hesabın var mı? giriş yap

  • 85 yaşından da bir adam doğum hanenin kapısında beklemektedir.
    doğumhaneden çıkan doktor şöyle bir b...a...kındıktan sonra yaşlı adama sorar:

    doktor- "içerde doğum yapan bayan yakınınız mı?"
    adam- "evet,eşim.”

    doktor- "ama bayan 25 yaşlarında..."
    adam- "tamam işte, eşim o. niye şaşırdınız, baba olamaz mıyım yani?"

    doktor- "yoo, aklıma benim dedem geldi de."
    adam- "nesi varmış dedenizin?"

    doktor- "kendisi av meraklısı idi. sürekli ava çıkardı. ancak yaşlanınca zorlanmaya başladı. bir gün ava çıkacakken kendisini uyardık, aman yapma dedecim, sen yaşlandın, ava gidemezsin diye. kendisi israr etti ve hazırlandı. e, tabi yaşlılık, çıkarken tüfek yerine baston aldı eline. ben de kendisiyle gittim. ormanda bayağı yol yürüdükten sonra bir geyik gördük. dedim ya, dedem yaşlı. bastonu omzuna koydu, doğrulttu ve geyiğe bastonla ateş etti. geyik o anda vurulup yere düştü..."

    adam- "olur mu, başkası vurmuştur onu."
    doktor- "ben de onu demeye çalışıyorum işte .. başkası vurmuştur

  • ilişki iki kişi arasında yaşanan özel bir şeydir ve başkalarını buna karıştırırsan artık senin kontrolünden çıkar. maşallah kozan ailesi evinde ne var ne yok ilişkilerinde ne oldu herkesle paylaşıyorlar. yani kozan ailesinin ağzında bakla ıslanmıyor. misal,

    esma ağlamış, üzgün bir surat ifadesiyle kapıyı çalar. anne kapıyı açar.
    - aaa esma ne işin var kızım sabah sabah.
    - hiç anne........anne
    - efendim kızım
    - anne ben birkaç gün burada kalabilir miyim?
    - tabii kalabilirsin güzel kızım benim. (yanağını okşar) da ne oldu esma neden burda kalmak istiyorsun? selim’le tartıştınız mı yoksa?
    - yok anne ya daha kötü.
    - ne oldu kızım yaa annene de mi anlatmıycaksın?(kızgın)
    - anne......selim.......bu sabah...........osurdu
    - neeee?
    - duydun işte. ben de çıktım buraya geldim.
    - aaaa. tamam kızım sen git elini yüzünü yıka ben de kahvaltıyı hazırlıyayım.

    biraz sonra yatak odası,
    - cemal kalk canım esma geldi.
    - canım kızım benim.... ama suzan neden gelmiş ki sabah sabah.
    - cemal......bu sabah selim.............osurmuş. esma da....
    - kalkmış buraya gelmiş. ah suzan ah suzan. hiç büyümüyecek senin bu kızların.....................gerçi alışkın değil bizim kızlarımız böyle şeylere. biz hiç osurmadık onların yanında.
    - cemal ne yapacağız şimdi boşanırsa bunlar.
    - ah kadınım bu kadarcık şeyden boşanılır mı?

    biraz sonra telefonda,
    - alo çiçek uyandınız mı kızım?
    (çiçekle kocası yatakta oynaşıyorlardır)
    - uyandık tabii annem benim.......anne ne oldu sabah sabah kötü bir şey mi var.
    - kızım bu gün işin var mı?
    - önemli bir işim yok anne. ne oldu anlatmıyacak mısın?
    - esma geldi bu sabah......
    - eeee kötü bir şey mi var yoksa?
    - selim osurmuş esma’nın yanında çiçek.
    - neeee.. koskoca selim arhan.
    - neyse sen gelde bir konuş kızım kardeşinle.
    - tamam anne ben birazdan ordayım.

    necati-çiçek,
    - ne olmuş hayatım kötü bir haber mi?
    - sayılır. selim esma’nın yanında osurmuş.
    - hahahahaha çiçek bu mu yani?
    - ne var necati biz alışkın değiliz böyle şeylere
    - ama hayatım ben senin yanında hep osururum.
    - (sevgiyle bakar) ben seni çok seviyorum o yüzden de....
    - yani esma selim’i çok sevmiyor mu diyorsun?
    - (kızgın) ben gidiyorum necati!

    tekrar evde,
    - anne ben dayıma yardıma gidiyorum.
    - tamam oğlum.
    - anne bir şey mi oldu?
    - yok oğlum ne olsun?(küçükler her şeyi bilmez)
    - anne.....esma ablam neden gelmiş?
    - gelemez mi oğlum burası onunda evi.
    - gelir de ağlıyordu sesini duydum ondan soruyorum.
    - oğluuumm......bu sabah selim ablanın yanında osurmuş.
    - neee....
    - evet oğlum ablan da buraya gelmiş.
    - anne ben gidiyorum akşama konuşuruz. vay terbiyesiz.....

    biraz sonra arhan’ların mutfağı,
    (suzan durgundur, dalıp dalıp gidiyordur)
    - abla neyin var bugün senin durgunsun.
    - yok bişeyim nazlı sen pirinçlerini ayıkladın mı?
    - ayıkladık ya demin beraber abla.......abla senin birşeyin var anlatmıyorsun.
    - yok birşeyim kızım sen ordan bana bir domates versene.
    - ablaaaaaa
    - tamam tamam. esma geldi bu sabah.
    - eeeee
    - selim sabah yanında osurmuş.
    - inanmıyorum abla ya selim bey.
    - evet selim bey
    - valla hiç beklemezdim abla yaaa.

    bu sırada ozan’la dayısı köfte arabasının başında,
    - ozan neyin var be dayıcım. ceylan’la kavga filan mı ettiniz?
    - yok dayı allah korusun.esma ablam gelmiş bu sabah.
    - eeee
    - selim abi....sabah ablamın yanında osurmuş.
    - eh be dayım bu mu yani sorun
    - ya dayı ya osurmuş diyorum sana.
    - bu çok normal insansal bir davranış. gel sana evlilikte osurugu siradanlastirma sureci anlatayım........

    işte böyle kozanlardan birinin evinde biri osursa* bütün herkes öğreniyor bunu.

  • defoe dissenter adı verilen protestan mezhebi üyesiydi. dissenter üyeleri devletin resmi kilisesinin öğretilerine karşı duruşları ile dikkat çekerlerdi ve bir gün defoe gereğinden fazla dikkat çekmeyi başardı, ironiden anlamayan nesle aşina değildi defoe da siz sözlük yazarları gibi.

    anglikan kilisesine - ki kendisi devletin resmi kilisesi olur - karşı çıkan herkesin derhal öldürülmesi gerekliliğini ciddiyetli bir dille sebepleri sonuçları ile açıklayan bir yazı kaleme alır. ironiyi anlamayan dissenter üyeleri defoe'ya tepki gösterir daha sonra ise ironiyi anlayan anglikan kilisesi daha üst bir perdeden tepki gösterir defoe'ya. muhtemelen defoe bir sözlük yazarı olsa nickaltı en dolu yazar olurdu.

    defoe bu yazı ardından yakalandıktan sonra diğer dissenterlara ibret olsun diye, pillory cezasına çarptırılır.

    şöyle bir sahne düşünün. 17. yüzyılda sıradan bir gün kalabalık pazar yerinin ortasına toplanmış, başı ve elleri sabitlenmesi için ahşap bir düzeneğe hapsedilen kişi topluma teşhir ediliyor. ellerindeki çürük meyveleri kimi zaman taşları fırlatıyor kalabalık adamın üzerine arada düzeneğe bağlı adamın ellerini geçirdiği ahşaba güller bırakanlar da görülüyor, suçu herkes kabullenmiyor ve cezaya karşı kendi duruşunu sergiliyor.

    işte bu düzeneğin adı pillory'dir.

    ellerin ve kafanın sabitleme sebebi, suçlunun yüzünü saklamasının engellenmesidir, cezanın temel amacı teşhirdir. düzeneğin hemen yanında asılı bir bildiri olur, suçlunun neden ceza aldığına dair.

    17. yüzyıldan günümüze insanların ceza verme şekillerinin ve ceza karşısında tepkilerinin pek değişmediğini görüyoruz ekşi sözlükte gezinirken. dijital dünyanın pillory'si sözlük başlıklarıdır. pazar yerinde toplanan kalabalığı; öfkeyi, alayı, hüznü ve mutluluğu görürsünüz kişiler için açılan başlıkları altında. sözlükte cevap hakkı olmayan pek çok insan nickaltında yargılanır hemen her gün bir pillory kurulur ekşi sözlükte. bir müzisyen, bir doktor, bir çöpçü ya da bir politikacı olmanız fark etmez, bir sabah ansızın kendinizi bu dijital cezaya mahkum edilmiş bulabilirsiniz akışta gezerken.

    çürük meyveler, taşlar, güller ve geçen yüzlerce yıl. dijital dünyanın ortaçağını yaşıyoruz. tarih dijital olarak yeniden yazılıyor, ilerliyoruz, gelişiyoruz henüz sanal dünyada çok yeniyiz.

    tarih tekerrür ediyor_

    neyse efendin defoe diyorduk; ironiyi geç de olsa anlayan dissenterlar defoe'nun bağladığı tahtayı güllerle süsledi. dislike ve like'lara boğulan defoe'nun hayatı bu noktadan sonra değişmeye başladı. kırkını geçtiğinde hapisten çıktı ve ticaret arasında bulduğu boşluklarda hiciv dolu eserlerini yazmaya başladı tüm dünya ise onu robinson crusoe ile tanıdı.

    robinson crusoe ile ilgili başka bir başlıkta uzunca bir yazı yazmayı düşündüğüm için burada o konuya girme gibi bir düşüncem yok. böyledir işte efendim defoe'nun ilginç yazın hayatının sarsıcı başlangıcı. bir gül de ben bırakıyorum bağlı olduğu tahtaya ve bunu bir nickaltı olarak yazıyorum daniel defoe'ya.

    "eserleri ile dikkatimi çeken çok sevdiğim bir yazardır, takipteyim efendim."

  • mağaralarda karanlıklarda yaşa, ateşi bul, tekerleği bul, baltayı keseri icat et, çanak çömbelek yap, hayvanları evcilleştir, yazıyı bul, piramitleri inşa et, uygarlıklar kur, bilime sanata felsefeye kafa yor, matbaayı bul, yer çekimini, basıncı keşfet, telefonu telgrafı, termodinamiği, elektromanyetizmayı bul, savaşlar yap, özgürlükler için mücadele et, sanat çalışmaları yap, ay'a git, kuantum, izafiyet derken bunca uzun yolculuğa rağmen aslında henüz yolun başında olduğunu fark et, sonra interneti icat et, dünya globalleşsin, mesafeler kısalsın, iletişim kolaylaşsın, kuyruklu yıldıza araç gönderip, mars'a insan kolonisi göndermeye hazırlandığın sırada "kadın susarsa ne yapalım" diye yarrağım gibi bir soruyla muhatap ol.

    sikmişim kadının suskunluğunu. çay verin içsin.

  • yıllar sonra ilk defa büyük bir keyifle çizgi film izlerim diye kaltım ama, lan öyle bir çizgi filmler var ki 20 dakika izledim, mevzuyu anlamadım amk? çakmaktaşlar nerde lan şerefsizler!!!11

  • pc ya da ozellikle mobilde oyun oynarken gecemediginiz bir bolumu o an birakip birkac saat sonra denediginizde ilk seferde geciyorsunuz. bunu siz oyunu oynamayi birakmayin diye biz yapiyoruz. net olarak beceremiyorsunuz yani aslinda, ortalama alti siniflandirilip belli oranda avantajlandiriliyorsunuz. bu da size "oyunu cozuyorum" hissi yaratiyor, daha cok baglaniyorsunuz.

    coklu oyunculu oyunlarin kucuk bir kisminda siz raunda baslamadan oyunun sonucu belirleniyor. ne yapsaniz kazanamiyor ya da dogrudan kaybetmeye oynamazsaniz kaybedemiyorsunuz. zaten eslesme esnasinda kazanacak-kaybedecek diye eslesiyorsunuz. bunun sebebinde detaya giremiyorum maalesef ama tahmin ettiginiz gibi sadece para odakli degil.

    konsollar onceleri bu isten daha az etkileniyordu ama artik pc'den farki yok calisan sistemin. yukarida anlattigim her oyunda yok, cunku maliyetli sistemler ancak "cok sardi birakamiyorum" dediginiz oyunlarda bu tip seyler genelde mevcut.