hesabın var mı? giriş yap

  • yancı :

    anti-kahraman bir karakterdir. uslu uslu tarlasını ekenlerin yanına gidip "hşş bak arpa iyi gidicek bu sene,sen hala veriyosun buğdayı,yanlış yapıyosun" der,ev yapanlara bulaşır "age atladın diye betondan yapıyon ama bak ben kerpiçten şaşma derim yine" biçiminde. askeri binaların başında bekler,içerden asker çıktıkça alkışlar "helal abim benim ne de güzel olmuşsun sen" diye çoşar.pisliktir,boş bırakınca catapultların vidasıyla,ipiyle oynar bela olur.

  • aşık olmaktan daha güzeldir. en azından ayılana kadar... çünkü sarhoşken herkesi çok seversin. en azından ben severim...

    imza: yeni yılı ailesinin evinde içerek geçiren ve babası tarafından "sarhoş" diye alay edilen 29 yaşındaki ezik. o kadar ezik ki anası babası içki alıyor içsin de keyfi yerine gelsin diye. asjklxf. neyse, içeyim bari.

  • kızılmaması gereken çiftler.

    genciz, otobüsün en arka sırasına oturan kişilerin karizmatik olduğunu düşündüğümüz ve her fırsatta bu sırayı arkadaşlarımızla beraber işgal ettiğimiz yıllar...daha ses tonumuzu da ayarlayamıyoruz. yaptığımız her espri yüksek ton ve pitch'ten çıkıyor. bazen grupta bir kaç kız oluyor, yüzyüze konuşacak kadar samimi olmadığımız için diğer bir sap arkadaşımıza esprilerimizi baya bi yüksek sesle yapıyoruz ki kız da duysun gülümsesin. hafif bi gülümsesin hemen yavşamaya başlayacağız.

    tabi bu yüksek sesle yaptığımız ve çok komik olduğunu düşündüğümüz esprilerin olgun kişiler tarafından beğenilme olasılığı çok düşük. hadi diyelim beğenilme ihtimali var, yine de adamın tek derdi o olmayabilir. kim bilir kafasında ne fırtınalar kopuyor, nasıl baş ağrısı çekiyor o sıralar. arkasına dönüp hafif bir kızgınlıkla uyarıyor bizi.
    eğer insanlara biraz saygılı bir grupsak sus pus devam ediyoruz yolculuğa, ya da sesimizi kısıyoruz. ama gücünü ergenliğinden alan bir arkadaşımız varsa yanımızda "sanane be, babanın otobüsü mü" diye çemkiriyor belki babası yaşındaki adama. ortam geriliyor.

    işte bazen gücümü ergenliğimden aldığım yıllar aklıma geliyor, bu çemkirmeyi de yaptığımı hatırlıyorum. şimdi utanıyorum. insanların tek derdinin gruptaki kızların dikkatini çekmek olmadığını, çok daha kritik meselelerin insanın kafasını meşgul ettiğini, yolculuğun bunları düşünmek için önemli bir fırsat olduğunu, o yaşlarda yaptığım esprilerin gerçekten de komik olmadığını anlıyorum.

    demem o ki, konuşmadan oturan bu çiftler de yaşayacaklarını yaşamışlar, eleklerini asmışlardır. nezih bi ortamda bir saat oturup beraber kafa dinlemek en önemli ihtiyaçlarından biri olabilir. zamanla onları anlayacak duruma da geliriz belki. yani belki diyorum bak, kesin bir şey demedim.

  • bacaktan vurulan nasıl ölüyor yazmış birisi. evet dostum, bacakta zaten atar damar falan yok, bacak sadece deri ve kemikten oluşuyor.

    bir insanın ölmesi için alnından bazuka ile vurulması lazım. burada bir komplo kurulmuş.

  • eğitim olarak eleştirmek doğru olmamakla beraber (iyi eğitilmiş oldukları bir gerçek), kapalı ekonomilerin mühendislerini serbest piyasa ekonomilerinin mühendisleri ile çıktılar açısından karşılaştırmak iki açıdan mantıklı değil:

    1- sovyet mühendislerinin "daha fazla" & "daha iyi" yapmak için fazla teşvikleri yok. ancak ölüm tehdidi gerekir (ki nitelikli elemana zırt pırt "seni gulaglara göndereceğim" diyemezsiniz çünkü motivasyonunu daha çok bozarsınız, hiç meyve vermez.)
    2- ne kadar idealist olursa olsun, bir insan ideolojik olarak sürekli "motive" kalamaz. içgüdümüz en çok kendi çıkarımız (ya da çoluğumuzun çocuğumuzun çıkarı) için çalışır. bu nedenle kişi hem "özgür dünya"ya özenip motivasyonunu kaybedebilir, hem de hangi şart altında olursa olsun, (uzun vadede) mütemadiyen motive kalamaz. biyolojimiz bu.

    rekabet olmadan teşvik yaratılamaz, teşvik olmadan da inovasyon olmaz. bu sebeple mevzubahis manzaralara şahit olmamızın kaynağı serbest piyasa ekonomisinin teşvik farkıdır.

    sovyetler her daim en hızlıve en büyük politikasıyla ilerlemiştir, mühendisler de buna göre çıktı vermişlerdir ancak “en”lerin toplamı her zaman en verimliyi vermez ve verim olmadan sürdürülebilirlik de olmaz; nitekim sscb de sürekli olamamıştır.

    mühendisler bu ısmarlama çıktıları verirlerken de belli dinamiklere harfiyen bağlı kaldıklarından bazı püf noktaları kaçırıp verimlilik konusunda söz sahibi olamamışlardır (hem maddi kayıp, hem teknolojik fırsat kaybı).

    ***

    "insanlar çıkarları için, hakları (davaları) için savaşacaklarından daha istekli savaşırlar (napolyon)
    insanlar en iyi kendi faydaları için çalışır ( adam smith)
    (sebest piyasa ekonomisi *her bireyin kendi faydası için çalışması, herkes aynısını yapacağı icin toplamda da en yüksek getiriyi getirir*).

    ***

    elbette serbest piyasanın emek somurusune davetiye cikarmasi, toplam varliklarin gittikce daha da azalan bir azinligin elinde artarak toplanmasi gibi eksileri vardir. sonucta tasinabilir ya da tasinamaz varliklarin getirisi (i), dunya ekonomisinin buyumesinden(g) daha yuksek (i>g), bu durumda hicbir varligi olmayan milyarlarca insan varlik elde etmek bakimindan yerinde sayarken (sadece g), varliklari elinde bulunduran ve sayilari cok daha az olan bir kesim elindekini surekli buyutuyor (sadece g veya i+g). piyasanin buna daha da artan oranli vergilerle cozum bulmasi gerekiyor (zaten artan oranli vergi mevcut).

    gene de ne olursa olsun; bu isten yeteri kadar ekmek yiyebilen insanlar gerekli motivasyona ve dolayli olarak da gelisme istegine kapali ekonomilerdeki meslektaslarına gore daha cok sahipler.

    sovyetler; 30-70 arasi inanilmaz bir buyume hizina cikmisti. ustelik bunu esitligi saglamaya calisarak yapabilmisti (serbest piyasa ekonomisi veya görünmez el olmadan). bati'daki bazi kesimler bile hayranlik duymaktaydi. fakat motivasyon kirildiktan sonra bu gibi disa kapali buyumelerin sonu geliyor. insanlarin disariyla iliskisinin olmadigi ve disariya ozenip heveslerinin kirilmadigi kisitlayici bir ekonomi ile ayni inovasyon yaratilabilir (sovyetler bunu bir sure yaratti). bunu milliyetcilik, dini motivasyonlar ya da benzeri ideolojilere baglilik ile de saglayabilirsiniz. yalniz sadece bir sureligine olur, daima degil.
    insanlar disariyi ogrenir ve gorurseler; disarida gordukleri hayatlara ozenmeye baslarsalar verimlilikleri dusmeye baslar. cunku sizin karsi tarafinizda kendi icin calisan insan her daim motive iken, siz insanlari motive edecek bir ideoloji yaratamazsiniz. soyvetler'in utopyasi kulaga cok guzel gelse de uygulamada yeterli motivasyonu saglamak ve fikrin uzun vadeli devam etmesi cok zor. cunku ada alan, venice beach'de baba parasiyla (servetin faizi/kirası/getirisiyle) gonlunce guzel kizlarla/cocuklarla eglenen tiplemeler nufusun çogunluguna cekic-oraktan daha cekici gelecektir. maalesef insan dogasi bu.

    tum bu dezavantajlara rağmen sovyetler, serbest piyasa yoklugunda motivasyonu saglamak icin belli girisimlerde bulunmustur:

    1-tarimdan uretilen urunlerin dagitimini uretimin dustugu alanlara yogunlastirarak motivasyon saglanmaya calisilmistir.
    2-bonus sistemi getirilmistir. sadece farkli mesleklere farkli ucretler odenmesi degil, merkezi sistem tarafindan konulan hedeflerin tutturulmasi halinde ekstra ucret (bonus) odemeleri belirlenmistir.
    3- yalniz, hedefler tutturuldukca bir sonraki hedefler yukselecek. bir sonraki hedeflerin tutmamasi halinde ise bonus kaybi, maas kesintisi veya ceza(surgun vs.) uygulamalarina basvurulabilecekti. bu sebeple kimse elinden gelenin en fazlasini yapmaya calismiyordu.
    4- ek olarak bu bonuslar, yonetim kismi icin aylik ucretin %37'sine tekabul ettiginden, teknolojik degisimlere gidecek kaynagi (bkz: arge)(bkz: r&d) yok etmis oldu.
    cunku, inovasyon icin arastirma gelistirme gerekir, bunun icin de kaynak ayirmaniz gerekir. kaynak ayirirsaniz hedefleri tutturamama tehlikesi ortaya cikar ve insanlar da maastan kaybetmek yerine sadece hedef tutturmaya yonelir.
    cunku inovasyon gelecek adina bugunden fedakarlik yapmaktir, fakat fedakarligi hos gormeyen bir sistem altinda fedakar olmaya soyunmazsiniz.

    bunlarin sonucunda sovyet yonetimi inovasyon eksikliginin ve bunun neticesinde teknolojik olarak geri kalinacaginin farkina vararak 1940'larda bonus sistemini kaldirildi. bu sefer teknolojik ilerlemelere (inovatif gelismelere) buyuk bonus odemeleri sistemi getirildi (hedefe degil, teknolojiye odul). yalniz burada da fiyatlar serbest piyasa tarafindan degil devlet tarafindan belirlendigi icin emegin gercek degerini yansitmadi, bu sebeple beklenen etkiyi gosteremedi.

    1956'ya geldigimizde bu durum degisti. bonus, teknolojinin uygulanabilirligine ve yararina gore dagitilmaya baslandi. fakat burada bonusun firmanin maas bordrolari tarafindan kisitlanmasi (ya da tam zitti), bu inovasyonlarin adapte edilmesinin/ benimsenmesinin onune gecti. goruldugu uzere, "sanayide verimlilik" hususunda serbest piyasa standartlarina ulasmak neredeyse imkansiz.

    calisanlarin motivasyonunu saglamak icin konulan ceza sistemi de cok sertti.
    mesela 1940'ta is basinda bulunmama ya da is basinda zaman gecirme durumunda maastan %25 kesinti oluyordu. 1940-55 arasinda 36 milyon insan (o donemki calisabilir nufusun 1/3'u) "calismamak"tan suclu bulundu, 15 milyonu hapse atildi, 250,000'i de idam edildi. her yil 1 milyon insan bu sebeplerle hapiste bulunmaktaydı.

    bu sekilde insanlarin motive olmasi, yaratici fikirler uretmesi ve ulkelerini diger ulkelerin onune gecirmeleri beklenemez. yaratici fikirler tehdit veya ceza yoluyla ortaya cikmaz. insanlarin motive olmalariyla, karsiliginda bir sey kazanacaklarina olan inanclariyla mumkun olur. bu da insanin kendi cikarini dusunmesiyle mumkun olabilir.
    cunku insanin dogasini degistiremezsiniz. insan bencildir, insan once kendini dusunur ve uzun vadede her daim bu icgudu galip olacaktir. insanlari esitlik veya dava ugruna kisa vadede motive edebilirsiniz ama davalara baglilik icin insan hayati cok uzun ve insanin icindeki bencillik; "e artik hani bana?" sorusu er ya da gec ortaya cikacaktir.

    sovyet halki motivasyonunu bu sekilde kaybetti; kot pantolona ozenen, yasaga ragmen bunu temin etmeye calisan gencler ortaya cikti (bu bir ornek, neden degil elbette). tum bunlar birikerek disa kapali sovyet halkinin bir bati/amerikan rüyası'na kapilmasina ve sonucta mutsuz olmasina yol acti. uzun sure her sey iyi giderken, calisma motivasyonunu kaybetmis ve artik gozu disarida olan sovyet halkinin, kaynaklarini halkindan cok askeri harcamalara ayiran ulkelerinin ekonomisi sallanmaya basladi. sonrasinda sovyetler dagildi.

    uzaya ilk cikan, yer yer askeri olarak daha cok ilerleme kaydeden de sovyetler'dir, dogru. fakat bu elinizdeki kaynaklari nasil dagittiniz ile alakali. elinizde olani agirlikli olarak iki alana yatirir ve halktan uzaklastirirsaniz; halkiniz sizin ulkenize gelir getiremez ve buyuk basarilar elde ettiğiniz diger sektorleri besleyecek bir kaynaginiz kalmaz. cunku ekonomi bir butundur, sadece iki sektor bazli değildir. toplam fayda ve dinamik olmak esastir. 2.dünya savasi ile beraber iyice ragbet goren sovyet sistemi -fabrikalarin belli bir urune odaklanmaktan ziyade "cok yonlu" olmasi (bunlar mutually exclusive)- da baslarda korkunc verimliyken dunyadaki urun cesitliliginin artmasi ile verimliligini kaybetmistir. bu da "issizlik" diye bir kavramin olmamasi (hep değindiğimiz teşvik eksikligi) ile birleşince sovyetler uretimdeki verimliligin yaninda inovasyon anlaminda da geri kalmaya baslamistir.

    guclu olanin hayatta kalmasi felsefesi ile bencilligin hukum surdugu insan dogasina en yatkin sistem olan serbest piyasanin uzun vadede kazanacak olmasi kadar dogal bir sey yoktur, sonucta konumuz insan oldukca bu degismeyecektir. dunyadaki her ulke esitligi kabul etmedigi surece, serbest piyasadaki ulkeler daha cok gelisecek ve her disa kapali ekonomiyi uzun vadede maglup edeceklerdir. ancak her ulke "hepimiz daha az geliselim ama esit olalim" derse serbest piyasa ekonomisi saf disi kalir, aksi takdirde serbest, ozgur olan daha yaratici olup digerlerinin onune gececektir.

    yapabilecegimiz en iyi sey serbest piyasa kosullarinin duzenlemesi olacaktir ki; bu da bencillik sebebiyle, yani zenginlerin asiri esitsizlikten isyan cikmasina sebebiyet verip servetlerini tamamen kaybetme riskini goze almamalari nedeniyle olacaktir. veya savaslar/felaketler gerekiyor ki bu da hos bir yol degil. neticesinde kaynaklarin bir nebze daha adaletli dagitilmasi mumkun olabilir. insan dogasindan kacamayiz, serbest piyasa en buyuk motivasyonu ve en faydali buluslarin cikmasini saglar; cunku insan en cok kendisini/ailesini dusunur, en cok bu ozneler cervesinde motive olur.

    ha bana sorsaniz komünizmin de, kapitalizmin de, teokrasinin de icine sicayim.
    hep beraber kucuk gruplar halinde issiz adalara gidelim, agac evlerde yasayip tarimimizi yapalim, domates yetistirelim, balik tutalim, muzik yapalim, yuzelim, gulelim, tertemiz havada dolasalim. gel gor ki boyle bir dunya artik yok; herkesin tek derdi buyume, buyume, buyume. bu da devletlerin altindaki nufusları buyutup onlari "buyume" icin kullanmasi anlamina geliyor. peki mutlu olmamiz icin gercekten "buyume"ye ihtiyacimiz var mi? yoksa m.o. 4000'e donsek daha mutlu oluruz gibime geliyor. ya da artık dunyada kazanc maksadiyla conta civata üretmekle vakit kaybetmeyelim, buyumeye kasmadan sadece uzayi kesfetmeye calisalim, bu kafi.

  • 1100 tl kazanacaksa zaten hiç boşuna 5 yıl okumasın girsin burger king'e ayda 900 tl kazanıyor zaten boşuna 5 yıl kaybetmez. nitekim ayda 200 tl fazla kazanmak için 5 yıl kaybetmesin. hatta beş yılda terfi bile alır büyük ihtimalle.

  • chaetophobia, saç korkusudur. bu korku, kişinin kendi saçından, başkalarının saçından, hatta hayvan tüyünden korkması olabilir. ketofobisi olan kişiler, yerde bir tüy yumağı olmasından veya saçlarını taramaktan korkabilir. genellikle saçlarını kestirmeyi son derece zor bulurlar ve diğer insanların saçlarına dokunduğu durumlardan kaçınırlar.

    bu fobi, saçla ilgili travmatik bir deneyimden kaynaklanabilir. bazı örneklerde, kötü bir saç tıraşı veya çok miktarda saç dökülmesi sonucunda ortaya çıktığı görülmüştür. ayrıca saçın kirli olduğu ve onunla temas dilmemesi gerektiği inancı da bu fobiye neden olabilir.

    trikofobi ve trikopatofobi bu fobi ile ilişkilidir. trikofobi , kıyafetlere veya mobilyalarına dökülen ölü saçlardan korkma durumudur. trikopatofobi, kellik veya saç renginde değişime neden olabilecek bir hastalıktan korkma durumudur.

  • bu adam büyük adam be. geçenlerde iz tv de bir belgesel izliyorum, yeşilçam ile ilgili.. röportaj yapıyorlar yeşilçam'ın emektarlarıyla, tarık akan'a sıra geldi, ben hayatımda böyle mütevazı bir adam görmedim. konuşması şu şekildeydi;

    komedi oyuncusu olmak çok zor, ben hiçbir zaman bir komedi oyuncusu olamadım, etrafımdakiler, kadroda bulunan arkadaşlarım iyi birer komedi oyuncusuydu, kemal sunal, zeki alasya, metin akpınar, adile naşit, münir özkul. ben onların sayesinde bu kadrolarda parladım.
    yani adam demiyor ki ben olmasam bunlar hikaye, ben başrol oyuncusuyum, benim egom tavan vs. tarık akan'ın oynadığı yüzlerce başrol filmi vardır ama adamdaki saygıya bakarmısın, eski devrin filmleri bir başka olduğu gibi, oyuncuları da çok kıymetli ve çok efendi. tarık akan hala yaşıyor ve yaşıyorken bu adamın kıymetini bilelim.

  • sessizlik olduğu zaman kafalarda "ne anlatsam şimdi" sorusunun oluşmadığı ve en sevdiğim ilişki türü. diğer türlü çok sevdiğim bir insanla bile iki kişi olarak vakit geçirmek boğucu geliyor. susunca tuhaf oluyor çünkü. sürekli bir şeyler konuşuyor olma gerekliliği de doğallığı bozuyor.

  • anneme internet şubesinin nasıl kullanılacağını gösteriyorum. şifre koymamız gerekti;

    ben: evet anne şifre istiyor şimdi alakasız bir kelime söyle.

    anne etrafına bakar çiçeklerini görür,

    anne: fesleğen olsun.

    ben: ğ var onda telefondan girerken filan sıkıntı olur başka bir kelime bul.

    anne: ne bileyim ben ya sen bul işte bir şey.

    ben: anne evdeki herkesin hesabını ben açtım, unutuyorsunuz sonra diye de aklımda tutuyorum, bir sürü gereksiz bilgi var aklımda, lütfen kendi şifreni kendin bul.

    anne: bulamadım işte yardım et biraz

    ben: ya böyle seninle ilgili gibi olsun, ilgi alanında olan bir şey hiç unutmayacağım bir kelime

    anne: off, yordum beni, dur dur tamam buldum damat olsun

    ben: olmaz anne saçmalama başka bir şey bul

    anne: damat istiyorum işte şifrem damat olsun

    ben: tamam anne lanet olsun rakam söyle bir tane de

    anne: 2 damat2 iki tane damat istiyorum ( burada kinaye yapmıyor 2 kız kardeşiz)

    ben: of tamam anne şimdi bir kelime daha lazım parola olacak bu da

    anne: kıs kıs güler, kolaymış canım o da torun olsun önce damat, sonra torun ölene kadar unutmam bunları damat2 torun4

    ben:.............