hesabın var mı? giriş yap

  • sanki gelinler bu evlerde münferit takılıyormuş gibi döşenmiş. her yer pembe her yer kelebek her yer plastik çiçek. damat anasının evinde mi kalıyor? ona yönelik bir dekorasyon yok mu? gerçi belki damat da zevk alıyordur tüm bu olan bitenden, lila ve gülkurusundan, pierre cardin deri terliklerden.

  • ............................................________
    ....................................,.-'"...................''~.,
    .............................,.-"..................................."-.,
    .........................,/...............................................":,
    .....................,?......................................................\,
    .................../...........................................................,}
    ................./...........................budur..................,:'^'..}
    .............../...................................................,:"........./
    ..............?.....__.........................................:'.........../
    ............./__.(....."~-,_..............................,:'........../
    .........../(_...."~,_........"~,_....................,:'........_/
    ..........{.._$;_......"=,_......."-,_.......,.-~-,},.~";/....}
    ...........((.....*~_......."=-._......";,,./'..../"............../
    ...,,,___.\'~,......"~.,....................'.....}............../
    ............(....'=-,,.......'........................(......;_,,-"
    ............/.'~,......'-...............................\....../\
    .............\'~.*-,.....................................|,./.....\,__
    ,,_..........}.>-._\...................................|..............'=~-,
    .....'=~-,_\_......'\,.................................\
    ...................'=~-,,.\,...............................\
    ................................':,,...........................'\..............__
    .....................................'=-,...................,%'>--==''
    ........................................_\..........._,-%.......'\
    ...................................,<'.._|_,-&''................'

  • arkadaşlar ödül yönetmeliğimize göre olimpiyatlarda 1500 metrede birinci olan aslı çakır alptekin'in 2000, ikinci olan gamze bulut'un 1500 cumhuriyet altını alacağını duyduğumdan beri gözüme uyku girmiyor. 1 miyon 300 bin lira civarı bir paraya denk gelen 2000 cumhuriyet altını aklımdan çıkmıyor. 1500 metre, 4 dakika koşuyorsun hop 2000 altın cepte. tamam o kadar mal değiliz, bunun önü arkası var biliyoruz. işte bunun için sizlerden bana yardımcı olmanızı ve madalya kazanmalık kolay olimpiyat sporu önermenizi rica ediyorum.

    daha önce hiç spor yapmadım, bir hayli geç kalmış sayılırım, onun için bana yıllarımı vermemi gerektirecek sporlar söylemeyin. şöyle 2016 rio olimpiyatlarına kadar öğrenip madalyayı kucaklayacağım bir spor söyleyin. rakibim de olmasın pek. yani 100 metrede yarış demeyin mesela, usain var orada ayıp olur.

    yani özetlersek, 2016'ya kadar öğrenebileceğim, kolay, rakiplerimin güçlü olmadığı, madalya kazanmalık, 120 kiloya uygun bir spor istiyorum sizden. alternatif sadece güreşmiş gibi görünüyorsa da zor o, bana daha kolay bir spor lazım ki tatlı paranın keyfine varacağım.

    not: 2016'da madalya aldıktan sonra sporu bırakacağım için, bıraktıktan sonra sarkmaya falan sebep olmayan bir şey söyleyin.

  • salam sosis gibi et ürünleri kalitesinin çok düşük olduğu.
    pastaların çok kalitesiz ve lezettsiz olduğu.
    araba kullanırken yolların çok bozuk olduğu.
    gerek kamu gerekse özel sektörde kimsenin işini doğru düzgün yapmadığı.
    yasaların kanunların zayıf olduğu.
    toplumun bencil biribirine saygısız olduğu

    gerçekleridir.

  • beyaztv ve ülketv’yi azaltması gereken bir yazarın gördüğü hezeyanları bize anlatması durumu. kanka istersen bulutlara da bak, nimbus bulutları da haarptan etkilenip pütür pütür olmuş o gün diyorlar. şinşek gibi bişi olmuş hatta maraşta. allahım millet deliye hasret biz akıllıya.

    edit: arkadaşa aktrol dediğimi düşündüğü için biraz sitem etmiş. sol görüşlü kişilerde de büyük resimciler var. (bkz: cemre demirel)

    edit2: arkadaşlar lütfen! simpson falan demeyin bana. 25 küsür yıldır yayınlanan dizi, zorlarsak benim doğum tarihimi bilebiler.

    edit3: ne cemre sevdalıları varmış ya!

    edit4: tamam arkadaşlar cemre’nin karl hakkındaki yazılarını okudum. alın size yeni düşman veriyorum has solcu (bkz: sezgin tanrukulu). cemre demirel hakkındaki görüşlerim değişmedi.

    edit5: bu entry’i de debeye sokmamak. neyse!!!

  • genelde yaşlıdırlar, konu komşusu dışında pek kimseleri yoktur.
    yaşları gereği teknolojiyle araları iyi değildir.
    hayatın sillesini yemiş, yoklukla büyümüş, umutları, hayalleri milyarlarca kez örselenmiş kişilerdir.
    3 kuruş parayla hayatını idame etmeye çalışırlar.
    sen ne anlatırsan anlat eline ödediğine dair makbuz alamayınca borcunu ödememiş hisseder.
    plazada oturup, maybach'a binen kişi trilyonlarca vergi affından rahatsız olmaz da bu amcalar/teyzeler 100 liralık faturayı zamanında ödemek için ar eder...

    geçenlerde bankada denk geldim. yaşlı bi teyze, banka personeline otomatik ödeme vermiş.
    ''size zor oluyo mu oğlum bu faturaları yatırmak'' diye sordu...
    kadın, bankacının belediyeye gidip su faturası sırasında bekleyip yatırdığını sanıyor...
    çok görmeyin, kınamayın. iyi, temiz, masum insanlar bunlar.

  • sözlükte bu kadar az entri olduğunu görünce hakkında birkaç şey yazasım gelen, eldeki kitap ve videolara bakarsak yerçekimi* kadar gerçek olan yasadır. peki nedir bu yasa? düşünce ve inançlarınızla doğru orantılı olayları hayatınıza bir mıknatıs gibi çekmeniz denebilir kısaca. özellikle de çocukluk döneminde zihninizin bir yerlerine kazınan inanç kalıpları bunların başında gelir, zira siz farkında bile değilsinizdir. sizin için bir gerçek vardır, aksi kabul edilemez. dolayısıyla tamamen bu gerçekliğin içinde yaşar ve bu gerçekliğe uygun olaylarla çevrelenirsiniz. çocukken son derece travmatik bir olay veya basit hatta saçma bir olay yaşayıp hayatınızla ilgili bir karar alırsınız. mesela bu karar 'babalar çocuklarına iyi davranmazlar' düşüncesi olsun. bu sizin zihninize öyle bir yerleşir ki ilerleyen yaşamınızda (eğer kadınsanız) hayatınıza giren erkekler hep size güven vermeyen, size iyi davranmayan hatta belki sizi aşağılayan ama bir türlü kurtulamadığınız, terk edemediğiniz erkekler olurlar. tıpkı babanız gibi. veya bir erkekseniz, aile kurmaktan çekinir, çocuğunuzun olmasını istemez, karşınıza çıkan kadınlara o çok eleştirdiğiniz babanız gibi davranabilirsiniz veya davranmaktan korkabilirsiniz. ama bu inancın size hiçbir faydası olmadığını anladığınızda bu önyargınızı tamamen değiştirebilir ve son derece sevgi dolu bir aile kurabilirsiniz veya yeni erkek arkadaşınız son derece sevgi dolu bir adam olabilir.

    çekim yasası argümanını ortaya atanların öne sürdüğü şey aslında tam olarak bu, yani farkında olmak. hayatınızı bilinçli bir şekilde yaşamak ve dolayısıyla daha kolay akan, güzel bir hayat yaşamak.

    bizler düşüncelerimizin, inançlarımızın birer aynası gibiyiz aslında. "ne ekersen onu biçersin" gibi deyimler de eski insanların birçok şeyin farkında olduğunu gösteriyor bana göre.

    hayat o kadar muazzam ki biz çoğunlukla görmemeyi seçiyoruz, çünkü görmemeye alışmışız ve biri bize bu alışkanlığı bırakmamızı söylediğinde, ona katı bir şekilde karşı çıkıyoruz, direniyoruz, kabullenmiyoruz. oysa minik adımlarla da olsa bazı düşüncelerimizin belki de bizim için zararlı olabileceğini düşündüğümüzde ve bunu değiştirmeye karar verip uygulamaya geçtiğimizde hayatımıza çektiğimiz farklı deneyimler bizi oldukça şaşırtacaktır.

    mesela ben bunları ilk duyduğumda son derece saçma ve anlamsız argümanlar olarak düşünmüştüm. iki kuzenim (karı-koca) beş-altı sene önce yaşam koçluğu serüvenine başladıklarında, "n'apıyo la bu mallar, iyice kafayı yediler" dediğimi ve çevremin de bu düşüncede olduğunu çok net hatırlıyorum. hele de bir edebiyat mezunu olarak, yıllar yılı aşağıladığım, eleştirdiğim daha doğrusu dikkate bile almadığımı iddia ettiğim kişisel gelişim kitaplarından feyz almaları daha da bir saçma geliyordu. derken, üç sene kadar direndikten sonra, yavaş yavaş "bana da bi anlatsanıza, siz n'apıyorsunuz?" diye sordum ve kendimi kişisel gelişim-çekim yasası-evren üçlemesinde buluverdim. daha öncesinde hepsine bir açıklamam vardı, söyledikleri hiçbir şeye inanmıyordum. "algıda seçicilik" diyordum, "insanın her istediğini elde etmesi mümkün değil, o zaman niye şu olmuyor" diyordum. ama meğerse işin özü öyle değilmiş. daha doğrusu bu kadar yüzeysel değilmiş. benimki fikir sahibi olmadan zikir sahibi olmakmış.

    şöyle ki, bu evren denen meretten bir şeyler istiyorsunuz ve gerçekten oluyor. şaka gibi ama oluyor. hayatınız son derece kolay akıyor. başınıza gelen olumlu/olumsuz durumları kendinizin yarattığını artık biliyorsunuz. ve bunu her gün deneyimliyorsunuz. örnek vermek gerekirse, ben serbest çalışıyorum. mesela bir gün içimden "bu sıralar şu sektörle iş yapmak istiyorum" diye geçiriyorum ve ben bir süre boyunca (daha çok sıkılana kadar) o sektörle çalışmaya başlıyorum. yalnız ben gidip o sektöre başvurmuyorum, onlar bana ulaşıyorlar. işin can alıcı kısmı da burası zaten. ben sadece içimden geçiriyorum, tek yaptığım bu. derken bir bakıyorum, tamamen o sektörden işler gelmeye başlamış. veya aklımdan bir yiyecek geçiriyorum, "keşke akşam şunu yesem" diyorum, ama gidip almaya üşeniyorum. unutuyorum gidiyor. ama sonra aynı akşam eşim elinde o istediğim yiyecekle geliyor. ve ona "ben şunu istiyorum, gelirken al" falan demiş olmuyorum.

    elbette inanıp inanmamak kişinin kendi tercihi, ama inandığınızda bir şey kaybetmiyorsunuz. bir süre denemenizi tavsiye ederim. ama yüzeysel bir şekilde değil, okuyup öğrenerek. zira bu son derece karmaşık bir olgu ve uygulaması da insanın karakterine bağlı olarak son derece zorlu olabilir. hayata genelde olumsuz bir gözlükle bakan bir insanın birdenbire olumlu düşünmesini bekleyemezsiniz. ki zaten olay sadece olumlu bakmak falan da değil. çünkü hayatın sadece olumlu yanlarına odaklanırsak, bu sefer olumsuzlukları görmezden gelmeye başlayabiliriz. görmezden gelmek bu olumsuzlukların olmadığı anlamına gelmez. üstelik görmezden geldikçe bu olumsuzluklar hayatımızı daha çok ele geçirirler. hayat sadece olumlu olaylar yaşayarak geçemez, bu mümkün değil. önemli olan olumsuz olaylar karşısında takındığımız tavırdır. başımıza ciddi/önemsiz olumsuz bir olay geldiğinde, o olayın acısını dibine kadar yaşayıp, sonra ardında bırakabilmektir doğru olan. acıyı hakkınca yaşayıp, olumlu tarafa doğru geçmektir. aksi takdirde görmezden geldiğiniz, yokmuş gibi yaptığınız bütün olumsuz olaylar birike birike bir taraflarınızda patlayabilir. hayata olumlu bakmak elbette çok güzel bir beceridir, ama bunu daha yolun başındayken yapamayabilirsiniz. adım adım ilerlemeniz gerekir.

    ve tabi en önemlisi de hayata olumlu bakarken, hayallerinizin peşinden gitmek ve risk almaktır. kendinizi olumlu tarafta tutabilmek için istediğiniz hayalin nasıl olacağına odaklanmak yerine, o hayalin gerçekleşmesini neden istediğinize ve gerçekleşirse neler yapacağına odaklanmalısınız. en ince ayrıntısına kadar gözünüzde canlandırmalısınız. üstelik bu son derece mutluluk veren bir eylemdir. buradaki kilit nokta ise hayalinizin gerçekleşebilir bir şey olması ve sizin bu hayalinizin bir gün gerçekleşeceğine yürekten inanmanız ve gerçekleşmeme ihtimalini baştan kabul etmenizdir. örneğin alakasız bir semtte 1+1 evinizde kirada otururken, boğazdaki yeni yalınızda geçireceğiniz günlerin hayalini kurmamalısınız. bu daha çok tıp fakültesine gitmeden doktor olmayı hayal etmeye benziyor.hayalinizin elle tutulur olması gereklidir. önce mesela 1+1 bir ev satın almanın hayalini kurmaya başlayabilirsiniz. kişisel deneyimlerime göre bu evrende her şey adım adım gerçekleşiyor, kendinize ve potansiyelinize inancınız yeterli seviyedeyse bir takım sıçramalar da yaşayabiliyorsunuz. ama daha çok her şey adım adım ilerliyor. ve her attığınız adım kendinize olan güveninizi daha çok artırıyor. çünkü her birimiz aynı güce sahibiz, ne bir eksik ne bir fazla. ne ırkler, ne milletler, hepsi son derece anlamsız. şu yeryüzünde yaşayan her birey aynı güce ve potansiyele sahip. önemli olan farkına varıp kullanabilmek.

    ayrıca kurduğunuz hayalin gerçekleşebilmesi için hayalinize herhangi bir bağımlılık geliştirmemeniz ve sabırsız davranmamanız gerekiyor. aksi takdirde gerçekleşme ihtimalini sıfıra indiriyorsunuz. mesela işinizde çok başarılı ve isim yapmış biri olmak istiyorsunuz, ama zaman geçtikçe ve olmasını istediğiniz adımlar atılmayınca, "hani olacaktı, niye olmuyor" diye sızlandığınız anda, her şeyi tepetaklak yapıyorsunuz. veya aynı örnekten ilerlersek çok başarılı olmak istiyorsunuz, ama şöyle bir oturup düşündüğünüzde kendi düşünce şeklinizde başarılı olarak gördüğünüz insanların özelliklerini kendinizde görmüyorsanız, yine bu hayalin gerçekleşme ihtimalini sıfıra indiriyorsunuz. veya parasal konularda da aynı şekilde. "para insanı bozar", "zengin olmanın yolu insanlığını kaybetmekten geçer" gibi düşünceleriniz varsa, paranızın olma ihtimalini de sıfıra yaklaştırırsınız. paraya değer vermiyorsanız, paralı ve rahat bir hayat yaşayacağınıza dair hayal kurmak son derece mantıksız olacaktır. bu noktada yapmanız gereken, eğer bu düşüncelerin size faydası değil zararı olduğunu düşünüyorsanız (örneğin kiranızı ödeyemiyor, faturaları zar zor ödüyor, kredi kartınızın asgarisini yatırabiliyorsanız) bizlere öğretilmiş kalıpların dışına çıkıp parayla ilgili olan fikirlerinizi değiştirebilirsiniz. örneğin "afrika'da insanlar kırılırken ben zengin olmayı kendime yakıştıramam" diyorsanız, bu düşüncenin aslında kimseye bir faydası olmadığını görmenizi dilerim. onun yerine çok para kazanıp muhtaç olan herkese yardım etmeyi hayal edebilirsiniz. bu her iki taraf için de son derece huzurlu ve faydalı olacaktır.

    ya da aynı şey çalışmak için geçerli. "başarılı olmak için çok çalışmalısın" gibi bir düşünce kalıbınız varsa, çok çalışmadan bir yerlere gelen insanları aşağılamaya başlarsınız. bu davranış sizi son derece aşağı çeken ve komplekse sokan bir davranış şeklidir. insanları bireysel olarak tanımadan sürekli yargılamak sizi psikolojik olarak son derece yoran bir davranış olacaktır.

    ayrıca daha önce de dediğim gibi bütün insanlar aynı güce sahibiz. hiçbirimizin bir diğerinden farkı yok. ve birbirimizi düşüncelerimizle etkileme ihtimalimiz son derece düşük. örneğin yukarıda bir entride bahsedilen "hoşlandığın çocuğa konsantre ol" durumu mümkün değildir. çünkü hiçbirimiz bir ilişki isterken "direkt şu kişi olsun bu kişi olsun, bunu istiyorum" diyemeyiz, zira pazardan meyve seçmiyoruz. karşınızdaki insanın da sizinle aynı güçleri var, onun da kendi hayalleri, hayattan beklentileri var. ancak ve ancak hayalleriniz örtüştüğünde bir araya gelebilirsiniz. aksi takdirde bir araya gelmeniz mümkün değildir. isterseniz her gün evrene yakarın, yine bir şey olmaz.

    üstelik bu evren muhabbetlerine kafayı taktıkça ve hakkında daha çok şey okuduğunuzda birçok aydınlanma yaşarsınız. kendi hayatımdan bir örnek vermek istiyorum. bu olay o kadar ilginç ki, çok kısa bir süre önce farkına vardım, ufak çaplı bir aydınlanma yaşadım. ben çok küçükken ismimi ve soyismimi çok severdim. her ikisinde de iki tane aynı sesli harf vardı. derken büyüdüm, sevgililerim oldu. bir tanesine aşık olmuştum, bana birçok kez evlenme teklifi etmişti falan filan. ama soyadı benim soyadımdaki sesli harfleri taşımıyordu. ismimi ve kendi soyismini bir arada söylüyordu ve ben buna içten içe acayip sinir oluyordum. çünkü beğenmiyordum soyadını. derken tabi yollar ayrıldı, büyüdük, üniversiteye başladık. sonra başka bir sevgilim oldu, aşık oldum. derken derken evlendik. ve geçen gün fark ettim ki eşimin soyadında benim adım ve soyadımdaki aynı iki sesli harf var. şaka gibi. nasıl oluyorsa çocukluğumda aldığım bu saçma karar hayatımın gerçekliği olmuş. adımı-soyadımı aynı ses ahengiyle devam ettiriyorum.

    bir olay daha mesela, ben hayvanları çok severim. çevremde hep hayvanlar olsun isterim. o sırada da bu kitapları ilk defa okuyordum. kitabı bitirip kapağı kapattım ve 'çevremde daha çok hayvanın olmasını istiyorum' dedim. hiç abartısız ertesi gün arka pencereme bir güvercin daha doğrusu bir kumru takıldı. önce anlamadım ne olduğunu, epey bir geç fark ettim. zavallı hayvancağız ayağını sıkıştırmış ve ayağı yaralanmış. ve böylece evimize bir kumru yerleşmiş oldu. uzunca bir süre ona baktım. evimizin bir odasını ona ayırdım. o gitti, balkonumuza iki kumru geliverdi ve orada yumurtladılar. bir süre onlarla vakit geçirdik. geçen gün yine içimden geçirdim, bir hayvanımız daha olsa keşke diye (bu arada evimizin daimi üyesi olan bir kedim var). eşim durduk yerde "şu köpekler de çok güzelmiş, acaba evimize yavru köpek mi alsak" deyiverdi. şimdi araştırma safhasındayız.

    sonuç olarak ben bütün bunları neden yazdım? içimden geldi, belki okuyanlardan bir kişinin hayatında bir şeyler değişir diye düşündüm.

    unutmayalım bizler neye inanıyorsak onu yaşıyoruz, neden korkuyorsak onu tadıyoruz, kimi ölümüne eleştirdiysek aynı hareketleri gün geliyor biz yapıyoruz. güçlü duygular pratiğe dönüşüyor. kişisel gelişimde ise amaç daha huzurlu, daha dingin, kendiyle barışık, daha mutlu insanlar olabilmek.

    ve nihayet yazımızın sonuna geldik. finito!

  • yazılı gibi başlayıp sonunda sözlüye çevrilmiş cümle.

    - hocam müsadenizle önce kubarı basabilir miyim?
    + evinde niye basıp gelmedin çocuğum!
    - akşam aradım torbacımı ama telefona cevap vermedi ipne, sabah gelirken alabildim anca
    + doğru dürüst bi torbacı bulaydın kendine, otur sıfır!
    - o_0

  • eğer doğruysa telefon numarası, nerede çalıştığı belli bir hayvan evladının marifetidir. kız yurtdışına çıkacağı için ertelemek zorunda kalmış keşke polise hemen haber verebilseydi. burdan yapabileceğimiz herhangi bir şey olup olmadığını merak ettiğim durumdur ayrıca. kızın sosyal medyada gezen mesajı ihbar kabul edilebiliyor mu gibi sorular doğurmuştur.

    evde yalnızken sipariş verildiğinde, hele bir de geç saate kalmışsanız karşıdaki adamın sizin hakkınızda kapılabileceği art niyetli düşünceler korkusunu hortlatmıştır ayrıca. aşağıdan kapı çaldığında asansörün gelmesine yakın kapının sürgüsünü açıyor, üç kat kilidi bire indiriyorum ki evde yalnız olup korktuğum anlaşılmasın. kapıyı açmadan da mutlaka yok seninki daha gelmez benimkidir falan diye sesleniyorum içeriye doğru. televizyonun sesini açıyorum vb. sırf bunun için iki menü ya da iki içecek söylediğim de oluyor. bunlar oluyor çünkü allah korusun başınıza bir iş gelse "gecenin o saatinde sipariş vererek herifi kapının önüne kadar getiren kız" olarak içten içe suçlanacağını da biliyorsun. hiç ama yemeksepeti, ama kurumsallık, adamlar çekinir falan diyemiyorum. bir şey olsa ailem şoku atlatınca bana o saatte sipariş vermenin risklerini anlatır, ya da konu komşu "gerçi gece gece ne gerek varmış" falan der biliyorum. böyle hizmetler kadın milleti için değil bizim memlekette galiba, biz çok yanlış geliyoruz.

  • sinirden ellerimi ayaklarımı titretmiş rezalet.

    kayseri'den okuması için istanbul'a gönderdiğim, selvi boylu biricik oğlumun başına gelen rezalet.
    her ay binlerce lira taksidini ödediğim okulun böyle bir rezalete imza atması beni çok üzdü.

    yaşanan rezaletin baş aktörü mahmut alnıgeniş adlı bir tarih öğretmeni.
    öğretmen demeye bin şahit ister. keşke kpss'de barajı geçemeseymiş. (duyduğuma göre konya lisesi'nden gelmiş çamlıca'ya, şu anda bakan ve işadamı olan öğrencileri varmış. arkası sağlam belli ki)

    gencecik çocukları yağmur altında tek ayak üstünde bekleten bu vicdansız psikopat hocanın gereken cezayı alması için tüm yetkili mercilere başvuracağım.
    apar topar kayseri'den geldim ve oğlumun fanilası hala ıslaktı, çocukcağız zaten çelimsiz. umarım zatürre olmaz.

    bu nasıl bir eğitim nasıl bir disiplin anlayışıdır. sen kimsin mahmut alnıgeniş?
    umarım daha kötü uygulamaları olmamıştır bu mahmut adlı kişinin.

    edit: sağolsun özel çamlıca lisesi'nin müdürü ve sahibi muharrem gür bana ulaştı. bu mahmut isimli hocadan kendisinin de haz etmediğini söyledi. bu yaşanan olay sebebiyle gelecek ay taksidi bizden dedi.

    ama mahmut denilen öğretmenin kötü uygulamalarının peşini bırakmayacağım.

  • (bkz: the godfather)

    edit: aslında bir şey yazmayacaktım çünkü zevkler farklı farklıdır birisinin izleyip çok beğendiği filmden bir başkası zevk almayabilir ama yine de godfather filmini düşünerek, detaylara dikkat ederek izleyen bir insanın bu filmi umursamıyorum demesi bana imkansız geliyor. bu film size sadece bir mafya filmi olarak geliyorsa tekrar izlemenizi şiddetle tavsiye ederim. başka bir filmde geçen bir diyalogda dendiği gibi, bu film aslında bir film değil “hayatın tüm sorularına bir cevaptır”.

    corleone'un yaptığı şey kesinlikle mafyacılık oynamak değil, adaleti sağlamaktır. bunu yaparken para için değil dostluk için, dostları için, gerçekten adaleti sağlamak için yapar. bununla ilgili bir dostu ile yaşadığı muhteşem bir diyalog vardır, uzamasın diye yazmıyorum ama özet geçecek olursam bir tanıdığı corleone’den kızına zarar veren adamları cezalandırabilmek için (polis cezalandırmıyor bu arada suçlulaları) yardım istiyor ve karşılığında her şeyi veririm diyor, karşılığında aldığı cevap ise “sen benim dostluğumu hiç önemsemedin” dir. sırf bu sahnenin üzerine bile saatlerce konuşabilirim, hani şikayet eder dururuz ya bazı insanlar sadece işi düştüklerinde arar bizi neden diye, al sana cevap işte, sen böyle pat diye cevabını vermezsen karşıdaki insana o yine işi düştüğünde arayacaktır seni. daha bir sürü muhteşem diyalog var tabi ben sadece corleone'un ihaneti asla kabul etmeyip cezalandırırken, dostları için her şeyi yapabilmesine, dostlarını bir nevi kardeşi gibi görmesi olayına örnek verdim sadece. bu kadar konuşmuşken söylemiş olduğu şu sözü de paylaşmadan gitmeyeyim,

    "friendship is everything. friendship is more than talent. it is more than government. it is almost the equal of family. never forget that."

    bir de düşmanları için söylemiş olduğu şu söz var adalet duygusunu çok daha iyi anlayabiliyorsun burada

    "never hate your enemies - it affects your judgement."

    daha böyle tarifsiz güzel vecizeleri var ama hepsini paylaşıp suyunu çıkarmayacağım tabi.

    imdb’de birinci sırada olsun illa da demiyorum, aslında tek demeye çalıştığım imdb’de birinci sırada olsun olmasın umursanması gereken bir filmdir.