hesabın var mı? giriş yap

  • evet yanlış okumadınız, yapılan hesaplamalara göre güneş saniyede 5 buçuk milyar kilo kütle kaybediyor.

    o zaman şu soruyu sormak gerekiyor: "sen milyon, sen milyar, sen kütleyi ne yaptın?"

    hemen açıklayalım: kaybedilen kütlenin 1,5 milyar kilogramı güneş patlamaları ve rüzgarlarıyla uzaya saçılıyor. geriye kalan 4 milyar kilogram kütle ise einstein'ın e=mc^2 denklemine göre enerjiye dönüşerek uzaya ısı ve radyasyon şeklinde yayılıyor yani güneşin merkezinde gerçekleşen füzyon reaksiyonları sonucunda her saniye 4 milyar kilogram güneş kütlesi* enerjiye dönüşüyor. işte güneşimizin parlamasını ve güneş sistemini ısıtmasını sağlayan tüm bu enerjinin kaynağı, her saniye enerjiye dönüşen 4 milyar kg hidrojendir.

    bu şekilde devam ederse çok yakında güneşimiz bitip tükenecek gibi gözükerek sizi korkutmasın. saniyede 5.5 milyar kg bizim için çok büyük bir rakam gibi gözükse de, bu kütle güneş için denizdeki bir kum tanesi kadar az. güneş 5 milyar yıl sonra yakıtını bitirerek ömrünü tamamladığında, şu anki kütlesinin sadece % 0.034 'ünü kaybetmiş olacak, yani %1'den bile çok daha düşük bir değer. dolayısıyla 5 milyar yıl daha sıkıntı yok arkadaşlar, kafanız raad olsun.

    kaynaklar: * * *

  • her ofiste demirbaş olarak bulunan elemandır. 'bizim ofiste yok' diyorsanız size kötü bir haberim var.

  • zevk aldığınız ya da vergi vermediğiniz bir şeyi kullanabilir misiniz lan bu topraklarda öyle kafanıza estiği gibi?

    uber güzelmiş.
    kaldırırım.

    booking iyiymiş.
    engellerim.

    vikipedia faydalıymış.
    girdirtmem.

    araba alayım?
    önce 2 tane bana al.

    telefon, bilgisayar alayım?
    10 katını ödersen olur.

    içki içeyim?
    istediğim saatte, istediğim günlerde ederinin 20 katını verirsen olur.

    ne yapsam ya şu ülkede hoşuma gidecek?
    bilmiyorum ama yapamazsın. engellerim, vergi koyarım, kısıtlarım.

    çekin elinizi bir şeyden ya yeter lan yeter. vallahi sıktınız, bunalttınız yeter. geçimini benim vergilerimle sağlayan bir yapı, benim seçtiğim ve maaşlarını benim ödediğim insanlar benim hayatıma bu denli karışamaz. göreviniz bu değil.

  • sinema tarihinin ilahları kimse, morricone o esamenin en kudretli olanlarından. kendisini ne zaman aklımdan geçirsem görkemine sonsuz bir hayranlık duyarım. bestelerinin müzik zevkimi zaptetmesinin ardından film ve müzik arasındaki ilişkiye çok daha önem verir oldum. epey öncesinden, yıllar evvelinden bahsediyorum. kısacası elin italya'sında doğmuş bir romalının ta bende yarattığı mutluluğun tuhaflığını anlatmaya çabalıyorum.

    onun filmlerinden soyutlanarak algılanabilecek hale gelmiş bestelerinin o kuvvetli tesirinin sebepleri sadece kabiliyetle açıklanabilir mi bilemiyorum. bunda ikinci dünya savaşı'nda bombardımana tutulmuş bir şehrin çocuklarından biri olmasının etkisi olamaz mı? ya da o yıllara ait unutamadığını söylediği en korkunç trajedilerden açlığın? muhakkak. mussolini ve hitler diktatörlüğüne yakından şahit olmuş bir çocuğun sanatı sinemayla birleşince elbette bir harikalıklar koleksiyonu meydana gelirdi şüphesiz. öyle de olmuş.

    ennio morricone çocukluk arkadaşı sergio leone'yle, isimlerinin oluşturduğu bu melodik ahengi sinema tarihine de aksettirmeyi başarınca muhtemeldir ki sinemayı seven herkesin algısı değişti. bu büyük bir iddia değil. her ikisinin de stilleri çokça taklit edildi ve ilham verdi. çiftliğin kloş etekli kızını kapan fularlı kovboyla ona eşlik eden silik senfonik müzik, yerini kirli, sakallı,pançolu,toz içindeki meçhul gaddar kahramanlarla bu tabloyu tamamlayan hatta ateşleyen ıslıklı,mızıkalı, yüksek gerilim yayan notalara bıraktı. şahsî fikrim bu sınırı aşma noktasına ise yine bu ortaklığın zımnî mensubu clint eastwood gelebildi.

    morricone belki hiçbir bestesini ödül için porteye yazmadı. academy her yıl saçma sapan düetlere, sadece armonik olduğu için dinlenilebilir kılınmış fon müziklerine oscar'ı yollarken morricone kenarda bekledi. bir zamanlar amerika'da ise talihsizliğine kurban gitti, yapımcı oscar'a başvurmayı unutmuştu. morricone ihtirasa kapılmadan beklemiş oldu, ta ki 2007'de onur ödülü alana kadar. bir eseri değil, kendisi aldı ödülü. muhtemelen academy ayıbını örtmeye çabaladı. fakat morricone alçakgönüllüydü. clint eastwood elini tutarken gözlerinin dolmasına ve sesinin titremesine engel olamadı. sinema tarihinin bir türüne makas değiştirtenler arasında dimdik duran bu italyan milyonlarca insanın önünde italyanca konuşup ağladı. karısına şükranlarını iletti.

    [gerçi ukala amerikalıların minnetine gerek yok. onlar hala cehaletlerine mündemiç bir kibirle çalıp oynuyorlar. los angeles times'ın, yakın tarihli bir amerika turnesinde orkestrayı yönetirken karizmatik durmamakla eleştirdiği morricone ancak tahsille edinilebilir bu cehalete cevabını vermiş:"eğer seyirciler duruşum,hareketlerim (gesture) için geliyorsa, (onların )dışarıda kalmaları daha iyi olur"]

    kendisi hayatta. bana göre clint eastwood'un karizmatik duruşunun , robert de niro'nun son karede bir muammaya dönmüş tebessümünün ardında hep onun kutsal notaları var.

    yazının sonunda coşayım: param olsa, bastırır bana özel beste yapmasını isterim. yapmazsa onun prensibidir yaparsa yemin ederim tefle,zille oynaya oynaya havalanına inerim, tutuklansam umrumda olmaz. çok şekilsiz şımarırım.

  • şöyle bir örnekle açıklayalım:
    1-0 yenseniz düşme potasından çıkacağınız ligin son maçında, hiçbir iddiası bulunmayan rakibinizden 5 gol yemişken hakemin 18 dakika uzatma işaret etmesidir majör depresyon.
    maç 5-0dır ve önünüzde daha 18 dakika vardır. top çevirseniz zaman geçmez, takımınız 9 kişi kalmıştır ve şeref golü atmanız veya 3 gol daha yemeniz arasında da bir fark yoktur. “bitse de gitsek” diildir yani majör depresyon “lütfen bitsin artık”tır. sahada öylece dolanırsınız ve hakem son düdüğünü çalmak bilmez. çaldığında artık 2. ligde olacaksınızdır. sahadan çekilmenizi engelleyen abuk kuralların içinde öylece son düdüğünü beklersiniz. bazen rakip takım 6.ya 7.ye gider, bazen tenezzül etmezler santraya gitmeye..
    taraftarlarınız ise 3. golde çoktan stadınızı yakmış ve çıkıp gitmiştir.

  • kadir bey'in bu tartismada verdigi tokat gibi cevap beni benden almistir..

    'bu sayfadaki yazilarin hepsini okudum ve mahmut, sen haksizsin ibne. seni kiniyorum, ve sana laflar hazirladim.'

    edit: aradan 9 yil gecmis hala ilk gunku kadar ilginc geliyor. ayrica zaman ne kadar hizli geciyor bu ne be?
    edit2: buyur 14 yil olmus..
    edit3: allahim 20 yil olmus su hale bak, zaman nasil hizli geciyor napacagiz boyle ya