hesabın var mı? giriş yap

  • şeriatçı taliban'ı atatürk'e benzeten birinden başka türlü bir açıklama beklenemezdi zaten.

    asıl bu kaçkınları ülkeye dolduranlar abd'nin bop projesine hizmet etmektedir ve abd ve ab'nin taşeronluğunu yapmaktadır.

    koltukta kalma karşılığında mültecileri türkiye'de tutma pazarlığı yapanlar amerikancı olmuyor da, bunların kendi vatanlarına dönmesi gerektiğini savunanlar mı amerikancı oluyor? hadi oradan!

  • dönercinin başında kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırmış mahzun mahzun bakan kulağı sarı küpeli güzel köpeğe kıyamayıp tavuk döner almaktır.
    o kadar aç insan varken köpeğe de döner mi ısmarlanırmış diye böğüren tüm yaratıklara kulağımı tıkayıp dönercinin gözü önünde yaptım bir de bunu.
    insanlar ister, insanlar çalışır, insanlar derdini anlatır ama onlar anlatamaz.
    onları gören herkes yolunu çeviriyor. kimse başlarını okşamıyor.
    evet aynı durumda olan insanlar da var ama bu demek değildir ki bu hayvanları görmezden gelelim. of of efkarlandım yine. :/

  • lise 2'ydi, galiba bahçede dolanıyordum. gözlüklü bir kız yanıma yanaştı, gergin bi bakar mısın dedi. kızı tanımam etmem. bir şey mi oldu, dedim. meğer bir kız varmış beni seven. dedi ki; bizim sınıfta bir kız var seni seviyor. ama öyle böyle değil. belki sana göre güzel bir kız değil ama inan çok seviyor. senin için gece boyu ağladığına gözümle şahit oldum. annesi 2 yıl önce öldü babası da şehir dışına gidip geliyor iş için, yalnızlıktan olmasa da sevgisizlikten içi kurudu. ben dayanamıyorum onun bu haline. bir hafta olsun onun sevgilisi ol ne olur. dünya gözüyle onun mutlu olduğunu göreyim. kendisi sana gelemez, e sen zaten ona gitmezsin. ben yapmak istedim, sana söylemek istedim. eğer istemezsen anlarım ama yaparsan bir insanı gerçekten ve tam manasıyla mutlu etmiş olacaksın.

    kim olsa şok olurdu. ben de oldum. önce inanmadım. kıza arkadaşının ismini ve sınıfını sordum. biraz araştırdım kendi çapımda. sessiz sakin içine kapanık bir tipti. çok düşündüm bir insana yalan söylemek onun mutluluğu için bile olsa doğru mu diye. sonra onun mutluluğunun daha önemli olduğuna karar verdim. ve bir sabah sınıfının bulunduğu koridorda dalgın dalgın yürürken çarptım ona. kafasını kaldırıp karşısında beni gördüğünde yüzünün ifadesi öyle bir değişti ki beni sevdiğine o an inandım. özür dilerim görmedim, dedim ve gülümseyerek sınıfıma indim. daha sonra kantinde sırada tam arkasına kaynak yaptım. kantinci abiye seslendim kız beni fark etsin diye, sesimi duyar duymaz arkasını döndü. yüzünde yine aynı ifade vardı. sevgi ve hayranlık yüklü nemli gözleriyle bana bakıyordu. onun bakışları içimi delip geçmiş ve üzmüştü beni. yanlış mı yapıyordum? kalbim hayır diyorsa da mantığım evet diye haykırıyordu! fakat ok yaydan çıkmıştı artık. bana gelip durumu anlatan kız arkadaş sınıfıma uğradı, sen ona çarptın ya hala onun etkisinde belki yüz kere anlattı daha şimdiden onu çok mutlu ettin dedi. beraber plan yaptık. okul çıkışı onlar bir kafeye gidecekler, tesadüf bu ya ben de aynı kafede olacaktım. sonra selamlaşacaktık ve ben masalarına oturacaktım. sonra ne olacaktı bilmiyordum.

    planımız işledi. harfi harfine hem de. bir tiyatro oyuncusu gibi sahneler planladım ve onları hayata geçirdim...tanıştık konuştuk. inanılmaz bir mutluluk ve şaşkınlıkla, ne yapacağını şaşırmış bir halde bana bakıyordu konuşurken. güldürdüm onu birkaç kere, utandırdım. muhabbet öyle koyulaştı ki saat geçmiş fark etmedik. onu evine bırakabileceğimi söyledim. evet demedi ama hayır da demedi. kızardı, utandı, ne diyeceğini bilemedi. diğer arkadaş bizden ayrıldıktan sonra beraber yarım saat yürüdük. ben konuştum o dinledi. o zaten az konuşan ve sustuklarını içinde yaşayan bir kızdı. vedalaşırken yanağına bir buse kondurdum. utanarak ve hızla eve girdi.

    o gece yatağımda dönüp durdum. acaba şimdi ne yapıyor dedim. mutlu mu? neler düşünüyor? içi kıpır kıpır mı? sırıtıyor mu sebepsiz yere? ne yapıyor şu an...

    tabi o dönem cep telefonumuz olmadığı için haberleşme imkanı sınırlıydı. nasıl olduğunu görmek için ertesini günü beklemek zorundaydım. bu şekilde tam on gün beraberce gezdik konuştuk tanıdık birbirimizi.

    artık ona sevgili olalım diyecektim. sonra fark ettim ki ben de heyecanlıyım. elim ayağıma dolanıyor. oyun yaparken gerçekten etkilenmiştim ondan. evet görece güzel değildi ama muhteşem bir kalbi vardı. okul bahçesinde karşılaştık. beni öptü yanaklarımdan ve yürümeye başladık. sonra duvarın orada durup susuştuk. lafa nasıl gireceğimi bilemedim. sonra gözlerine baktım ve onunla sevgili olmak istediğimi söyledim. gözlerinden yaşlar döküldü. sustu tek kelime etmedi. sonra hızla uzaklaştı yanımdan. öylece kalakaldım.

    onu o gün bir daha görmedim. ertesi gün de görmedim. arkadaşı beni buldu ve o hafta okula gelemeyeceğini söyledi. çok telaşlanmış ve korkmuştum. sebebini sorduğumda da biraz rahatsız olduğunu söyledi. ama öyle değildi biliyordum. gidip ziyaret edelim dedim, bence iyi bir fikir değil şu an dedi. üzüntüden çökmüş bir halde sınıfa döndüm. ne derse kendimi verebiliyordum ne de neşeli o halimden eser kalmıştı. her teneffüste arkadaşlarım başıma toplanıyor "neyin var, bir şey mi oldu, gergin kesin bir şey oldu ben hiç seni böyle görmedim" gibi şeyler söylüyorlardı. evet bir şey olmuştu ama ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. neyi yanlış yapmıştım bilmiyordum...

    tam altı gün boyunca ondan haber almadım. ne yüzünü gördüm ne sesini duydum ne de evine gidip sormaya cesaret edebildim. içim içimi kemirdi günlerce. kötü bir şeye sebep olmaktan ölesiye korkuyordum. hani bir kere görsem, iyi olduğunu bilsem, bir iki kelam etsek karşılıklı o zaman dinecekti içimdeki sebepsiz fırtına. sonraki haftanın pazartesi günü istiklal marşı için sıraya girerken gözlerim hep onu aradı. yine yoktu. hayatımda kendimi hiç bu kadar kötü hissettiğimi hatırlamıyorum. sınıflara dağıldıktan sonra ben onun sınıfına gittim ders başlamadan önce. arkadaşını buldum. allah rızası için bana güzel bir şey söyle dedim, iyi mi o? neden gelmiyor?

    omzuma bir el dokundu ben onunla konuşurken. arkamı döndüğümde tam karşımda duruyordu. yüzüne utangaç bir hüzün çökmüş, gözleri yine nemlenmiş, gülümsemesindeki coşku yerini dudak kenarlarına gizlenen bir umutsuzluğa bırakmıştı. birkaç saniye konuşmadan bakıştık. "nasılsın" dedim sesim titreyerek. iyi olduğunu söyledi. kısa cümleler kuruyordu. öğle arasında buluşmak üzere sözleştik ve ben sınıfıma döndüm. izafiyet teorisi işte tam da o sıralarda kendini hissettirdi. öğleden önce 45'er dakikadan 4 ders vardı. bir de 10'ar dakikalık teneffüsler. allahım bu zaman ne menem bir şeydi neden geçmiyordu. dakikaları bıraktım saniyeleri saydım. karnıma ağrılar girdi, kalp atışlarım en yüksek seviyedeydi, parmak uçlarım uyuştu, avuçlarım karıncalandı, yanaklarım al al oldu. sanki 3 buçuk saat değil de bir o kadar yıl geçti aradan. öğle tatili zili çalınca sınıftan ışık hızında çıktım. her zaman konuştuğumuz duvarın önünde onu beklemeye başladım, heyecandan buz gibi olmuş uyuşuk avuçlarımı birbirine sürttüm. yüzümü ellerimin arasına alıp yanaklarımdaki ateşi söndürmeye çalıştım.

    uzaktan geldiğini gördüm ve toparlandım. yarım saat sonrasını çıldırasıya merak ediyordum. ne olacaktı, nasıl bir konuşma geçecekti aramızda? samimi bir şekilde elini sıktım ve yanaklarından öptüm onu. neler olduğunu sordum, neden okula gelmediğini, neden bu kadar üzgün göründüğünü, neden sevgilim olur musun dediğimde cevap vermediğini...

    - sen harika bir insansın. ama ben senin sevgilin olamam. ne yapmaya çalıştığını biliyorum, neden çırpındığını biliyorum. ama yapamam. senin sevgilin olup bir süre sonra benden ayrılacağını bilerek yaşayamam. seni sevmek, uzaktan da olsa yetiyor bana. sırf ben seni seviyorum diye beni mutlu etme çabanı takdir etsem de yapamam. ben böyle mutluyum, sensizliği bile seviyorum inan. beni çok mutlu ettin biliyor musun, hayatım boyunca unutamayacağım şeyler yaşattın. ama burada kalalım. senin önce sevgilin ayrılınca da arkadaşın olamam. ben senin bir şeyin olmadan da mutluyum.

    gözlerimde biriken yaşları tutmakta çok zorlandım. boğazım düğümlendi tek kelime edemedim. şimdi ben ona "ama ben de seni seviyorum, artık gerçekten seviyorum, bir kor oldun göğsümde" desem inanmazdı. çünkü bir yalanla başlamıştı her şey. kendime kızdım, hem de çok kızdım.

    üzüntüm tarif edilemeyecek boyutlardaydı. sarıldım ona, kafasını göğsüme yaslayıp ağladı, beni de ağlattı. bir süre öylece bekledik. o an ölmek istedim. kahır denen şey gelip çöreklendi içime. öğle tatilin bittiğini haber veren zil yankılandı bahçede. ağlamaktan kızarmış gözleriyle bana bakıp son kez elime dokundu ve uzaklaştı.

    uzunca bir süre birbirimizi görmedik. korkumdan bahçeye bile çıkmıyordum görürüm de elim ayağıma dolaşır diye. aylarca düşündüm, üzüldüm, ara sıra gözlerim doldu. bana tarifi imkansız bir duyguyu yaşatmıştı o süre boyunca. hayatıma değer katmış, kalbimde iz bırakmıştı. sene sonunda tiyatro gösterimizde arka sıralarda otururken görmüştüm onu sahneden. kalbim delicesine çarpmıştı. kendini ne kadar gizlemeye çalışmışsa da başaramamış, sandalyeye gömülmüşse de nemli gözlerinin parıltısı onu ele vermişti. oyun sonrası usulca kapıdan çıkıp giderken gördüm. bu onu son görüşüm oldu. arkadaşıyla görüştüğümde babasının işi sebebiyle bir başka ile taşındıklarını öğrendim. uzaklarda bir yerlerde hala beni seviyor, hala kendini sevdiriyordu.

    şimdi nerede ne yapıyor, bilmiyorum. bir kere daha görmeyi, o güzel gözlerine bakmayı, kocaman yüreğine dokunmayı isterdim. belki buraları okursa diye yazıyorum; seni gerçekten sevdim...

  • edit: 6 yıl sonra güncelleme ihtiyacı hissettim. (bkz: #123825550)

    400-500 bin tl'lik kendi evinizde oturmak, fiyatı 100 bin tl civarında gezen arabaya binmek demektir. otopark parasını düşünmeden aracınızı otoparka bırakır, aracınızı yıkatır, keyfinize bakarsınız. sürekli olarak konforunuzun peşinde olursunuz.

    yıllık spor salonu, havuz üyeliğiniz bulunur. yılda en az bir kere yurtdışına çıkabilirsiniz. aylık düzenli kitaplar alır, sinemaya gidebilirsiniz. ot, kafa, atlas, esquire, uykusuz, penguen veya hobilerinize göre diğer dergileri düzenli takip edebilirsiniz.

    spotify premium kullanıcısı; digiturk ve tivibu'nun full paket üyesisinizdir. şampiyonlar ligi, formula 1, süper lig, euroleague gibi pek çok spor olayını ülker link dilenmeden izlersiniz. ps4 için ergenler gibi çok oyun almak yerine gerçekten istediğiniz oyunu alır oynarsınız.

    her ay takımınıza destek olmak amacıyla forma, atkı, t-shirt, kupa, hediyelik eşya alabilirsiniz. stada gidip diğer taraftarlarla atmosferi soluyabilirsiniz.

    her haftasonu en az 1 balık rakı geceniz vardır. sürekli yeni mekanlar keşfedebilirsiniz. içki köşeniz vardır, duty free'den toparladığınız çeşit çeşit puro, cigar ve içkiler bulunur. viski sever ama çoğunlukla şarap tercih edersiniz.

    arada zevkine online kumar oynarsınız. kaybedeceğinizi bile bile.

    sağlık konusunda kafanız rahattır. liv, acıbadem, amerikan, john hopkins'e gidersiniz. yılda 2 kere diş kontrolüne gidersiniz.

    kullandığınız her ürün marka ve orjinal olur.; donunuz ve çorabınız bile. marka takıntısından değil, kalite ve kafa rahatlığı için. artık sabitleşmiş 2-3 parfüm markanız vardır. kozmetiğe epey bir para bayılırsınız. giyim kuşam için eğer çok beğenirseniz indirim filan beklemeden alırsınız. zevkinize göre ilginç takıntılarınız olabilir. kol düğmeleri, saat, ayakkabı, ceket, çakmak, pipo gibi aksesuarları koleksiyona varacak şekilde alabilirsiniz.

    kafanız eserse akşamın bir saati rivaya, sarıyere, bebeğe, caddeye gidebilirsiniz. gecenin 2'sinde kokoreçin dibine vurabilir, ıslak hamburger için kilometreleri umursamaz taksime gidebilirsiniz.

    orman yürüyüşleri, deniz, kaykay, bisiklet için haftasonu bir an önce gel dersiniz. arkadaşlarla toplandığınızda düşünmeden aldığınız pek çok şeyi sonra bir kenara atıp gidersiniz (uefa futbol topu, star wars ışın kılıcı gibi)

    hava atmak gibi bir amacınız olmaz çünkü bilirsiniz ki insanca yaşamak budur, çok abartı şeyler de değildir. sizden çok daha fazla kazananlar vardır. bu işin sonu yoktur. maddiyattan kopar gidersiniz bir süre sonra.

    bu yazıyı, hayalleri olan ve hayallerinin peşinde koşan benden daha genç arkadaşlarım için yazdım. umarım siz de insanca yaşayacak paralar kazanırsınız. ama hayalinizi asla bırakmayın. ve çalışmayı da..

  • kesinlikle içinde bulunduğum ikilemdir.

    okuduğum bölümden ötürü akademik altyapıyla yetiştirilmiş olmama rağmen içimde bu tarz bir isteğin tek bir emaresine bile rastlamadım yıllardır.
    eskiden beri içimde resmen esnaf bir dayı var ve sürekli olarak durup durup ''hadi'' diye sesleniyor. üstelik etrafımda ve ailemde tek bir esnaf bile yokken sadece bende böyle bir aşk olması da genetiğin mucizesi.
    büfe olur, efendime söyliyim tekel bayisi olur, restoran olur, hep sürekli bir alayım satayım, ticaret yapayım, dükkan işleteyim hevesindeyim.
    bi laboratuara kapandığını düşün, makalelere gömüldüğünü falan, bi de işlek caddede büfe falan işlettiğini. oha lan büfe süper olm.
    ama sermaye şart.

  • 3-4 senede bir olur. okuma yazmayi askerlik yaparken ogrenen babamın gözleri her evladi universite kazandikca dolar, zorlasa da kendini suzulur o yaslar yanaklarindan. cok sukur 4 kardesten 3'u yasattik o mutlulugu babamiza. en kucugumuz de bu sene insallah.

    edit: en küçüğümüz de hukuk fakültesi kazandı çok şükür.