hesabın var mı? giriş yap

  • sabahları camdan aşağı tükürüp duran, beni her gördüğünde "sen ezgi misin? senin bende mektubun var. *" diyen çılgın üst komşumuz 90 yaşındaki himmet dede kapıda kalmıştı. kapının üstünde anahtarını unutmuş, cebinde de yedek anahtarı kapıyı açmaya çalışmış ama başaramamış. tam kahvaltıya oturmak üzereyiz, gelmiş bizim kapıya elleriyle dizini dövüyor, "ne yapacağım ben!" diye.

    çıktım yukarı. kapıyı biraz zorlayıp, sarstım. sanırım bir süre sonra arkadaki anahtar geriye kaçtı ve ve diğer anahtarla kapı açıldı. nasıl mutlu oldu, ne dualar etti canım benim. neyse, aşağı indim. oturdum kahvaltıya. o sırada evde şekerin bittiğini fark ettim. "neyse çayı şekersiz içeriz" diye düşünürken kapı çaldı. himmet dedem elinde bir kase küp şeker "evde bir tek bu vardı. teşekkür için getirdim" diyor. o sırada evdeki herkes şok.

    sanırım o zamandan sonra kimimiz allah'a, kimimiz karmaya inandı. kimimizin de sikinde bile olmamış olabilir olay. emin olamadım.

    edit: himmet dedem 2 hafta önce vefat etmiş lan.

  • benim de zaman zaman sorduğun soru.

    fotoğraflar daha gerçek, fotoğrafların taşıdığı anlar daha kıymetliydi. hepsi bir hikaye anlatırdı. 36 adet filme tonla para verdiğimizden bir de onları tab ettirmek için yığınla para yine verdiğimizden mütevellit her bir filmi en güzel anlarımıza saklardık. karenin içine sığan insanlar çok, gülümsemeler daha gerçekti. çektiğimiz fotoğrafın nasıl çıktığını, kimin nasıl baktığını, kimin nasıl durduğunu bilmeden makinanın tuşuna basardık. sonra teker teker tab ettirdiğinizden elimizde gerçek gülüşler, herkesin en doğal hali, bulunduğumuz mekanın en gerçek hali görünürdü.

    şimdi öyle mi? sadece suratlardan oluşan fotoğraflar, dijital diye aynı anda çekilen 50 adet fotoğraf, en güzelini çekicem diye kastığımızdan her bir suratta asılı kalmış samimiyetsiz gülüşler ve robotik insanlar. doğallığı kalmayan anlar, bulunduğumuz mekanı değil de sadece yüzümüzü gözümüzü odaklayan kareler vesaire vesaire.

    ben 90'ların kıymetini en çok fotoğraflara bakınca anlıyorum. 20 yıl önceki fotoğraflara bir de şimdiki fotoğraflara bakıyorum. o samimiyet, o belki sakil ama en doğal çıktığımız anlarda flaşa basılarak çekilen sıcak aile fotoğrafları, samim iarkadaş fotoğrafları... şimdi ise aynı karedeki insan sayısı azalmış ama rötuşlar artmış, mekanlar izole edilmiş ama doğallığı gitmiş.

  • 7 haziran 2020'de rize'de( ikizdere- sivrikaya mevkii) bir tır devrildi. 1 kişi öldü, tır 21 ton iran çayı taşıyordu. mevzuattaki boşluklardan yararlanılarak kaçak çayların( pek azı faturalı ve kayıtlı, büyük bir bölümü de kayıt dışı) yıllardır rize'ye getirildiği ve "türk çayı" olarak harmanlandığı ve paketlendiği çay üreticileri dayanışma derneği başkanı tarafından açıklandı.

    "çayın susurluk vakası" olarak ararsanız sonuçlara ulaşırsınız. sahi bu ülkede kirletilmeyen- bozulmayan ne kaldı ?

  • leonardo di caprio'ya bu filmde oscar getirmediyse daha da beklemesin. sacha baron cohen denen herifin altın küre alabildiği bir ülkeden bahsediyoruz nihayetinde. her neyse; leonardo'nun yine oscar alamadığını görünce aklıma geldi shutter island ve ekşiciler ne demiş bi' bakayım dedim. piiii! bakmaz olaydım. bir sürü beyin fırtınaları, fikir yürütmeler ve çoğu filmle alakasız yorumlar. amme hizmeti yapmak için filmden
    -kronolojisine bağlı kalarak- bazı detaylar vereceğim.

    --- spoiler ---

    öncelikle her şey açık ve net, yaşananların tamamı doktor tarafından daha önceden kurgulanmış bir deney:

    1.filmin başında teddy'nin suyla bir sorunu anlayabiliyoruz. ''ı just can not stand on water''-suya katlanamıyorum- diyor. öehh artık. daha ne desin?

    2.karısının hediye ettiği o bok gibi kravattan bahsetmek istemiyorum bu arada. ne güzel yaktı ama, çok iyi oldu çok da güzel iyi oldu.

    3.ted ve chuck adaya gelir gelmez güvenliklerde deneyin gerginliği var. silahlarına yapışıyor herifler. ne de olsa adanın en tehlikeli, en eğitimli suçlusu geldi.

    4.hastaneye girerken elektrikli telleri hatırlıyor aslında. ama nerede gördüğü üzerinde durmuyor hiç. bu bize ted'in daha önce orada olduğunda dair bir ipucuydu aslında.

    5.o kadar çok detay var ki; c koğuşuna yalnız giremezsiniz diyor güvenlik şefi. hatta yazılı izin almanız lazım diyor ki sonra telefonun asla çalışmamasından! mesela, bu iznin de asla alınamayacağını anlıyoruz. yalnız girememesinin sebebi; c koğuşuna kontrollü bir şekilde sokmak istemeleri. çünkü oradaki mahkumları, özellikle noyce ve orayı biliyor, tanıyor.

    6.yine aynı şekilde silahları ellerinden alınıyor. alınmasa ve ola ki o oyuncak silahı kullanmaya kalksa deney bitebilir.

    7.bir sürü detay var hangi birini anlatayım? kadının kaçtığı odaya girdiklerinde iki çift erkek ayakkabısı var. bu oda o kadına ait değil. bu arada doktor delilik seçim değildir diyor ama ted her şeyi hatırladıktan sonra o seçimi yapıyor.

    8.peki ya kadını arama çalışmaları denen, güvenlikçilerin pineklediği ortama ne demeli? kayıp kadın falan yok, takılıyorlar garibanlar rol icabı.

    9.ayrıca o sorguda, çalışanlar bizim dedektifle epey taşak geçiyorlar.

    10.ilk doktor sheehan cümlesinde kamera chuck'a döner. -hatta içinde her sheehan cümleden kamera chuck'a döner.- muhteşem oyunculuk; chuck tamam amk çaktırmayın havasında. bu arada ted nasıl anlamadı bilmiyorum ama feribot bunları bırakır bırakmaz kaçtı zaten, giden birisi olsa görürdü. buradan anlıyoruz ki ted'in mesleği olan dedektifliği bok gibiymiş.

    11.alman doktordan sheehan'ın çalışmalarını istiyor bir de utanmadan. hacım adamın birinci hastası sensin, nasıl versinler o çalışmaları sana?

    12.karısını ilk gördüğünde pencereden görünen manzara aslında yaşadığı göl evi.

    13.yine aynı şekilde karısını ilk gördüğü sahnede, önce kendi senaryosunu yani kül olan karısını görüyor; sonra unutmak istediği su ve kanı.

    14.sahte rachel bulunduktan sonra ted'in etkileneceği bir oyun oynuyor ve en son soruyor. ''who are you'' burası ted için kırılma anı diyebiliriz. gölü, çocukları, evi hatırlıyor ama yanlış kadınla, niye derseniz telkin derim.

    15.bazı şeyleri hatırlaması artık c koğuşuna geçebilmesi anlamına da geliyor.

    16.ve erken final. noyce itiraf eder. ''sen bir deney faresisin ve her şey kurgu.'' ve noyce'un senin yüzünden burdayım demesi bu kurgu için c koğuşuna alınması muhtemelen.

    17.farenin çok belirgin bir halüsinasyon nesnesi olduğunu herkes bilir sanırım. özellikle alkoliklerin beyaz fare görmesi mesela.

    18.doktorla kolkola giren kadın, kocasını baltayla öldürdüğünü iddia eden kadın. hemşirenin yüzünü parçaladığını söyleyen adam da orada. aslında o hasta dedikleri kişiler çalışanlar, muhtemelen de doktorlar.

    19.doktor deniz fenerinde ''why are you all wet, baby?'' diyor. hatırla artık amk der gibi.

    --- spoiler ---

  • elin karısı sevgilisi hakkında "abi, karın ne çok konuşuyor allah sana kolaylık versin." gibi cümleler kurması.

    kayınvalideden rol çalan erkek... amanın...

  • son zamanlarda internetten temel fizik anlatan bir video ders serisini izlemeye basladim. hatta videolardan birini az once bitirdim. oyle youtube'taki "nukleer atiklari gunes'e gonderebilir miyiz" temali videolardan ya da kanallardan degil. hareket konusundan baslayarak lise duzeyinde fizik dersi anlatiyor cesitli hocalar. uzaydaki konum nedir, hiz nedir, grafikle nasil gosterilir, denklemle nasil ifade edilir diye anlatiyorlar. position, velocity, motion derken bayagi bayagi anliyorum ve bu beni cok mutlu ediyor. tabii bunlar sizin icin cok basit olabilir ama, en son 15 yil once lise 1'deyken fizik dersi gormus bir psikoloji bolumu mezunu oldugum icin bunlari anlayabilmek, hareketsiz bir topun konum-zaman grafiginde nasil ifade edilecegini kestirebilmek benim icin oldukca onemli ve keyif verici. kendi alanimla sinirli kalmaktan hoslanmiyorum. cevremde olup bitenleri anlamayi seviyorum. icinde yasadigim dunyaya ve evrene farkli acilardan bakarak daha butuncul bir anlayis gelistirmeyi seviyorum. hep sevdim.

    ama benim demek istedigim baska. videoyu izlerken bir seyi fark ettim. bence anne babanın çocuğuna bırakacağı en güzel miraslardan biri, yaşam boyu öğrenmedir. kisinin surekli gelisim halinde olarak kendisine oldugu kadar ait oldugu topluma da katki yapabilmesi bir tarafa, bence ogrenmeyi bir yasam bicimi haline getirmek koruyucu ve kurtarici da bir etkiye de sahip. en azindan bende bu yonde islemis hep ve hala da oyle isliyor.

    zift gibi koyu bir karanligin icindeyken bile herhangi bir seyin nasil isledigini anladigimda ya da yeni bilgi ogrendigimde iyi hissedebildiysem bence bu, salt ogrenmenin verdigi mutluluga, ne kadar ciliz da olsa, siginabildigim icindi; cunku ogrenmek her yerde, her zaman ve her bicimde, hep birlikteyken ya da tek basimayken mumkundu. kosullarim ne olursa olsun yasama tutunmami ve onu sevmemi de sagladi ogrenmek.

    "ogretmenler bir aractir. ogretmeni sevmek zorunda degilsin. sen ogrenmenin kendisini sev. seni ogrenmek mutlu etsin. hep ogren; cok calis." dendi bana cocuklugum boyunca. ogrenmeyi oyle cok sevdim ki yasama sevincim haline geldi. kendi dunyamda karanliklara gomuldugumde bile bilginin ve bilimin yaktigi bir mum isigiyla aydinlanabiliyorsam bu, ogrenmeyi cok sevdigimdendir. anne ve babamin bana biraktigi en guzel miraslardan biridir.

    bilmedigimiz seyler hep var olacak belki ama, sorgulayacak, arayacak ve ogrenecek seyler de hep var olacak demek oluyor bu. basli basina yasama sevinci. benim icin oyle.