hesabın var mı? giriş yap

  • (biyoloji dersinde menstruasyon konusu islenmektedir. baymistir igrenctir ders. sira alti cilgin sakalasmalar sirasinda abartilir olay bacaga igne batirilir.)

    - ahhh ananin ami.
    (sinifta yankilanmistir ses, hoca doner noluyo evladim diye sorar)
    - eoo, hocam dersle ilgili konusuyoduk ehi.

  • az once bir program seyrettim. genc bir dalgic, soyle bir sey soyledi "ailemin en buyuk hayali dunyayi gezmekti, ben cocukken evimizi satip bir tekne aldilar ve ben denizi o zaman sevdim."

    dusundum sonra, biz asla boyle ailelere sahip olamayiz ve bir gun aile oldugumuzda biz de boyle aileler olamayiz. hayallerimiz "gelecegimizi garantiye almak" uzerine kurulu.

    hayallerimiz "evlenmek, ev almak, arabayi degistirmek, daha cok para kazanmak, pirlanta yuzukler almak, koltuklari degistirmek" ekseninde donup duruyor. ıcimizden gercekten hayal kurabilenleri de "akli bir karis havada" diye diye el birligiyle vazgecirebiliyoruz.

    hayattan aldigi keyif "hep daha fazlasi" uzerine kurulu olan insanlar olarak dogmuyoruz ama boyle yontuluyoruz, sekillendiriliyoruz ve ne yazik ki cocuklarimiz da boyle sekilleniyor.

    gercekten hayal kurmuyoruz, hayal kuramayan insan hayattan keyif alamaz. biz gelecegimizi garantiye almaya calisirken kendimizi unutuyoruz ve bence bize cok yazik oluyor.

  • ülkemizde güncel ve anlık nüfus sayımı oradan yapılıyordu. şimdi işin gücün yok tek tek say insanları. adrese dayalı nüfus sayımı, ikametgah, ıvır zıvır bi ton bürokratik işlem.

  • birçok nedene bağlıdır bu durum öncelikle ;

    1- erkeğin hiç ilişkisi olmamıştır, yol yordam bilmez ve korkar
    2- reddedilme korkusu
    3- ortak çevre yetersizliğine bağlı sorunlar
    4- dini ve sosyokültürel nedenler*
    5- kişilik ( ilk olsun tek olsun düşüncesi )

  • filmi yaklaşık yarım saat önce bitirdim ve buraya yazmadan önce kendime gelmek için bir duş aldım. bu entryde spoiler vermeden, duygularımı ve neden sinemaya gitmemeniz gerektiğini anlatacağım rahatlıkla okuyabilirsiniz.

    filme geçmeden önce duygularım; alayınızın allah belasını versin içimdeki yirmi yıllık hayranlığı ve saygıyı öldürdünüz.

    ve film; onuncu dakikasından itibaren noluyor lan? bakışı ile iki oyuncunun hatrına izlemeye devam ettim. film boyunca yan karakterlerin önceki filmlere göre hiçbir katkısı yoktu. (bkz: neil patrick harris) in oynadığı karakter filme çocuk filmi havası katmış bir türlü ciddiye alamadım. (bkz: jonathan groff) un canlandırdığı karakter kesinlikle eski ruhunu vermiyor. mindhunter filmindeki eblek halleri gözümün önüne geldi durdu. diğer yan karakterlerin canımı sıkacak kadar bile bir önemi yoktu. neo abimizin eski hallerinden eser yok. film boyunca trafik polisi gibi her şeye dur işareti yaparak ilerledi. trinity ablamız deseniz o da oyunculuğa fazlasıyla uzaklaşmış.

    film genel anlamda disney filmleri gibi o tadı veren iki saatinizi öldürebileceğiniz, içinde bir şeyler olan ama ne olduğunu anlamadığınız bir iki saat vaad ediyor. toplamda iki saat boyunca en az otuz dakika eski filmlerden önemli sahnelerin kesitleri kullanılmış. belli ki süre uzatılmaya çalışılmış ya da o sahnelerin etkilerinin hatırlanmasıyla filmi ayakta tutmaya çalışmışlar. ama o sahneler o filmlerin bütünlüğünde etkiliydi sayın lana hanım. süper lig haftanın önemli anları gibi beş dakikada bir gözümüze gözümüze sokmasaydın keşke. zaten o sahneleri hepimiz yirmi yıl içinde yalayıp yutmuşuz bize yeni bir şeyler göster.

    konusuna gelecek olursak hiç abartmıyorum, herhangi bir devam filminin ilk onbeş dakikasında olacak olayları bir ton flashback ve disneyvari sahnelerle iki saate tamamlamışlar. bir yerde göreve çıkacak olan karakterlerin hareket ve tavırları bende avengers filmi izliyor havası uyandırdı.

    görsel efekt anlamında ilk üç filmi izlerken hepimiz mutlaka düşünmüştür. bu adamlar bu efektleri o yıllarda nasıl yaptı diye. hatta o yıllarda çocuk olduğumuz için hepimizin sinemada perdeye bakarken ağzımızın suyu aka aka izlemiştik. ama bu filmde ilk üç filmdeki etkileyici efektlerin biri bile yoktu. hatta üzerinde çok durulmadan geçiştirilmiş birkaç efektli sahne vardı. bilgisayar üzerinde hazır dokularla veya yapay zekanın tamamlamasıyla hazırlanmış oldukları çok belliydi. ve görüntü anlamında en büyük sıkıntı da filmde matrix tonlarının olmayışıydı. herkes bilir ki matrix filmlerinde renkler siyah ve yeşil tonlardadır. bunun instagram için bile filtresi yapılmışken böyle bir devam filmindeki bütün sahnelerin sıcak renklerden oluşması da filmin ruhunu kaybetmesine neden olmuş. izlerken bir türlü matrix moduna giremiyorsunuz.

    yani özetle çok büyük hayal kırıklığı içerisindeyim sözlük. yirmi yıllık hayranlığımı iki saatte kabusa çevirdiler. yumruklarımı sıka sıka izledim ve iyi ki sinemaya gitmeyi beklememişim dedim. buraya kadar okuduysanız ve sinemaya gitmek istiyorsanız neo ve trinity'nin hatrına sırf onları görmek için gidebilirsiniz. ama kesinlikle beklentilerinizi iyice düşürün ve bir çocuk filmine gittiğinizi düşünün.

    son birkaç senedir yeni trend; eski tutmuş filmleri birkaç ana karakteriyle tekrar çekmek veya eski özlenen karakterleri devam filmlerinde göstermek oldu. spidermani henüz izlemediğim için bilmiyorum belki onlar da sıçmış olabilir ama yorumlar iyi gözüküyor. matrix kesinlikle sıçmış. sanırım geriye bir tek harry'nin çıkacak olan bir fantastik canavarlar filminde görünmesi kaldı. onu da azkaban tutsağı filmindeki zamanı geriye alan kolye ile birkaç tur fazla çevirerek dumbledore'un gençliğine yardıma yollarlarsa tam olur.

    ne yazarsam yazayım sinirim geçmeyecek sözlük. sinemaya gidip gitmemek size kalmış görüşmek üzere.

  • arife akşamı (dün akşam) babam odama elinde iki sayfa, arkalı önlü dolu kağıtla gelir;

    babam: şunu yaz bilgisayarda, sonra da yayınla sayfanda.
    hisli: ne sayfası? ne ki o?
    babam: hani diyordun ya, sözlük müydü neydi?
    hisli: ekşi sözlük. e iyi de yayınlayamam orada başkalarının yazılarını falan. hem ne o yav?
    babam: bayram mesajım.
    hisli: ahuahuahu... baba ciddi misin?
    babam: hee, ne oldu?
    hisli: ahuauhuaa... (burada ölüyorum gülmekten) baba cidden bayram mesajımı yazdın?
    babam: ya hu yazdım evet. nedir yani? ne diye anırıyorsun? (alınır)
    hisli: ahaha... ya baba yayınlayabilecek olsam bile, bu ne allah aşkına? iki sayfa arkalı önlü bayram mesajı mı olur? obama'nın bile böyle tebrik mesajı yok. ne yaptın sen? ahah...
    babam: o yazamıyorsa bana ne? (vaaayyysss) sen yayınla şunu insanlar feyiz alsın.
    hisli: ahuahuahau... peki haşmetlum. ahuahua... padişahım çok yaşaaaaa... ahuhauah...

    feyiz almanız için yazmak isterdim ama çok üşendim vallahi. kısacası, babam diyor ki; "insanlığın bizden sonraki kısmını da düşünmeyi uzunca bir süredir unuttuk maalesef. kurduğumuz sistem çöktü. artık maddi ve manevi tüm insani değerlerimizi kaybettik. ne dini inançlarımız inanç artık ne de siyasi görüşlerimiz sabit ve sağlam. insanlık, onurunu düşünmeye zorunludur artık ve kendisinden başkalarını... ve geleceğini düşünmek zorunda. hiç olmazsa, dini bir vecibeden önce bir gelenek haline gelen bayramlarda insan olduğumuzu hatırlamak dileğiyle. iyi bayramlar..."

  • yöntemini birkaç cümleyle sizlere iletmek istediğim dolandırıcı. maksat tuzağa düşen olmasın çünkü inandırıcı konuşup destekli sallıyordu.

    affedersiniz diyip beni çevirdi. yol falan soracak diye döndüm haliyle. böylece yaklaşık 10 dakikalık esaretim başladı. "ben havaalanında çalışıyorum. bize prim olarak parfüm veriyorlar. benzin problemim var, üstümde para yok. bunları satıp benzin almak istiyorum. inanır mısın çok komik fiyatlara satıyorum. zaten prim olduğu için bana bedava geliyor." tarzında yardıra yardıra konuşuyor. ve ağzı öyle laf yapıyor ki 2 saniyede 3 cümle falan kuruyordu. o arada poşetinden 2-3 tane parfümü çıkarıp gösterdi, hatta koluma falan sıktı. parfümlerin üzerinde duty free 39,99€ falan yazıyor. jelatinli melatinli, orijinal gibi görünmesi için her şey güzel ayarlanmış. üzerimde çok para olmadığını, bunları alamayacağımı söyledim. ne kadar olduğunu sordu üstümde daha fazlası olmasına rağmen yalandan 20 tl dedim. 2 saniye kadar sustu, düşündü. "tamam" dedi "acil ihtiyacım var, 20 tl ver senin olsun." zaten önyargılıydım ve bu noktada şüphe oluşmaya başladı, bahanelerle gitmeye çalıştım fakat daha da yapıştı. yanında bir de kadın parfümü de veririm dedi. şüphelerim iyice arttı. fakat bu süreçte sürekli konuşuyor, asla sakin kafayla düşünmenize fırsat vermiyor. baştan başlayıp benzin problemi, thy'de çalışıyorum vs. anlatıyor. adamın bu kadar yapışmasından iyice işkillenince almamaya karar vermiştim ki o anda cüzdanını çıkarıp "bak thy'de çalışıyorum, yalan söylemiyorum" diyip üzeri thy logolu, kendi resminin de olduğu bir kart gösterdi. işte o anda yalanını anladım çünkü thy kartlarının neye benzediğini biliyordum. çok kararlı bir şekilde almayacağımı söyleyip uzaklaştım.

    hikayede yakaladığım açıklar beni kandırılmaktan kurtardı:

    1- thy çalışanlarına prim verecekse eğer bunu para olarak verir; parfüm, deodorant, cüzdan gibi eşya olarak değil.
    2- thy kimliği diye gösterdiği kartın üzerinde beyaz fonda kocaman thy logosu, kartın ortasında fotoğraf vardı. thy id kartlarının dizaynı böyle değil. ayrıca hiçbir thy çalışanının o kartı cüzdanında taşıyacağını sanmıyorum.
    3- ağzı çok laf yapıyor. sürekli ben satıcı değilim diye belirtmesine rağmen pazarlamacı edasında olduğunu sezebiliyorsunuz.
    4- çok fazla konuştuğu için arada tutarsızlıklar yakalamanız mümkün. önce arkadaşım arabada bekliyor derken 1 dakika sonra sevgilim arabada bekliyor gibi ufak yalanlar vs.
    5- çok ısrarcı olması acil paraya sıkıştığını değil, dilencilik yaptığını hissettiriyor.
    6- iki adım ötede atm'ler olmasına rağmen para çekmek yerine elindekileri satmaya çalışıyor. (ayrıca parfümleri hep yanında mı taşıyor?)

    özetle 5 liralık sahte parfümleri duty free'den alınma orijinal parfüm diyerek 20-30-50 lira gibi fiyatlara (neyi gözden çıkardıysanız artık) satmaya çalışanlar var. yeni türemişler sanırım. dikkatli olmanızda fayda var.

    edit: oha lan bir iyilik yapalım dedik ne ergenliğimiz kalmış ne mağara adamlığımız! hayır sanki bizim milletimiz değil telefonla kandırılıp tüm parasını çekip çöp konteynırlarının yanına bırakan? ama benim hatam, ekşi'deki küllyutmaz yazarların böyle şeylere ihtiyacı yoktur onu unutmuşum. neyse en azından okurlara bir faydamız olsun. 1 kişiyi bile uyandırabildiysem ne mutlu bana.

    ha bu arada gelen mesajlara göre, kısa zaman önce bu numaraya inanıp alanlar da olmuş. o yüzden iyi ki yazmışım bu entry'yi.

    ekstra not: almadım parfümü. valla lan :)

  • ben yaklaşık 7 yıllık birikimim olan 37.000$'ımı, bankalara güvenmediğim için evdeki çalışma masamın tablasının altına özel olarak yaptırdığım gizli çekmecede saklıyorum.

    güldere mahallesi, zindanlı caddesi, kaman sokak, numara 17, daire 5, zeytinburnu adresinde ikamet ediyorum. yalnız yaşıyorum ve haftaiçi saat 07:30-19:00 arası evde olmuyorum.