hesabın var mı? giriş yap

  • en sevdiğim bölümlerinden birini aşağıda paylaştığım, kalbime, çocukken ayrı, büyüyünce ayrı dokunan, beni hüzünlere sürükleyen çok tatlı kitap...

    yetişkin insanlar rakamları pek severler...onlara yeni bir dosttan söz etseniz asla öze değin bir şey sormazlar. hiçbir zaman şöyle demezler: "ses tonu nasıl?", "hangi oyunları sever?", "kelebek koleksiyonu yapar mı?". hep şöyle sorarlar: "kaç yaşında?", "kaç kardeşi var?", "kaç kilo?". onu ancak bu sorularla tanıyacaklarına inanırlar... yetişkinlere "pembe tuğladan bir ev gördüm, pencerelerinde sardunya çiçekleri, çatısında güvercinler vardı" deseniz, o evi bir türlü hayal edemezler!.. fakat "yüz bin franklık bir ev gördüm!" derseniz, "ay ne güzel ev!" diye çığlık atarlar...

  • on yıl önce "tehlikenin farkında mısınız" diyen insanlar şaka yapmıyormuş baya baya nostradamus benzeri şaşmaz kehanetmiş bu . "siyasal islam zincirlerinden serbest kalırsa ortadoğu'ya döneriz, her yanımızda bombalar patlar, pakistan oluruz, afganistan oluruz aman" diye uyarıp durdu yıllarca adamlar . cahilmişiz amk. aptalmışız. güzelim ülkemizi kendi ellerimizle cehenneme çevirdik:(

  • baslik: benim son başkanm ahmed necdet sezer

    `entry:`

    göreve geldiği ilk gün personel sayısını azalttı. mutfak masraflarını kendi cebinden ödedi.
    limuzin makam aracını reddetti.
    hacettepe hastanesine sivil araçla gidip sıra alarak muayene oldu.
    köşkte mesai düzeni uygulattırdı. saat 17 de guvenlik görevlileri hariç herkesin isi bırakmasını istedi
    cumhurbaşkanına tahsis edilen gocek ve florya ya hic gitmedi.7 yıl boyunca tatile çıkmadı.
    kırmızı ışıkta durdu. özel ziyarette benzin parasını cebinden ödedi .

    simdikilere baktığımda neler kacirdigimi çok iyi anlıyorum .benim son cumhurbaşkanm ahmed necdet sezerdir.

  • özetle; yurtdışına gidenlere "kalın ve savaşın" demiş fakat neyle savaşılması gerektiğini söylememiş yazıdır.

    mesela zorlayıcı ekonomik koşullarla mı, dış güçlerle mi, iktidarla mı, muhalefetle mi, cehaletle mi neyle savaşmalıydı da kaçtı bu insanlar?

    edit: bir takım düzeltmeler.

  • eğer netflix, amazon prime tarzı bi platform olacaksa acunun ayağına sıktığını gösterir. survivor, masterchef, uc adam vs izleyenlerin sosyo-ekonomik durumlari ortada. turkiyede amazon, netflix’e para veren tayfa beyaz yakali diye tabir ettigimiz guruh ki acun ve programlarindan pek haz ettiklerini zannetmiyorum. eger basarili olursa bu da benim vizyonsuzlugum olsun.

  • gerçekten anlamıyorum. coğrafi olarak mükemmel seviyede turistik ve bereketli toprakları olmasına rağmen ;
    - ekonomide başarısızız.
    - turizmde başarısızız.
    - futbolda başarısızız.
    - eğitimde başarısızız.
    - sanatta başarısızız.

    söyleyeceklerim bu kadar.

  • roma ziyaretinde hayatinin tekduzeliginden bikip kacan bir prensesle amerikali bir gazetecinin bir gunlugune kesisen hayatlarini anlatan 1953 tarihli film. ikisi de birbirlerinden kimliklerini saklarlar, yani "iki yalanci"nin hikayesidir. prenses ann rolunde audrey hepburn, gazeteci joe bradley rolunde de gregory peck vardir. yani bana gore gelmis gecmis en guzel iki insani bir araya getirmistir bu film. zaten ikili arasinda omur boyu surecek bir dostlugun baslangici olur.

    ilk ve tek oscar'ini kazandirmasi bir yana, audrey hepburn'un ilk ciddi filmidir. oncesinde en uzun rolu iki cumle olmus. ayrica audrey hepburn'u dunyaya tanitan, yildiz yapan da bu filmdir. bu yonden cok minnettarim ben bu filmi yapanlara.
    konusunu gercek bir hikayeden; prenses margareth'in yasadigi kisa bir maceradan alir.
    roma'ya gidip de "roman holiday" espirisi yapmamak ayiptir, yaziktir.

  • hiçbir şey için geç değildir.

    tam şu an o elinizdeki klavye midir ne sikimse işte, onu yavaşça bırakın ve bir adım atın. korkmayın, deneyeceğiniz şeyde başarısız olmak ömür boyu nefret ettiğiniz işte çalışmak kadar kötü değil.

    mal mal insanlarla aynı ofiste bir ömür geçer mi, gidip toki'den ev alıp 15 senesini bağlar mı lan insan 98 metre kareye? sonra kölesi olur mu patronunun?

    iğrenç insanların yüzüne gül, nefret ettiğin kıyafetleri giy, sikinde olmayan kelimeleri telaffuz et, işsizlik haberleri okuyup haline şükretmek adı altında kendini kandır, kaderine razı ol, 40 yaşına geldiğinde antidepresan manyağı ol. lan bu kadar mı korkaksınız, bu kadar mı ucuz sizin hayatınız?

    neymiş efendim bizim yan binadaki hayri abilerin kızı okulu bir sene uzattığı için hayata bir sene geç atılmış, bir senesini kaybetmiş hayatından. sizin hayat dediğiniz şey bir patronun kucağından başlayıp oradan inice mi bitiyor?

    sonra 50 yaşınıza geldiğinizde "ulan o gün binecektim o uçağa" demeyin.

    evet sana diyorum, hani sıcak sahil kasabalarında yaşamak istiyorsun ya hep. hadi toparla eşyalarını, git orada garsonluk yap. daha mutlu olursun. 10 seneye oranın kurdu olursun, iyi kazanır, iyi yaşarsın.

    daha ne bekliyorsun? bak hala burda!!!

    edit:
    (bkz: hayatından memnun olmayanlara tavsiyeler /@bayermuhen)