hesabın var mı? giriş yap

  • msn rüzgarının estiği yıllar. whatsapp portakalda vitamin, facebook var mı emin değilim..
    hatırlarsınız; kanka kız msn'si var mı? sorusunun sorulduğu yıllar.

    oyun_bozan@hotmail.com adresiyle fırtınalar estiriyorum..
    serpil'le tanıştık. fransa'da yaşayan gurbetçi bir ailenin en büyük kızı.
    zalimguzel@hotmail.fr

    bütün gün serpil'le konuşuyorum. yatıyorum serpil, kalkıyorum serpil. 1 ay sonra o malum şarkı patladı..

    "zaaalim, oyunbozaan. sen de, bu büyü de yalan."

    ''yok artık!! böyle tesadüf mü olur?'' dedik ve aşık olduk.
    o zalim, ben oyunbozan..
    o fransa'da, ben türkiye'de..
    ancak her aşk gibi kısa sürdü ve ayrıldık..
    ----------------------

    yıllar geçti. biz büyüdük, msn tarih oldu.. bir gün serpil ekledi facebook'tan ve yine konuşmaya başladık..

    - biliyor musun? türkiye'ye her gelişimde seni aramak istedim ama bir türlü cesaret edemedim. beni unutmuş olmandan korktum..

    + seni unutmak mı? deli misin sen?
    aylarca yazmanı bekledim. fotoğrafına bakıp içtiğim günlerin sayısını ben bile bilmiyorum.
    ne unutması serpil? anahtarlığımda bile senin resmin vardı. eve girerken seni görüyordum, evden çıkarken seni..
    ne unutması??

    bir hafta sonra malum şarkı patladı..
    " eve senle dönüyorsam, evden senle çıkıyorsam, yine de doyamıyorsam, aşksın.."

    birkez daha başladık, hiç ayrılmamak üzere.
    ama nerdee?
    2 hafta geçmeden, savrulduk gittik yine..
    ------------------------

    aylar, yıllar geçti.. sayısız kez sarhoş, sayısız kez aşık oldum. aldattım, aldatıldım. terkettim, terkedildim..
    unuttum, unutuldum..

    bir gece serpil aradı. türkiye'ye gelmiş, çok özlemiş..

    - gitmeden görüşelim, mesela çarşamba akşamı.
    + çarşambaya çok var. ben de çok özledim. yarın akşam görüşelim mi?
    -bugünkü gibi yağmurlu olmazsa olabilir. haberleşiriz..

    yarın, tıpkı dün gibi yağmurluydu.. yine de buluştuk..

    sarıldım, sımsıkı sarıldım.. ilk kez, rüya gibi, yıllar sonra..
    sarıldık, yağmur durdu, ağladık..

    - artık yağmur yağmaz, sarıldım sana..
    + bırakma beni.

    2 hafta sonra malum şarkı patladı..
    " sana sarıldığım an, yağmur duracaktı.. "

    gel de yeniden aşık olma! ömrümün en güzel iki haftasını geçirdim. güldüm, sevdim, sevildim.. bir daha hiç bırakmamak üzere tuttum ellerinden..

    ancak yalnızca 2 hafta sürdü. önce gitti, sonra bitti.. her zamanki gibi..
    -----------------------

    dün yine aradı. haftaya türkiye'de olacakmış ve bu sefer beni almadan gitmeye hiç niyeti yokmuş..

    " gelir misin? " dedi, " hiç düşünmeden. " dedim..

    hazır olun. yeni albüm kapıda..

  • yazılanlara bakılınca bilmeyen biri jandarmanın kapıdan sakince yürüyüp geçen ertuğrul karakaya'nın arkasından ateş ettiğini sonra gidip süngülediğini sonra da gelen ambulansa izin vermediğini düşünür. dezenformasyon kötü bir şey. zira yıllar geçtikçe gerçeği anlatan biri olmadıkça yalan katlanarak artıyor. bir jenerasyon sonra safi propaganda okunuyor. el insaf.

    işin aslı ertuğrul karakaya odtü'ye o gün silahla gelmiştir. bu günümüzde oha diyip sorgulayacağınız bir hareketken garip bir şekilde odtü'de de 1977 haziranında standartlaşma eğilimindedir. o yıllarda odtü ve beytepe kampüslerinde sol ve sağ kavgaları neticesinde kamplaşmadan ötürü neredeyse bir metrekareye iki silah falan düşmektedir. sağcısı solcusu herkes silahlıdır. silahlar yurtlarda parke diplerinde dolap içlerinde saklanmakta. arama yapılacağı zaman hemen komple başka bir yere taşınmakta sonra tekrar getirilmektedir. o yıllarda üniversitede okumuş amcalarınıza sorun.

    haziran başında üniversitede boykot vardır, odtü'de sol kendi fraksiyonları arasında kavgalı da olsa öğrenci tabanında hakim bir durumdadır. ancak durmadan silahlanma eğilimindedirler. silah da kampüse genellikle kapıdan sokulmaktadır. yine günümüz şartlarıyla değerlendiremiyoruz. bugün metal dedektörü var, kapalı devre kamerası var, kızıl ötesi var. 1977 yılında ise bu aramayı yapacak sırtında g3'ü asılı iki adet er vardır. üniversiteye giren çıkan herkesi elleriyle mümkün mertebe aramaktadır bunlar. bazılarını aramaz (kafasına göre) bazısını arayamaz (araya kaynar) bazısını ise denk getirir arar. ertuğrul karakaya'dan önce okula girip aranmayan grup ya birinci ya da ikinci gruba dahildir. ilk grubu aramadığı ve arayamadığı için karakaya'nın grubunu durdurup aramak ister.

    onlar zaten silahlı oldukları için arama gözaltına alınma ve silahların müsaderesi anlamına gelmektedir. karakaya ise bu durumu kurtarmak için önce boykot olduğunu ve ilk grup aranmıyorsa kendilerinin de aranamayacağı ekseninde tartışma çıkarır. jandarma erleri olmaz arayacağız deyince tartışma büyür. ertuğrul karakaya kapıya hamle edip içeri dalar ve içeri koşmaya başlar. sırtında asılı olan g3'ü eline alan asker de onun peşinden okula dalar. bu ikisi kovalamacaya başlarken kapıdaki diğer asker ve diğer gruplar koşanların ardından bakakalır.

    ağaçların binaların ardına yardırıp buna rağmen izini kaybettiremeyen karakaya heyecan yapar ve askerin "dur yoksa ateş ederim" demesiyle belindeki (yanılmıyorsam) 7.65mm fransız model 66 unique tabancasını* çıkartır ve koşmaya devam ederken silahı askere doğru çevirip tetiğe basar. silah ateş almaz. ikinci mermiyi namluya sürmeye hazırlanırken er osman özdemir bakar ki silah çekiliyor, g3'ünü omuzlayıp karakaya'ya arkadan bir el ateş eder. kurşun otopsi raporunda sol kaburga altından karaciğeri önlü arkalı delerek, büyük bir çıkış yarası açarak, ön tarafı komple patlatarak çıkmıştır.

    bir dakika geçmeden bir cj5 jip ile karakol komutanı jandarma üsteğmen olay yerine gelir. yerde can çekişmekte olan karakaya'yı görür. araçtaki astsubayı bölgeyi kordon altına alması ve olay mahaline kimseyi sokmaması için görevlendirir ve karakaya'yı jipe koyup hemen hastaneye yardırır. nitekim o yara sağ kalınacak türden bir yara değildir. kampüsten anayola çıkıldığında ertuğrul karakaya kan kaybı ve şok yüzünden ölür. süngüleme ambulansı sokmama falan çok komik, gerçekdışı şeyler, ambulans kampüse yetiştiğinde karakaya çoktan hastane kapısından içeri jiple taşınmaktadır.

    ardından osman özdemir'in silahı alınarak kendisi beytepe tarafındaki karakola getirilerek ilk ifadesi alınır. olayı başka gören şahit yoktur. herşey 40 saniyede olup bitmiştir. er osman özdemir ifadesinde ise durmadan aynı şeyi tekrarlayıp durmakta, yemin billah etmektedir.

    "silahı bana çevirdi, ateş etti, sonra tekrar çak çuk yaptı yine doğrulturken vurdum"

    kriminal incelemede ise ertuğrul karakaya'nın silahında namluda ve fişek yatağında barut çamuru bulunamaz. yani silah ateşlenmemiştir. osman özdemir öyle bir yalan söylemekte intibaı verir. kendine silah çekilmeden vurup öldürmek açıkça kastı aşan fiile girmektedir. cezası ağırdır.

    dört beş kez ifade verip aynı ifadesine sadık kalan jandarma erini dinleyen aynı üsteğmen "ne bok yiyeceğiz" diye düşünürken bir an durur. ifade vermeyi sürdüren osman özdemir'in sözünü keser ve sorar.

    "lan oğlum çak çuk ne lan?"

    jandarma er sürgülü yarı otomatik tabancaların üst sürgü kapağının geriye kurulması hareketini gösterir.

    "böyle çak çuk yaptı gumtanım"

    üsteğmen düşünür. fransız onlusu yarı otomatiktir. silah bir kez ateşlenirse ikinci merminin atılması için silahın tekrar kurulması gerekmemektedir. silah boş kovanı atarak ikinci mermiyi kendisi ateşe hazırlamaktadır. kullanıcı bu hareketi kendisi manuel yapmak zorunda kaldıysa o halde bir tür ateş almama durumu söz konusudur. daha da ilginci dolu bir silah o şekilde kurulduğunda namluya sürülü ateşlenmemiş mermiyi de boş kovan yatağından dışarıya atmaktadır. yani eğer bu er doğru söylüyorsa suç mahalinde bir yerlerde bir adet patlamamış 7.65mm mermi olması gerekmektedir. üsteğmen ceketi alıp vın diye odadan çıkar ve jiple gerisin geriye odtü'ye intikal eder.

    burada hava kararmaya başlamışken saat 18 sularında 10 kadar erle kapıdan ertuğrul karakaya'nın vurulduğu noktaya kadar her yeri didik didik sekiz on kez ararlar. ara ara ara iki saat sonra gerçekten de toprağa toza yarı gömülü böyle bir adet mermi bulunur. üstelik patlamamış merminin kapsülündeki iğne oyuğu erin ifadesiyle örtüşen bir numaralı delil olarak savcıya iletilir. savcı da bu mermiyi kriminal laboratuarına göndererek gelen raporda kapsüldeki oyuğun %99 karakaya'nın tabancası ile yapıldığını okur. sonuç olarak açılan kamu davasında kendisine öldürme amaçlı silah doğrultan öğrenciyi vuran jandarma erinin kendini korumak için bu fiili işlemiş olmasının ortaya çıkan tehditle orantılı olduğunu mahkemeye yazar ve ere bir suç isnat etmez. osman özdemir nefs-i müdafaa'dan beraat eder.

    şurada nispeten tarafsızca anlatılmış

    bu tip anlatımlar pek olmadığı ve ertuğrul karakaya da kendi yoldaşları hariç çok aşırı tanınmadığı için bundan sonra hikayeyi süslemek ağzı olana kalır. faşistler süngüler kahpeler botlar kompradorlar.

    oysa işin aslı beş metre geride bir insan evladı sizi elinde g3 ile takip ediyorsa silah çekip ateş etmeye çalışmak frpde yirmilik zar atıp iki kere 19-20 denk getirmek gibi bir şey. olacak şey var olmayacak şey var. adrenalin tutkunuysanız bungee jumping falan önerirdim ben.

  • şahsıma bir zararı yoktur.

    ideolojik temelden bağımsız; saat dokuzu beş geçe uyuyan adamdan zaten hayır gelmez, ama baksan imkan vermiyorlar, imkan verseler o da mars'a koloni kurmak istiyor.

  • bugün 17 ekim 2010! galatasary lisesi önünde açıklama yapan ödp'lileri gören bir takım trabzonspor taraftarının attığı slogan.

    allah belanızı versin gerizekalılar diyor, bir dahaki türkiye iğrençliğinde görüşmek üzere iyi akşamlar diliyorum.

  • "siz antik tiyatroyu görme heyecanı içinde yürürken, sizin paranızı almak üzere ellerinde hiçbir anlamı olmayan eşyalarla yalvararak sizi taciz eden bu kalabalıkla karşılaşmak tüm neşenizi kaçırıyor."

    müthiş bir gözlem. türkiye'nin herhangi bir yerindeki turistik bölgenin yöre halkını eksiksiz tanımlamış teyzem.

  • bu gece hbo’da finali yayınlandı. 4. ve son bölümü.

    yavaş başladı, hızlı bitti bu mini seri.

    --- spoiler ---

    buradaki yorumlar ve eleştiriler finalle birlikte biraz daha kökleniyor. hakikaten de katarina ve büyüklüğünden çok -tarihten silinmeye çalışılan- potemkin ve katarina aşkı anlatılmış dizide. madem o kadar potemkin anlatacaktınız; bari ingiliz diline geçmiş potemkin village sözü nereden gelir, ona bari değinseydiniz.

    genel oyuncu seçimlerindeki sorunlar var, bir kişi hariç. katarina’nın oğlu paul’u oynayan joseph quinn müthiş iş çıkarmış.
    bir ezik ancak bu kadar güzel canlandırılırdı.

    bunun ötesinde türkleri güzel harcamışlar dört bölümde. yerler biriz. adamlar resmen kırım’a yürüyerek giriyor. türkiye deplasmanının kolay geçmeye başladığı yıllar. bizim takımın başında 3. mustafa var. o daha eski kafalı. katarina tabii ki deli petro (peter the great) dönemindeki askeri modernleşmenin ekmeğini yiyor.
    bizde de bu üst üste mağlubiyetlerden sonra 3. selim gelecek. o da reformist. orduyu falan yenilemeye çalışacak. ama düşüş başlamış bir kere. bu modernleşme süreci ancak imparatorluğun çöküşünü bir 100 sene daha erteleyecek.

    --- spoiler ---

  • yok hamileydi, yok anneydi, yok yaşlıydı diye herkese bedava istanbulkart vermeyi durdursunlar öğrencilerle uğraşacaklarına. yüksek lisans yapan bir öğrenci neden indirimli kullanamasın. asıl sorun bedava kullananlar. yaş farketmeksizin dolu kişide görüyorum bunu.

    edit: yazım yanlışı düzeltildi.