ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
orlando bloom'un selma ergeç'i etkileyici bulması
bekarlar için kolay ve leziz yemek tarifleri
-
zamandan kazanacak ve tok tutacak tariflerdir.
kahvaltı:
2 topkek+1 bardak çay
öğle yemeği:
3 topkek+kahve
akşam yemeği:
2 topkek+kahve
yatmadan hemen önce:
1 topkek
afiyet olsun.
rte'nin ekrem imamoğlu'na fetö'cü demesi
-
biz kimin fetöcü olduğunu iyi biliyoruz.
edit: imla
telefonlarda şarj sorununu çözen dahiyane buluş
-
dedi küçük einstein.
deniz gezmiş
-
ertuğrul kürkçü anlatıyor:
ben, deniz'in 70'in sonbaharında odtü'ye geldiğinde bana söylediği sözleri hatırlıyorum, onlar oldukça kritik sözlerdi. bazı kararlarımı hep o sözleri aklımda tutarak verdiğimi hatırlıyorum. rastgele bir tartışma içerisinde ama çok ciddi bir tartışma içerisinde deniz, şöyle bir öngörüde bulundu:"bütün türkiye'ye sıkıyönetim gelecek, herkesi cezaevine dolduracaklar. orada herkesin bir koğuşu olacak, her eğilimin bir koğuşu olacak." o zamanki adlara bağlı olarak, "kırmızı aydınlık koğuşu, beyaz aydınlık koğuşu, sendikacılar koğuşu...ziyaretçiler tavuk getirecek, onlar, bu tavukları nasıl paylaşacaklarını tartışacaklar." şimdi hatırlamıyorum kimdi, birisi: "peki ya biz ne yapacağız" diye sordu. deniz, "biz öleceğiz oğlum" dedi, "çünkü biz dövüşeceğiz. ve esas oportünizm nasıl bir şeydir, mücadele nasıl bir şeydir, devrimcilik nasıl bir şeydir onu o zaman herkes görecek."
yeni yıla yalnız girmek
-
annemleyim.. ama babamsız ilk yılbaşımız.. yalnız sayılırız.
polislerle girilen ilginç diyaloglar
-
kardeşle bodrum'dan akyarlar'a dönerken çevirmeye yakalanırız...
-iyi akşamlar beyefendi alkol var mı?
-sadece 1 bira içtim memur bey
-anlıyorum, bi kontrol edelim o zaman. üfler misiniz lütfen.
üflenir....
-değdi mi şimdi 1 bira için ehliyeti kaybetmeye?
-nasıl yani?
-limitlerin üstünde çıktı, alıcaz ehliyeti
-ama memur bey, ben yani sadece 1 bira, nasıl ...
-şaka şaka... sana bira diye su içirmişler, sıfır çıktı. bi daha o bara gitmeyin.
-teşekkürler memur bey.
-iyi akşamlar
türk dizilerindeki aşırı zenginlik
-
herkes o kadar zengin görünüyor ki zengin ve fakirleri ayıran tek bir detay var: zengin karakterler lüks otomobillere binerken fakirler de en kötü ihtimalle her yere taksiyle gidiyor. ülkede metrobüse bir tek ben biniyorum resmen amk.
pkk'lıların almanya'da türk yolculara saldırması
-
dünyada hava alanında böyle bir ilkellik yapacak başka bir siyasi hareket yok.
velev ki oldu, herhangi bir avrupa ülkesinin, kendi hava alanında böyle bir gösteri yapmasına izin vereceği başka bir siyasi hareket yok.
sadık bir fino olmanın getirileri işte.
bir neslin beyninde yer etmiş dizi film sahneleri
-
benim için genellikle hüngür hüngür ağlatan sahneler oluyor. saçma sapan bir anda aklıma gelebiliyor, hala arkadaşlarımla aramızda konuşuyoruz. kendimce böyle bir liste hazırladım, hepsi ayrı bir telden ama olsun.
-çemberimde gül oya
hiçbir sahnede bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum, efsane bit sahnesi
tanker patlaması
idam kararı
yağmur çiseliyor
küçük kara balık
seni tanıdığımdan beri bir gemi geçiyor içimden :(
-kuzey güney
burası soğuk lan
-aşk-ı memnu
bihteer!
gözlerimin önünde birbirlerini seviyorlar
anne nasıl dayanıcam?
-asmalı konak
ben evimi özledim ama evim neresi bilmiyorum
oradan bu noktaya nasıl geldiler bilmiyorum ama, sıçtığımın bornozu
- ikinci bahar
benim babam olur musun?
-suskunlar
34 yaşındayım, bir seni sevdim çok saçma
-sihirli annem
taci insan oluyor :(
sanat toplum için midir sanat sanat için midir
-
sıkıcı bir konu ama, yazan olmamış sanırım, üretim alanı ile ilgili 19. yüzyıla ait bir "fair play" mottosudur sadece; sokaktaki sıradan insan avant-garde şairlerle, jodorowsky'nin sürreal filmleriyle, yani "ağır" yapımlarla ilgilenmez, çünkü bunlar sembolik sermayesi için satılan yüksek kültür metalarıdır, hatta okuyucusu\izleyicisi de yine yazar ve yönetmenler olur pek çok zaman. ama best-seller olan ahmet ümit, elif şafak metinlerini sokaktaki herkes okuyabilir, okuma-yazma dışında bir eğitime ihtiyaç duymadan alınır bu metalar ve yirmi otuz baskı yapabilirler rahatlıkla. kuyumcu soymuş gibi para kazandırır. haliyle bu iki meta arasındaki, yani sembolik sermaye ile ekonomik sermaye arasındaki kaçınılmaz muharebe de böyle yanıltıcı bir soruya dönüşüyor, sanki birbirlerine çarpıştırsanız evrenin hikmetini elde edeceksiniz.
edebiyatta\sanatta bol para kazanıyor iseniz, herkese satabilmek için kaliteyi düşüren sanat düşmanısınız, az ya da çok böyle. eğer yapıtlarınızı çok az kişi alıyor ve anlayabiliyorsa, eğitimli beğenilere hitap ediyorsa ve çok az kazandırıyorsa sembolik değeriniz artar. sizi önemli çevreler tanır, ama misal berber fuat abi enseyi alırken bu eserlerden bahsetmez, haberi yoktur. yüksek kültür için üretirsiniz ve paradan çok sembolik değer kazanırsınız, yüksek kültür gardiyanları olan edebiyat tarihçileri adınızdan bahseder ve ders olarak okutulursunuz, trt'de adınıza kültür belgeseli yapılır (ama best-seller yapıtlara aldırış eden pek olmaz, onlar da ekonomik sermaye elde ettikleri için zaten voliyi vurarak kazanç elde ederler, pazarda herkesin yüzü gülüyor biraz.)
yüksek statüdeki profesörün golf oynamayı seçerken, meb öğretmeninin ise halı saha maçına çıkmasındaki tüketim farkının sanat\edebiyat alanındaki karşılığıdır bu özetle; tarihsellikten ve sosyal ilişkiler bağlamından çıkarıp düz kalıp haline getirince meslek lisesi edebiyat dersi sınav sorusuna döner işte ancak. bazen de montaigne'in "insanlar bir solucan bile meydana getiremez, ama düzinelerce tanrı yaratır" deyişi gibi mistik, metafizik yönü ağır bir meseleye döner bu görece daha basit bahis.
elbette bir zamanlar yüksek sanat görülen şey, daha sonra bayağı olarak algılanmaya da başlayabilir. enteresan bir örnek vereyim; walter benjamin, dedektif romanlarının ilk ortaya çıktığı dönem ile eşzamanlı olarak mobilyalarda bir devrim olduğunu, ev eşyalarının çoğaldığını yazar meşhur eserinde*. endüstrinin güçlenmesiyle ortaya çıkan mobilya devrimi öncesinde dedektif romanı da yoktur. dedektif romanında mobilyanın kenarında kan izi ararsınız, halının altında saklı çatlaklar bulursunuz, koltuk arasına sıkışmış cinayet aletini keşfedersiniz; ev eşyalarıyla oyun gibidir dedektif romanları. bu kadar mobilya ancak burjuva evlerinde bulunduğu için de ilk dedektif romanlarında katil ve maktuller genelde burjuvalardır. aynı zamanda bu romanların ilk okuyucuları da yüksek kültüre dahildir. ancak gel zaman git zaman, ortalama kitleye de ulaşır bütün bunlar, okunmaya başlanır, bu edebiyat alanının da sembolik değeri düşerken ekonomik değeri yükselir. yüksek kültür ise kendine psikolojik roman gibi yeni tarzlar bularak dedektif romanı sektöründen çekilir.