hesabın var mı? giriş yap

  • yıllarca posterleri odamın duvarlarını süsledi...

    yok yahu dinlediğimden falan değil. aklım sıra dalga geçmek için. ben ağır metalciydim. elimde gitarım, saçlar belime kadar, aman da ne karizmatiktim. ama o öyle miydi? bıyıklı bi kıronun tekiydi gözümde. beni ziyarete gelenler "bu posterler ne lan? hahahah" falan derdi. bakıp bakıp gülerdik o komik resimlere. aykırıydım ya ben, espiri anlayışım da aykırı olmalıydı... eh kendi çapımda çok ekmeğini yedim bu salaklıkların itiraf etmeliyim.

    şimdi şu adamın alçak gönüllülüğüne bakıyorum, belki de o zamanlar odamın halini görse en çok kendi güler, posterleri imzalardı. yorumculuğuna bakıyorum, ulan allahına kadar okuyor. hoşgörüsüne bakıyorum, evliya mübarek...

    kusura bakma müslüm baba. bir cahillik ettik. kusura bakma...

  • romica iki dirhem bir çekirdek misafirlerini karşılar, iki küçük meleğin annesi rolündedir bu akşam, ege (4,5 yaş) ve ilay ( 2,5 yaş)'ı misafirlere hoşgeldiniz demeye teşvik eder.

    romica: hoşgeldiniz desene ege, bak misafirlerimiz geldi.
    ege: hoşgeldiniz, bize oyuncak getirdiniz mi?
    misafirler: ehi kem küm, yok getirmedik egeciğim, oo sizin de amma çok oyuncağınız varmış, annenizle babanız sizi çok seviyorlar galiba...
    ege (oyuncak getirmedikleri için bozuk) : hı hı.
    misafir: ay her yer oyuncak, babanın parası bitmiyor mu bu kadar çok oyuncak alınca?
    ege: yok, benim babam para mıçıyor!
    romica yüzünde acı bir ifade ile yerin dibine batar, ilay her zaman olduğu gibi son cümleyi tekrarlar da tekrarlar!
    ilay: para mıçıyorr, para mıçıyor, benim babam para mıçıyor!

  • - irem merhaba...
    - pardon kiminle görüşüyorum?
    - tayfun ben ya, tanımadın mı?
    - tayfun...haa...merhaba tayfun
    - merhaba sana da...ben...benim senden bir ricam olacak utanıyorum ama
    - söyle?
    - ya söylemesi çok zor...
    - ?
    - ya biliyorsun elim sıkışık... ihtiyacım olmasa aramazdım aslında
    - ne oldu ya?
    - ya hani zeynep var ya, yeni sevgilim...
    - bilmiyorum.
    - neyse... zeynep... zeynep bir canavar!
    - nasıl canavar?
    - bildiğin canavar. her şey karın ağrısıyla başladı. ilk başlarda önemsemedim, ama sonraları ağrılarım gittikçe şiddetlendi, apandisittir diye hastaneye gittik. temiz çıktım. ağrılar bir türlü dinmek bilmedi ve doktor doktor koşturdum ben irem. doktor doktor koşturdum ben...
    - ...?
    - bir karın ağrısı bir karın ağrısı... ama nasıl karın ağrısı! ölüyorum resmen! 3 hafta boyunca süründüm, zeynep de ortadan kaybolmasın mı?
    - ?
    - sonra kapıma iki adam dayandı, biri amerikan aksanlı konuşuyor, diğeri ise hiç türkçe bilmiyor. ikisinin de kulağında cep telefonu kulaklığı gibi şeyler. ben daha "hop nereye" demeden girivermesinler mi? vay efendim bunlar sormaya soruşturmaya başladılar zeynep kimdi, nerede tanıştın, ilişkiniz ne boyuttaydı, onunla beraberken hiç hafıza kaybı yaşadın mı?
    - ?
    - neden sonra hatırladım ki ben zeynep ile beraberken sık sık unuttuğum şeyler oluyordu. hafızam bildiğin çökmüş aslında. sonra ne ortaya çıktı biliyor musun? zeynep yabancı bir gezegenden gelen ileri bir mantar türü çıkmasın mı???
    - ?
    - içime sporlarını bırakmış. o apandisit sandığımız şey sporları değil miymiş meğerseme? ve ben artık fizyolojisi eşeysiz üremeye yatkın bir canlının gezegenimizdeki ilk eşeyli üreme çabasının kurbanı olmayagöreyim mi? gördüm bunu!
    - ...
    - ve benim...kürtaj olmam lazım irem. onun çocuklarını bu dünyaya getiremem ben!
    - ...
    - 150 tl yeter.
    - performansın için 50 tl vereceğim, hesap numaranı söyle?
    - kredi kartını iptal ettirdim, ptt'den havale çektirirsin... avcılar merkez ptt
    - üfff uzun iş. internetten öderim, doğalgaz mıydı bu sefer?
    - yok, elektrik...

  • mutluluğu aramak ve onu zorlamak arasındaki ince çizgi aşıldığında ortaya çıkan durum. insan doğasına aykırı bir şey olmasına rağmen zorla benimsenmeye çalışılıyor. bugünlerde her şeye olumlu tarafından bakabilmek erdem ve bilgelik bile sayılıyor.

    insan beyni, doğası gereği olumsuzluklara odaklanmaya meyillidir; çünkü hayatta kalmak için olası tehlikeleri öngörmeli ve ortadan kaldırmalı ya da onlardan sakınmalıdır. olumsuzluk eğilimi (negativity bias) olarak adlandırılan bu duruma göre, eşit yoğunlukta ve sürede olsalar bile olumsuz olguları daha yoğun hissetmeye ve gün sonunda bunları olumlu olanlara nazaran daha fazla hatırlamaya meyilliyiz. mutlu bir anımızı hatırladığımızda minnet ve rahatlama hissedebiliriz fakat mutsuz olanı hatırladığımızda ise bedenimiz sanki o olayı şu anda yaşıyormuşçasına daha güçlü tepkiler verir genelde. bu olumsuzluk eğiliminin evrimsel nedeni ise hayatta kalma açısından tehlikelerin fırsatlara göre daha fazla önem arz etmesidir. hatta olumsuz pekiştirme hem insanlarda hem de hayvanlarda daha hızlı öğrenmeyi sağlayarak hayatta kalma ve nesli devam ettirme şansını arttırır.

    dolayısıyla hayatta kalma içgüdüsü baki olduğu sürece olumsuz şeyler düşünüp hissetmekten kaçış yok. zaten pozitifliğin toksikliğe varan kısmı, böyle düşünüp hissetmekte bir sorun olduğu, hatta bu yüzden suçluluk duymamız gerektiği fikrini empoze etmeye çalışması.

    üzüntü, hayal kırıklığı, keder gibi duygulardan kaçınmak büyük çoğunlukla bir travma tepkisidir ve toksik pozitiflik de doğrudan bir kaçınma davranışıdır. duygusal anlamda olgunlaşmış her birey sadece olumlu duygular hissedemeyeceğinin ve hep iyi şeyler yaşayamayacağının farkındadır. duygularıyla ve hayatın gerçekleriyle baş etmeyi henüz öğrenmedikleri için sadece çocuklar hep istediklerini elde edecekleri, her daim olumlu deneyimler yaşayacakları ve mutlu olacakları beklentisi içindedir. az önce bahsettiğim o farkındalığa erişen yetişkinler ise olumlu ya da olumsuz her duygunun insanın kişiliği, korkuları, travmaları, hayalleri, arzuları vb. ile ilgili sinyaller verdiğini görür ve bunları onu yönlendirecek birer işaret olarak kabul eder. kaçmaya çalışmanın nafile olduğunun, hatta ekseriyetle durumu daha da kötüleştirdiğinin farkındadır.

    toksik pozitiflik sadece olumsuz duygu ve düşünceleri göz ardı etme şeklinde tezahür etmiyor. new age ve popüler kişisel gelişim zırvalıklarının çoğunun temeli yine bu merede dayanıyor. siz mükemmelsiniz, her zaman mutlu olmalısınız, partneriniz bütün kriterlerinizi karşılamalı, tabii ki zengin olmalısınız, en güzel evde oturmalı, hayalinizdeki hayatı yaşamalısınız. kısacası her şeyin en iyisini hak ediyorsunuz. narsisizm'e göz kırpan bu alt metinlerin birer kişisel gelişim unsuru olarak pompalanması ne kadar da ironik. hak edip etmemekten bağımsız olarak, gerçekçi ve mantıklı biri hayatın adil olmadığını bildiği için bunları her koşulda elde edeceğine inanmanın hayal kırıklığından başka bir şey getirmediğinin ayırdına varmıştır.

    toksik pozitiflik olumsuz bir duygu hissedildiğinde, o duyguyu yaşamaya müsaade edip üzerine düşünmek, mümkünse altında yatan nedeni bulmak ya da bir süreliğine oluruna bırakmak gibi daha sağlıklı davranışları zayıflık olarak görür. mutlu olmanın bu hayatı yaşamanın tek yolu olduğunu ve olumlu duyguların hissetmeye değer yegane duygular olduğunu iddia eder. tıpkı olumlu olanlar gibi olumsuz duyguların da insan olmanın bir parçası olduğu ve deneyimlenmesi gerektiği gerçeğini yadsır. pozitiflik, olumsuz düşünce ve duygulara direnmek veya inkar etmek değil, onları kabullenmektir. çünkü duyguları bastırmaktan hiçbir zaman hayır gelmez.

  • ben bu sarayda yaşasam hayatta hamamda yıkanmaya kalkışmam, odama leğenle su getirtirim, kırk gün yıkanmam pis gezerim yine de o hamama girmem. kimin öleceği kimin öldürüleceği belli değil. hamam değil harlem sokakları anasını satayım.

  • vukuatın bir canlı tanığı olarak, tolga abimizi gerçekleri itiraf etmeye çağıriyorum buradan. yemin içiyorum ki kulaklarımla duydum o veledin "hugo'nun a. koyayim" demesini. tolga abi' nin" aaa sen nasıl konuşuyorsun, çok ayıp " çıkışına müteakip bebe" senin de a. koyayım" demişti. arkadaşımla birbirimize bakıp, o heyecanla televizyonun içine giriyorduk resmen..

    büdüt: bu konuda, savaş gazileri röpörtajı tarzı bir belgesel teklifine açık olduğumu belirtmek istiyorum. başıma bir şey gelmeyecekse eğer..*

  • işte bu dediğim twitter tag'i.

    bu ülkede bişeylerin değişebileceğine dair ümitleri arttıran tag.

    izlemem bilmem ama iddialara gire geçen yilın kazananı en başından belliymiş. öyle yada değil insan zekasıyla alay eden bu program , ve bu programda sms'lerden gelen parayla seyma subaşı'nın lükslerinin karşılanması salaklıktır.

  • eğer doğruysa telefon numarası, nerede çalıştığı belli bir hayvan evladının marifetidir. kız yurtdışına çıkacağı için ertelemek zorunda kalmış keşke polise hemen haber verebilseydi. burdan yapabileceğimiz herhangi bir şey olup olmadığını merak ettiğim durumdur ayrıca. kızın sosyal medyada gezen mesajı ihbar kabul edilebiliyor mu gibi sorular doğurmuştur.

    evde yalnızken sipariş verildiğinde, hele bir de geç saate kalmışsanız karşıdaki adamın sizin hakkınızda kapılabileceği art niyetli düşünceler korkusunu hortlatmıştır ayrıca. aşağıdan kapı çaldığında asansörün gelmesine yakın kapının sürgüsünü açıyor, üç kat kilidi bire indiriyorum ki evde yalnız olup korktuğum anlaşılmasın. kapıyı açmadan da mutlaka yok seninki daha gelmez benimkidir falan diye sesleniyorum içeriye doğru. televizyonun sesini açıyorum vb. sırf bunun için iki menü ya da iki içecek söylediğim de oluyor. bunlar oluyor çünkü allah korusun başınıza bir iş gelse "gecenin o saatinde sipariş vererek herifi kapının önüne kadar getiren kız" olarak içten içe suçlanacağını da biliyorsun. hiç ama yemeksepeti, ama kurumsallık, adamlar çekinir falan diyemiyorum. bir şey olsa ailem şoku atlatınca bana o saatte sipariş vermenin risklerini anlatır, ya da konu komşu "gerçi gece gece ne gerek varmış" falan der biliyorum. böyle hizmetler kadın milleti için değil bizim memlekette galiba, biz çok yanlış geliyoruz.

  • 'ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda,dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle,bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,kelimelerinse bu kadar kifayetsiz olduğunu,bu derde düşmeden önce!' diyen türk şairi.