hesabın var mı? giriş yap

  • dmb * :ab'ye neden almak istemezler türkleri?

    anne: barbar diye biliyorlar ya ondan..korkuyorlar yani.. vuruceksin teflon tavayı kafalarına kim barbarmış onlar mı biz mi anlicekler!

    sessiz....

  • son zamanların en popüler konusu. ''türkiye üretim ekonomisine geçmeli'' doğru bir tespit fakat üretim ekonomisine geçmek ne yazık ki çok zor.

    türkiye'nin ekonomik düzeni ne yazık ki devamlı enflasyon üreten bir sistem;enflasyon, piyasada ürünlerden daha fazla para olmasını ifade eder, bu sorun iki şekilde çözülür ya piyasadaki fazla para piyasadan çekilir/çektirilir ya da piyasadaki fazla paranın karşılığı olacak kadar piyasaya ürün sürülür. üretim ekonomisine geçmek ikinci yöntemdir.

    peki türkiye'de enflasyonun devamlı sorun olmasını engelleyecek kadar üretimin rakamsal kaşlığı nedir? yüzlerce milyar dolarlık ürün ! bu kadar büyük bir meblağın üretimi için gereken yatırım nedir? en azından trilyon dolar !(bunun markalaşması, kalite vs. de var, onları hiç saymıyorum.)

    peki biz bu trilyon dolar ile ifade edilen üretime nasıl ulaşabiliriz.

    1. doğrudan yatırım: türkiye'ye en iyi zamanında yıllık 25-30 milyar dolar doğrudan yatırım geldi, şu an ise bu oran yarı yarıya düşmüş durumda. bizim en iyi zamanımızdaki rakamlarla bile bu sorunu doğrudan dış yatırımlar ile çözmek mümkün değil.

    2. yerli finansman: türkiye'de tasarruf oranları %12-13(yakın zamanda değişmişse bankacı arkadaşlar bilgi versin düzelteyim.) bizden zengin ya da fakir ülkelere göre çok çok az, bu rakamlarla çok daha küçük ihtiyaçlar bile karşılanamaz, trilyon dolarlık yatırım ise sadece hayal... bizim tasarrufumuzun az olmasıyla beraber ,tasarruf alışkanlığımız yüzünden yerli sermaye ile yatırım yapma ihtimali tasarruf oranımıza göre bile az çünkü yerli yatırımcı uzun vadeli tasarruf yapmıyor, aylık yatırım yapıyor, bir yatırımı finanse edebilmek için 10 yıl gibi vadeli kredilere ihtiyaç vardır. geriye kalıyor yabancı finansman(dış borç)

    3. dış borç: türkiye'de uzun vadeli krediler ne yazık ki hep yabancı finansman(yerli banka ile olsa bile banka yabancıdan borçlanmak zorunda kalıyor) ile sağlanıyor, türk ekonomisinin dış borç kapasitesi yıllık milli hasılanın %50'si civarında bu oranın ne zaman üzerine çıkarsak ekonomide sorunlar baş gösteriyor ve bu borçlanma kapasitesi de ne yazık ki üretim ekonomisine geçmemiz için gereken sermayeye göre çok az.

    bunlar olmayınca da enflasyon sorunu para politikası ile çözülmeye çalışıyor ama onun da önünde demografi problemi var. link

    peki bir finansman sorunu çözülse türkiye üretim ekonomisine geçer mi? hayır mümkün değil çünkü türkiye'nin üretmeme kadar üretememe problemi de var yani para olsa her şeyi üretebilecek kapasitemiz yok, bu da ancak eğitim ile sağlanır o konuda da iyi değiliz. peki eğitim sorunu da çözüldü(5-10 senelik bir süreç ve çok çetrefilli, girdi çok uzun olmasın diye ayrıntıya girmiyorum) o zaman üretim ekonomisine geçer miyiz? hayır çünkü üretim ekonomisine geçmenin birinci adımı bunu istemektir, bizim iş dünyasında ''bir şeyler üretmek isteyen yok''

    iso 500(türkiye'nin en büyük 500 şirketi) içinde geçen sene araştırma ve geliştirmeye harcanan para %0,5 idi(daha önceki senelere göre düşmüş) biz her şeyi bulduğumuz için arama derdimiz yok :) bir de yanlış anlaşılma olmasın iso 500 içinde araştırma ve geliştirmeye para harcayan 254 şirketin ortalama harcaması bu, 246 adet şirketimizin zaten çöpe atacak parası yok. peki bu büyük çabanın sonucu ne? teknoloji yoğunluğuna göre üretilen katma değerin sadece %3-4'ü yüksek teknoloji,(bence fazla bile) düşük teknoloji %60 civarında.

    türkiye'deki mevcut güçlü şirketler bu kafa ile giderse üretim ekonomisine geçmek bir yana mevcut durumumuzu korumak bile bence son derece iyimser.

    ekleme: yazara ait yorumlar yazarın görüşlerini yansıtmakta, kişi ya da kurumların yatırım kararlarını etkilemeyi ya da yönlendirmeyi amaçlamamaktadır.

  • 1955 yılında yapılan esenboğa havalimanını kendisinin yaptığını iddia eden bir cumhurbaşkanının seçmenidir. şaşırmamak lazımdır.

  • soma'da çıkarılan başka bir işçinin ifadesi.
    "aşağıda mühendisler de var" diyor. neden mi? öyle derse yardımın artacağını düşünüyor çünkü.
    insana, sadece insan olduğu için değer vermeyenler utansın.
    unvana, banka hesabına, makama tapanlar utansın.
    şahit olduğumuz bıçak kadar keskin bu olayları düşünün, düşünelim...

  • tuzlasporlu futbolcunun ayağına basıp, bir de tükürmüş sonra da umreye gidip instagramda fotoğraf paylaşmıştır. adam ülkedeki müslümanlığı bir hafta içinde özetledi. helal olsun.

  • boşgezen bir katibin katkılarıyla overdose'un yazarı cengiz erdinçten;

    "lahey ve cenevre konferansları ile afyon ve eroin 1925’te bütün dünyada yasaklanıyor. türkiye’de ise, 1926’dan başlayarak afyon alkoloidleri fabrikası adı altında istanbul’da eroin üreten üç fabrika kuruluyor. birini taksim’de japon mafyası yakuza kuruyor. diğerleri ise kuzguncuk ve eyüp’te bulunuyor. kuzguncuk’taki fabrikanın yönetim kurulu başkanı, o dönemde meclis başkanı olan ve daha sonra başbakanlık da yapan hasan saka. levantenler, rum iş adamları, belçikalı sermaye gruplarının ortaklıkları var. avrupa’da yasak ancak türkiye’de eroin üretimi yasal olarak yapılıyor. o dönemde abd’de mafya eroini keşfediyor. lucy luciano merkezi hesapları olan bir işletme gibi yönettiği mafyayı klasik bir suç örgütünden bir endüstriye evriltiyor. luciano’nın beyni olan meyer lansky 30’ların başında istanbul’a gelip bağlantılar kuruyor. amaç, fransız bağlantısı olan ve havana’da noktalanan afyon-eroin hattı için türkiye’deki fabrikalardan tedarikçilik sağlamak. türkiye uluslararası anlaşmaları imzalamayıp morfin ve eroin sattığı için, 1929’dan başlayarak büyük bir ambargo ile karşılaşıyor. abd new york belediye başkanı la gardia türk malları için bir yasa tasarısı veriyor. şubat 1930’da new york’ta yakalan alesia adlı bir gemide türkiye’den yüklenen 500 bin dolarlık morfin bulunuyor. amerika’da mafya klanları arasında savaşın başladığı bu dönemde luciano üstünlük sağlıyor. eroinin geleceğini görüyor ve üzerine oynuyor. baba filmi ile 70’lere taşınan mafya eroin satar mı, satmaz mı? tartışması aslında 30’ların ürünüdür. amerika’da içki yasağı yeni sona ermiş, mafya içki yasağı döneminde büyük kriminal ciroya ve organizasyona ulaşmıştır. çok parası ve büyük bağlantıları organize edebilecek yeteneği vardır. luciano bu dönemde istanbul’daki fabrikalar ve kaçakçılarla ilişki içindedir. 1930’da bu fabrikalar 1,5 milyon bağımlının ihtiyacını karşılayabilecek kapasitede, aylık yaklaşık 3-5 ton eroin üretiyor. türkler’in de içinde bulunduğu çok uluslu kaçakçılık yapısı özellikle mısır’ı eroine boğuyor. mısır’da yaşanan bu facia yüzünden, türkiye’deki fabrikaların kapanma nedenlerinden biri de genç yaşta kahire emniyet müdürü olan ingiliz russell paşa’nın çabaları olmuştur. eroin kaçakçılığının, hukuki anlamda organize suç olarak ilk mısır’da tanımlandığı söylenebilir. russel paşa’nın hedef gösterdiği kişilerden biri meclis başkanı hasan saka, diğeri ise içişleri bakanı şükrü kaya. şükrü kaya’nın fransa’da kaçakçılarla işbirliği yaptığını söylüyor. mısır’da o dönemde kitlesel ölümler oluyor. 10-12 milyonluk mısır’da neredeyse 30-40 bin kişi eroinden ölüyor. kaynağında türkiye’den yapılan kaçakçılık var. 1933’te eski bir asker olan general sherril türkiye’ye elçi olarak atanıyor. mustafa kemal’in biyografisini yazıyor ve sağladığı bu yakınlık sayesinde kabinede en güvendiği adamların bu işin içinde olduğunu anlatıyor. bir gecede bir yasa çıkarılıyor ve mustafa kemal kabineyi toplayarak ertesi gün şu açıklamayı yaptırıyor: eroin fabrikaları kapanmıştır. uluslararası anlaşmaları imzalayacağız. mustafa kemal’in iradesine rağmen meclis direniyor. karar halk fırkası’ndan geçiyor ama mecliste bir yıl boyunca yasa hazırlanamıyor. afyon lobisi 1933 yılında mustafa kemal’e bile direnecek güce sahip. ancak mustafa kemal’in ısrarları ile fabrikalar kapatılıyor. türkiye’nin çok uluslu kaçakçılıktaki rolü hep 70’li yıllara, bulgarlar’a bağlanır. ancak 30’lu yıllarda bu ilişkiler zaten vardı. büyük sermayedarlar avrupa’nın kaçakçılık çeteleri ve dünyanın önde gelen mafya organizasyonları ile ilişkide olmuştu."

    http://www.isbfmezder.org.tr/…kinlikler\2005_11.asp

  • --- spoiler ---

    - sıdıka, yavrucum... annesinin bi tanesi, bıcırık kızım benim...
    - aman allahım, bana iyi davranılıyo... hayırdır... ettiğim dualar, yağmur dualarıyla birlikte işleme kondu heralde... şükür, bugünleri gösterene...
    - niyeymiş kız! daha geçen gün ben sana bi kere daha ''bıcırık'' dedim...
    - geçen gün dediğin beş ay oluyo... bi kere de 1991'de babam sarhoşken saçımı okşayıp ''boncuk gözlü kızım'' dediydi... sonra 1992 temmuzunda abim beni bi sevgi gösterisi sırasında sırtına almaya kalkışmıştı... düşürünce bileğim burkuldu ama olsun... özetle, günlüğümdeki kayıtlara göre toplam üç kere sevildim şimdiye kadar... bi bu son ''bıcırık'', etti dört...
    - en aşşa yedi sekiz vardır, sen hatırlamıyosun... ilk çişini söölediğinde baban sana ''afferin benim düğme burunlu kızıma'' demişti mesela... hatta hiç unutmam, abin seni kıskanıp akşama kadar ''benim de çişim vaar'' diye bağırdı... sonra baban kızdı, abine iki tane vurup kömürlüğe kitlediydi... abin kömürlüğün camından atlayıp kütahya'ya kaçtı, benim tansiyonum 22'ye çıktı... abini bi hafta sonra bulabildik. 14 yaşına kadar da yatağa işedi...
    - ay yeter anlatma anne, bilsem söölemezdim çişimi... ne o, babam bana sevgi gösterisinde bulunmuş, nerdeyse aile faciası be! hay düğme burnum kopaymış...
    - elleme burnuna! anneyle konuşurken burunla oynanmaz...
    - hay ağzına sağlık annee; azarla azarla... oh be rahatladım... ne o ööle ''bıcırık'' filan... nerdeyse ruh sağlığım bozuluyodu... insan öz kızını aniden sever mi?

    --- spoiler ---