 10 tl'ye ilaç verirken yüz çeşit soruya maruz kalıyorum. keşke dediğiniz gibi olsa ben de raftan ilacı alıp versem, ama öyle değil işte. hamileyim, çocuk emziriyorum, şekerim var, tansiyonum var, kolestrolüm var, araç kullanıyorum, içtikten sonra kabız, ishal oluyorum, iki tane birden atsam bişey olur mu, ilaç kilo yaptı vs. yüz çeşit soru. bakkaldan bisküvi alırken bunları soruyor musun?

    yeri gelmişken bir konuya değinmek istiyorum. bakın kardeşim gözlem yapmak çok ciddi bir iştir ve herkes yapamaz, gözlem yeteneğiniz de yoksa yapmayın yahu başınıza silah mı dayıyorlar? yani eczacılığın icrası sizin anlattığınız gibiyse elbette haklısınız, ama gel gör ki değil işte yanlış gözlem yapmışsınız. tekrar ediyorum, 10 tl'lik ilaç için yarım saat konuştuğum oluyor insanlarla, madem bir boka yaramıyoruz o zaman ne diye yarım saat konuşuyoruz olum biz? siz cidden yanlış gözlem yapıyorsunuz. bu toplumun 50 yaş üstü bireyleri, çocuk sahibi kadınları, kronik hastalığı olan bireyleri ile her gün her saat muhattabız biz, bunu siz görmüyorsunuz diye bu böyle deme hakkını nereden nasıl hangi yetenekleri haiz olarak söylüyorsunuz? gece 10da başı ağrayan böbrek nakli olmuş hasta evde bulduğu ilacı kullanmak için beni arıyorsa ben nasıl gereksiz adam oluyorum? hangi bakkalı aramış bu hasta aldığı bulguru nasıl pilav yapacam diye veya hangi bim kasiyerini arayacak bu hasta? daha kritik durumlarda elbette doktoruna ulaşacak, ama günde beş nakil yapan doktoru baş ağrısı için o saatte rahatsız edebilir mi? keşke memlekette saat gibi çalışan bir sağlık sistemi olsaydı, o doktorun günde bir-iki ameliyat yapacağı yoğunluğu olsaydı. zehir gibi kalifiye elemanlarımız olsaydı da beni aramasaydı, ama yok arıyor işte napıcaz, yüzüne mi kapatayım, ne halin varsa gör mü diyeyim? keşke o ütopik sistem olsa da biz de daha güzel bir şekilde konumlandırılsak sağlık isteminin içinde, ama yok işte napalım, bim kasiyerine mi bırakalım mesleği?

    bir de eczacılığı majistral ilaç (eczacılar yaptığı el yapımı ilaçlar) üzerinden değerlendirenler var. bakın işte gözlem gücünüz kötü olmasa saldırı silahınız majistral ilaç olmazdı. dünyanın en kolay işi majistral ilaç yapmak. iki merhemle bir tozu karıştırıyoruz, ironi değil majistral dediğin bu. oran orantı bilen ve eline aldığı tokmağı dairesel olarak dönderebilen her insan bunu yapabilir. majistral ilaç yapan bir eczacıyım, yaptığım her ilaç bana maddi zarar veriyor. yani yapmayan eczacı bilmediğinden değil zarardan kaçmak için yapmıyor anladın mı?

    mühendisler; hanginiz icat yaptınız? neden aldığım araba ithal mal? ne lan bu cari açık?

    avukatlar, hakimler, savcılar; mesleğinizi bu kadar iyi icra ediyorsunuz da neden insanlar adalet sistemimizin eline düşmektense ölmeyi tercih ediyor?

    doktorlar; ne bu hastanelerin hali?

    öğretmenler; merhaba eğitim sistemimiz nasıl?

    siyasiler; :)

  • psikolojik literatürde yer alan birçok terim gibi latince kökenli. türkçe karşılığı 'diğer ben' anlamına gelmekte. var olan bedendeki olmayan kişi, gizli benliktir. ailemizdeki üyelerin, en yakın dostumuzun dahi bilmediği sadece tahmin edebileceği iç sesimiz, onunla kurduğumuz diyalogdur.
    yaşamımızın herhangi bir anında eksikliğini hissetmediğimiz gibi düşlerimiz de bile yanıbaşımızdan ayrılmayan, hayallerimizin içeriğini, hikayesini, arka fonda çalan şarkıyı dahi dizayn etmemize yardımcı olan, herhangi bir sebepten ötürü kendimize dahi söyleyemediğimiz şeyleri hiç ummadığımız anda önümüze getiren vücut bulmamış varlıktır. bu ve buna benzer saymaktan sıkıldığım özellikleri sayesinde benliğimizin farkına vardığımız zamandan bu yana yanımızda olan insanlardan daha değerli bir konuma getirir kendini.

  • ortada afet yoksa ve keyfiniz yerindeyse bakanlar neden ısparta'ya geldi? ortada bir sorun, sıkıntı yoksa bakanların ısparta'ya gelmesi sizi hangi konuda güçlendirdi?

    siz kimi kandırıyorsunuz?

  • rezalet puanım 10000/10.

    net sözlükte okuduğum en büyük rezalet.

    umarım adalet* yerini bulur. gündemde kalması gereken rezalet