hesabın var mı? giriş yap

  • büyük toprak parçaları yahut çiftlikler. ilk ortaya çıkışları roma imparatorluğu döneminde olmuştur. büyük toprak sahipleri hem zenginleşmişler hem de yönetimde söz sahibi olmuşlardır. osmanlı'daki tımar sistemine ilham kaynağı olmasının yanısıra ortaçağ avrupasında da feodal toprak ağalarının kökleri buradadır. yalnız roma'da köleci bir düzen varken, avrupa feodalitesinin temel unsuru plebdir (gerçi bu da romalı bir kavramdır). rusya'ya geçince toprak ağası boyar, köylü mujik olur (sistemin adı da pomiestnydir).

    yukarıda bahsettiğim oluşumlar genel olarak köleci yahut köleliğe yakın müesses nizamlardır; osmanlı'daki hariç. tımar sistemi askeri bir düzendir osmanlı'da ve sultana bağlıdır. tımar sahipleri kalıcı değildir ve sultan adına toprağı işlerler. toprak işlerinde çalışanlar yarı zamanlı asker gibidirler. ama çiftçi özgürdür. yani kısmen; bir ağa için çalışmaz, kendisine 'bir çift öküzün sürebileceği kadar' bir arazi verilir (dolayısıyla çiftlik kavramı oluşur. çiftlik kelimesi aslında şimdiki kadar büyük bir alanı çağrıştırmazdı, daha sonradan bu anlam yerleşmiştir) ama çiftçinin tarlasını bırakıp gitmesi yasaktır. devlet ile köylü arasındaki anlaşma bu esasa dayalıdır fakat artan vergiler ve genel asayişsizlik ile beraber çift düzeni bozulur, büyük kaçgun ile birlikte köylü başıboş olur (uzun hikaye, merak eden ilgili başlıkları okuyabilir; hepsi dolu).

    kolonyalizmle birlikte latifundiyalar latin amerika'da da yerleşmeye ve toprak sahipleri güç kazanmaya başlar. ilginçtir ki kuzey amerika'da bir sınıf olarak ortaya çıkmazlar (aslında şimdiki amerika birleşik devletleri'nin güney eyaletlerinde bir sınıf oluştururlar ama konuyu uzatmak istemiyorum). bu tarafta daha çok plantasyonlar vardır. bir şirket büyük toprak parçalarını alır ve insanları çalıştırır. ya köle gibi çalıştırır yahut hakikaten köle alıp çalıştırırlar. bu plantasyonlar bazen latin amerika'ya (orta ve güney amerika - guatemala, honduras, küba, brezilya gibi) da el atmışlardır. tütün, kakao, kahve, şeker kamışı, pamuk gibi ürünleri yetiştirirler ve dünyaya pazarlarlardı. ingiliz imparatorluğunun en şaşaalı dönemleri bu plantasyonları oluşturduğu ve onları korumaya çalıştığı döneme denk gelir. hatta kimi ülkelerde bugün bile kullanılan demiryollarını ingilizler döşemişlerdir. abd'yi abd yapan güçler bu plantasyonlara sahip olan şirketlerdir. sırf bu şirketlerin çıkarlarını korumak adına savaşlar çıkmış (bkz: muz savaşları) ve amerika latin amerika'ya sırf bu yüzden müdahaleci bir politika izlemiştir.

    latin amerika'da ise latifundistas büyük toprak sahiplerinin sınıfıdır. latin amerika ülkelerinde bu büyük çiftliklerin adı değişir. bolivya ve peru'da finca, arjantin ve uruguay'da estancia, brezilya'da fazenda, şili'de fundo olur. en büyük etkileri arjantin'de görülür. latifundiyalar (estancialar) bir anda ekonominin bel kemiği ve ana taşıyıcısı olurlar. amerika, ingiltere, fransa gibi ülkelerin etkisinden (kısmen) uzak kaldığı için ürettikleri bütün katmadeğer ülke içerisinde kalır ve arjantin bir anda dünyanın en zengin ülkeleri arasında kendine yer bulur. ülkede ilk sanayileşen sektör tarım ve hayvancılıktır. hal böyle olunca yönetimde, tıpkı roma'da olduğu gibi, latifundistalar (büyük toprak sahipleri) etkili olmaya başlarlar. arjantin iç savaşı latifundistalar-arası bir güç çekişmesinin adıdır. demokrasiye geçişte en çok diretenler bu sınıf olmuştur (köylü ve işçi ile eşit olmak istememişlerdir). hepsini olmasa da birçok askeri darbeyi desteklemişler, değişim ve dönüşüme muhafazakar bir set çekmişlerdir (buradaki muhafazakarlık dindarlık değil). bugün hala taşrada etkilidirler.

    şimdilik bu kadarı kafi gelsin...

  • ilk atandığım zaman bana bir hikaye anlatmışlardı 7 sene erzurum’da görev yaptım .
    kimisi bunun fıkra olduğunu söylüyor ama 7 yıl sonunda bende bu hikayeyi yaşadıklarımın özeti olarak görüyorum.
    hikayemiz şu;

    mahallede iftardan sonra 2 genç parkta içki içtikleri iddasıyla üzerlerine iftira atıyorlar . gençler bunu inkar ediyor ama ocaklardan sağdan soldan toplanan elemanlar parkta içki içiliyor mevzunu duyan geliyor.ve linç girişimine dönüyor polis tomayla müdahale ediyor fakat kimin taraf kimin mağdur olduğu anlaşılamıyor , kafa göz dağılmış 3-5 kişi var ve herkes mağdur durumda herkes şikayetçi.

    hastane’de tedavi altına alınan kişilerle beraber 21-22 kişi olaya karışıyor . sonun savcı alkol testi yapın çıkan iki kişi mağdur diğerleri saldırgan taraf olabilir diyor.
    fakat hastanede kanında alkol tespit edilen 7 kişi çıkıyor.

    yane iftar saati parkta içki içtiği iddia edilen kişileri içki masasından kalkan 5 kişi daha dövmeye gidiyor.

    işin saha kötü senaryosu içki içmeyen iki genci içki içtiği gerekçesiyle 7 sarhoş dövmeye gidiyor ramazan da nasıl içki içersiniz diye.

    bu da böyle bir anım.

  • imkansızlıklar içinde inanılmazın başarılmasını anlatan film. christy brown'u canlandıran daniel day lewis için ne söylenilse azdır. ama en azından şunu söyleyebilirim, sanırım oyunculuk diye buna diyorlar! film gerçek bir yaşam öyküsünü anlatması dolayısıyla herhangi bir filme oranla fazlasıyla etkileyicidir. özellikle filmdeki anne, oğluna olan sonsuz inancı nedeniyle kendine hayran bırakır.
    bu film hakkında benim burda yazabileceğim hiç bir şey filmin güzelliğini anlatmaya yetmez.. ne diyebilirim ki izleyin ve bol bol ağlayın..

  • 40 güvenlik

    35 temizlikçi

    dini partiyi bir kenara koy. bugün çoğu avm de o görevleri yapan bu sayıda personel yok.

    iti kopuğu bekçi yaptılar, gönder 10 tanesini, temizliğe de görev bölgesindeki belediye baksın mantıklı makul olan budur.

  • sigara içmeyenlere kapak olan indirimlerdir .sonunda kar edeceğimizi biliyorduk ...

  • yunan misin: 30 dk
    fetocu musun: 30dk
    binalinin oylari calindi: 45 dk
    ıstanbul projeleri: 10dk
    istanbuldaki israflar: sure bitti.

    mission completed.

    sorarlarsa tarafsi bolge dersiniz.

  • son dakika editi: istanbul il secim kurulu tarafindan reddelimistir(bundan once ilce kurula da basvurmuslar, onlar da red etmis)

    son dakika editi2: akp secim sorumlusuna gore basvuruyu tum istanbul iciin degil buyukcekmece icin yapmislar. boyle oldugunu yazmistim zaten.

    istanbul’un buyukcekmece ilcesi icin, usulsuz secmen kaydi yapildi gerekcesiyle yapilmistir.

    https://m.haberturk.com/…?__twitter_impression=true

    edit: akp bunun varligindan 5 nisan’da mi haberdar olmus yoksa maksat secmenlerine “bakin cirpiniyoruz sizin icin” mesajini mi veriyor?

    bu arada “secim yeniden olursa fark atariz” goygoyculari sussun! secim mecim olmamali. ekrem kazandi.

  • "15 yildir boyle bir sey yasanmamis"mis...

    arkadas 16 yildir yasandi mi?
    peki ya 17 yildir?

    ulan ben 30 yildir bu ulkede lokal elektrik kesintilerini gordum de, ulke genelinde elektrik kesildigini ilk kez goruyorum.

    bunun ne kadar onemli oldugunun farkinda misiniz?
    ulke milli guvenliginin tehlikede oldugunun faskinda misiniz?
    su durumda bir cok savunma mekanizmasinin devre disi kaldiginin farkinda misiniz?
    tabii ki degilsiniz.
    olsaydiniz "15 yildir bidi bidi..." diye sacmalama geregi duymazdiniz.

    (bkz: haarp) projesi. adamlar savas durumunda, enerji bombasi ile bir sehrin tum enerji kaynagini devre disi birakarak, radar sistemlerinden, hava savunma sistemlerine kadar her seyi devre disi birakacak teknoloji gelistiriyorlar.
    neden?
    sen daha ne oldugunu anlayamadan, ucak bile kaldiramadan kafana cokebilsin diye.

    21. yyda ulke genelinde elektrik kesiliyor...
    saka gibi derler ya,
    saka degil, trajik...

  • asıl rezaleti son cümlesinde olan üzücü olay.

    "ben sonrasında 5 gün boyunca acile gittim. doktorlar her seferinde 'bir şey yok' dedi. durumu ağırlaştı. aydın'a sevk ettiler. o gün yoğun bakıma alındı. 12 saat sonra yaşamını kaybetti" diye konuştu.

    sorumlularının en ağır cezayı almasını diliyorum.

  • şöyle bakın isterseniz
    o dönem asgari ücret 78 milyon lira imiş. yani asgari ücretin 512 kat fazlasını alıyormuş
    yani şimdiye kıyaslandığında aşağı yukarı 5.8 milyon lira kazanıyormuş.
    dipnot: kadının en prime olduğu dönemdi bu arada.