hesabın var mı? giriş yap

  • patron'un yeni solo albümü. otobiyografisi born to run ve (bkz: springsteen on broadway) ile kendini belli eden "unumu eledim eleğimi astım ve olgunluk dönemi eserleri veriyorum artık" döneminin en yeni ürünü diyebiliriz. albümün sesörgüsü de bu hissiyat doğrultusunda sakin, bilge ve olgun tınlıyor. biraz da 2006 tarihli magic'e benzettim yaylıların sık kullanımı nedeniyle (ancak magic, bush döneminin karanlığı nedeniyle daha politik ve sert bir albümdü). western stars, tucson train ve there goes my miracle ilk dinleyişte dikkati çekenler. açıkçası the river box seti, broadway şovu ve otobiyografisi nedeniyle bu aralar springsteen'e doymuştum, bana verebileceği yeni bir şeyler olduğundan da şüpheliydim ama western stars tüm bu şüpheleri yaktı geçti. leziz bir albüm tam anlamıyla.

    ayrıca kendisinin devils and dust'tan sonra çıkardığı ilk solo lp yanılmıyorsam. arkasında e street band yok yani. kendisi kısa süre içinde yeni bir e street band albümü yazacağını ve 2020 için bir turne planladıklarını söylemiş bir röportajında. artık iyice güçten düşene kadar devam edecektir. zira kendisi moruklayana, iyice yaşlanana kadar devam etmek istediğini sıklıkla belirtiyor.

    edit: bir iki cümle ekledim.

  • insan zaman zaman varoluşsal bunaltılar yaşayabilen bi' varlık. varoluşsal bunaltılar yaşıyor, o hâlde var.

    entelektüel insan darlandığı zaman kaygısal devinimlerin izdüşümsel yansıması başlığına 85 paragraf entry girer, "rastlantısal varoluşu bilincim kabul etmiyor" deyip konu üzerine makale falan okur, gider kendine yeni fularlar alır. peki ben ne yaparım? buzdolabını açıp aval aval bakarım, yarım limona üzülürüm, böyle varoluşsal bunaltılar yaşamama şaşırır, nihilisttim* lan ben niye varolmanın bunalımını yaşıyorum ki, yoksa kendimi tanımıyor muyum diye daha da bunalıma girerim, halıda yatarım, tavanı izlerim. izlerdim daha doğrusu.

    bekârlık sultanlıktır, yalnız yaşamak imparatorluktur temalı yaşamıma annem bayram ziyaretine geldi. içim daraldıkça evin içinde dolaşıyorum. "evin içinde niye manyak gibi dolaşıyorsun?" diyor. halıda falan oturuyorum, "yavrum mis gibi koltuk var kalksana yerden." diyor. en sonunda dışarı çıkıp hava almaya karar verdim. hava dışarıdan bedavaya alınabilen katma değerli bi'şey. ezkaza dışarıdan bi'şey lazım mı diyecek oldum ve evden elime tutuşturulan ince bi' dostoyevski romanı uzunluğundaki alışveriş listesiyle çıktım. yazarı annem. yakında tüm kitapçılarda rafları süsleyecek. neyse. benim varoluşsal bunaltılarım sonucu eve yeşil sebze girdi yıllar sonra. benim varoluşsal bunaltım en azından bi' işe yarıyor.

    şu sahte paraları anlamak için kullanılan mor ışığı üzerime tutsalar üzerimde 55 puntoyla "benim ne işim var bu hayatta" yazar vaziyette sokaklarda boş boş dolaşmak istiyordum. evin bayram kalabalığından uzaklaşır biraz da sokakların kalabalığına üzülürüm diye umuyordum. sonra da kendimi "aman en azından sokaktaki insanlar çevirip kaç para kazanıyorsun, ne zaman evleneceksin, ev almıyor musun ev al kendine bi' tane" diye insanı darlamıyorlar diye avutmayı düşünüyordum. ama cebimde sokaktaki varlığımın izin kâğıdı olan alışveriş listesi vardı, direkt markete gittim.

    markette ürünü tüketip ambalajı kasadan geçirmek isteyen bi' adamın sebep olduğu ufak çaplı krizin ortasına düştüm. adam hansel ve gretel'deki gibi yürüdüğü yollara kırıntılar bıraka bıraka gezmiş tüm marketi. yolunu kaybetmekten korktuysa demek. bi' de alamancı bi' aile vardı. türkçe bildiği hâlde konuşmayan bi' kadın yüzünden kasada sıra oldu. kasiyerin gözlerinde magmayı gördüm. bayram günü bu beyinsizlerle uğraşan market personeline bakınca hayattaki varlığımı sorgulayışım biraz olsun azaldı. sonrasında kasiyerin 25,90 lütfen lafına kafasını gömdüğü telefondan kaldırıp cevap vermesi 15 dakika süren bi' ergen yüzünden insanlığa olan inancım tazelendi. gelecek kuşaklar da en az bizim kadar mal oluyor, çok fazla kuşak çatışması yaşamayacağız diye sevindim.

    eve dönerken aldığım orduluk erzaklarla dolu poşetler parmaklarımdaki kan dolaşımını kesti, kangren olma tehlikesiyle hızlı hızlı yürürken varoluşumun sancısı tamamen geçti. teşekkürler anne. iyi ki varsın.

  • evet bu iş eğitim işidir. ama eğitimde ceza da bir metottur. bu işin bir cezası olmalı. başkalarını aptal yerine koyanlara karşı bir yaptırım olmadığı sürece bu magandalar yaptıkları bu davranışı kendilerine hak görmeye devam edecekler

  • geçinmeye gönlü olmasıdır.

    şekil, şemal, akıl, vs. birinden hoşlanmayı sağlayan unsurlardır. geçimsiz, huysuz, kaprisli, sinirli, kavgacı, kıskanç, asabi adamlar isterse yunan heykeli gibi görünsün fark etmez. tabii ki kadınlar için de bu söylediklerim geçerli... geçinmeye gönlü olmayan insanlar için zaman harcamak enerji israfıdır.

  • konuşacak konu kalmayınca cepteki iddaa kuponunu iki parmak arasına sıkıştırıp elin tersiyle masaya, kızın önüne fırlatmak suretiyle "aha bak tek maçtan yattı dün akşam" demek de bunlara örnektir.

  • karsindakini bulunmaz hint kumasi sanmanla, hiyarin teki oldugunu anlaman arasinda gecen zamandir.

  • george clooney’in oynadığı ve yönettiği bir netflix filmi.

    kötü filmleri izlerken, çok sıkmadıysa, yarıda bırakma adetim yoktur. “kötü de olsa filmdir, bir genelini anlayalım” derim. ama son zamanlarda bu kadar sıkıldığım bir film olmamıştı. hikayeyi bağlayacağı yeri görmek için katlandım ama olmamış gerçekten. görsel efektleri hatrına, vakit geçirmelik izlenebilir ancak hikaye namına bir arayışa girmeyin derim.