hesabın var mı? giriş yap

  • " türkiye'nin 90%'ı calgon kullanıyor " dedikleri halde, calgon'un 10% için verdiği mücadeleyi takdir ediyorum.

  • fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü,ne kupa büyüklüğüdür. onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte, adı konamaz. dedikleri buymuş demek, bayramda gidip ellerini öpeceğiz neredeyse.

  • bütün oryantalizmimizi yüzümüze vuran fotoğraflardır. azıcık da istanbul'u ve gece hayatını çekeymiş de dengeleseymişiz. fotoğraflar şekilli şukullu olsun derken(ki hepsi mükemmel gerçekten), ürdün'ün geri kalmış köyleri gibi çıkmış memleketimin her yanı.

    o sürücü belgesini niye çektin mübarek? memlekette eski ne varsa ifşa etmiş iyi mi.*

    yıllar sonra gelen edit: başlık başa kalmış. linki ben vereyim bari.

  • bir insanin ya da herhangi bir nesnenin hakkindaki genel izlenimin, bu adi gecen insanin ya da herhangi bir nesnenin daha ozel durumlarda biraktigi / birakacagi izlenimin onune gecmesi...
    soyle ki, iyi biri oldugunu dusundugunuz bir arkadasinizin*, cogu zaman, baskalarina karsi kotu davrandigini fark etmiyorsunuz, hatta onu daha objektif degerlendirebilen digerlerine karsi savunmak zorunda kaliyorsunuz...

  • üzgünüm kızlar aşık olunacak o güzel erkekler o güzel atlara binip gittiler siz de demirin tuncuna erkeğin picine kaldınız. kalanları da ya evlendiler ya da dark side'a geçtiler*

  • amerikalılar sinemalarını modernize ve problematize edebilecekleri durumları kullanarak devam ettiler, güney amerikalılar sinemayı politik bir araç olarak kullandı, avustralyalılar, afrika ve ortadoğulular ise kendilerini orijinal bir şekilde sinemaya dahil etti. ancak bu sinemasal yenilik modern şehirlerdeki sinemaseverler dışındakilere çok hitap etmedi. sonra bir şey oldu ve amerika'da bir kızın şeytani ele geçirilmesini anlatan bir film 200 milyon dolardan fazla hasılat yaparak bu rakamı geçen ilk film oldu, 2 yıl sonra bir köpekbalığı filmi üzerine 60 milyon daha ekledi, ondan da 2 yıl sonra uzayda iyi ve kötü savaşını anlatan bir bilim kurgu 500 milyonu vurdu. sinema endüstrisi filmlerin neden bu kadar para yaptığını anlamamıştı ama ona ayak uydurdular. the exorcist, jaws ve star wars önce amerikan sonra da üçüncü sinemayı değiştirdi. film yapma sebebi artık yönetmenin filmi çekmek istemesi değil, seyircinin onu izlemek istemesi oldu. gençlerin istekleri öncelik haline geldi ve özel efektlerin kullanıldığı, kaçışcı dünyalar yaratıldı. haliyle filmlerin bütçeleri arttı ve daha az film çekilir oldu. 73 yılında columbia 6 milyon değerinde olup 223 milyon borcu vardı. 5 yıl sonra değeri 140 milyona çıktı, borçları 35 milyona düştü. blockbuster'ların dönemi başlamıştı.

    peki star wars, jaws, ve the exorcist nasıl oldu da ölmekte olan amerikan sinemasını canlandırdı? bazıları filmlerin ustaca pazarlanmış harika anlatılar olduğunu iddia ediyor. tabii bu kadarla sınırlı değil. aslında bu filmler, seyircinin zihninin derinliklerinde bulunan, görmek istedikleri ama filmleştirilmesi güç materyallerdi, korkunç bir köpekbalığı, şeytan ve uzay gemileri. uzun yıllar boyunca amerikan sineması insanlar hakkındaydı, onların aşık olmaları, orta batıyı keşfetmeleri, şuç işlemeleri, vs. blockbusterlar ise güçlü karakterler barındırmalarının yanında hikayeleri çizgi romanlardan devşiriyordu, freud'un fikirlerini işliyordu ve mitleri kaynak alıyordu. erken sinema örnekleri gibi, korkuya, gerilime ve hisse hitap ediyordu. roger corman'ın b filmleri gibiydiler ama daha büyük prodüksüyonlardı.

    jaws'ın çekimleri çok ters gitti. deniz tutmaları ve tartışmalar yaşandı, prodüksüyon tahmin edilenin 3 katı fazlaya mal oldu. 27 yaşındaki steven spielberg'in ise sabrı taşıyordu. mekanize köpekbalığı sürekli hata veriyordu, ve düzgün çalıştığında ise yeteri kadar ikna edici olmuyordu. bu yüzden filmin sonuna kadar göstermeme kararı aldılar. jaws'ta işlenen temalar, sıradan adamın mütevazılığı, sorunlu baba figürü, aile yaşamının güvenliği, heybetli ve korkutucu bir şey ile karşılaşıldığında yaşanan huşu, spielberg'in sinemasının temel taşları olacaktı. george lucas ise spielberg'in aksine sinema okuluna gitmişti ve coppola'nın himayesindeydi. american grafitti ile lise çağındaki gençler hakkında film yapmış ve belli bir ün kazanmıştı. star wars ile hikayesinin öznelerini daha da gençleştirerek belki de ikinci dünya savaşı sonra sinemasının en önemli filmlerinden birine imza attı.

    the exorcist, jaws ve star wars amerikan sinemasını kişisel vizyonlarının peşinde koşan yönetmenlerden banliyö gençlerinin isteklerine doğru yönlendirmişti. bunun örneklerinden ilki scorcese'nin mgm müzikallerini tekrar tasarlayıp kendini bitirme noktasına getirdiği new york, new york filmiydi. diğeri ise yine bir italyan- amerikan michael cimino'nun united artist stüdyosunu harcadığı marksist western'i heaven's gate filmiydi. iki film de kendini yok eden, kişisel , kibirli ve korkunç büyüklükte ego içeren filmlerdi. yeni hollywood'un tabutuna çakılan son çivilerdi.

  • nasıl bir korkaklıktır, nasıl bir ödlekliktir bu karşısında kimse yokken atıp tutuyor ama kimsenin karşısını çıkmaya cesareti yok.