hesabın var mı? giriş yap

  • hikayesi a$agidaki gibi dillendirilen ta$tir:

    gunlerden birinde, bir olumlu dionysos ile dalga gecince buna cok sinirlenen tanri, tapinaginin onunden gececek ilk olumluden intikamini almayi kafasina koyar - ilk gecen olumluyu parcalamalari icin kaplanlar cagirir. bu sirada, genc ve gunahsiz amethyst tanrica artemis'e $ukranlarini sunmaktan evine donerken dionysos'un tapinaginin onunden gecmek zorunda kalir. kaplanlarin saldirdigini goren artemis, genc kizi korumak icin onu kaplanlarin pencelerinin cizemeyecegi kadar sert bir kristale donusturur.

    ofkesinin genc ve masum bir olumluye getirdigi zarari goren dionysus, genc kiz icin $araptan gozya$larini akitir ve kristal tanrinin $arap rengi gozya$larinin rengini alir.

    ara sira abuk subuk $eyleri hatirliyor insan...

  • ismi kepler-452 olan güneş gibi bir g-type yıldızın çevresinde, bir yıllık dönüşünü 385 günde tamamlayan gezegen. ayrıca habitable zone'da bulunuyormuş.

    düzeltme *: şuan kepler teleskobuna gezegenin 1400 yıl öncesine ait yansımaları geliyor.

    ekleme: birkaç yazar arkadaştan mesaj aldığım için aşağıdaki bilgileri ekleme ihtiyacı duydum;

    bu gezegeni keşfeden araç bir uzay teleskobu. ismi kepler. diğer fırlatılan uydular gibi. şuan güneş sistemimiz içinde kendi yörüngesinde dönüyor o da.

    kepler teleskobu tarafından keşfedilen kepler-452b gezegeni dünyamızdan 1400 ışık yılı uzaklıkta. bu da en kolay haliyle şu demek; bilinen en hızlı şey ışığın uzay boşluğunda ilerlerken gerçekleştirdiği hızdır. ışık sadece 1 saniyede 300 bin km yol alır. bu da 1 yıl için 9.460.800.000.000 km yapar. yani kepler-452b dünyadan 1400 ışık yılı uzaklıkta denirken; 1400 x 9.460.800.000.000 km uzaklıkta olduğu ifade ediliyor.

    uzaydaki tüm cisimler (gezegenler, meteorlar, uydular, vs..) yıldızlardan aldıkları ışıkları uzay boşluğuna iletirler (yansıtırlar). teleskoplardan gördüğümüz görüntüler ise bu yansımaların teleskoplara ulaştıkları anki görüntüleridir. yani 1 ışık yılı uzaklıktaki bir gezegeni izliyorsak eldeki veriler, gözlemimiz sırasında onun 1 yıl önceki yansımasıdır.

    farzedelimki aynı dünyada ki gibi insalar orda da var olsalar ve şuan bize teleskopla baksalar onlar da bizim 1400 yıl önceki (ms. 600'lü yıllar) yansımamızı görürler.

    tabi sırf teleskoplar için geçerli bir durum değil bu. mesela sabah kafayı kaldırıp doğrudan güneşe bakarsak, (direk bakamıyor olsak da) biz onun 8 dk. önceki görüntüsünü görürüz.

    basitçe anlatmaya çalıştım.

    ek: kepler teleskobunun gözlem methodu daha farklı. kepler'in nasıl gözlem ve tarama yaptığını @dopermen #53445557 nolu entrysinde bahsetmiş.

  • bu filmin türk sinemasında yeri ayrıdır. gerek ahmet uluçay'ın çok özel bir insan olması gerek sinema sevgisi yönünden. bu film bir taşra güzellemesi değil. çünkü güzelleme yapmak yada yermek izleyicide bir his uyandırmak bir düşünce oluşturmak için yapılır. bu samimi filmin ise öyle dertleri yok. size bakın işte umut dolu çocuklar haydi onların peşine takılın ve bilet paralarınızı bırakın demiyor. böyle bir hikayem var ve bunu bu şekilde anlatıyorum diyor. bu kadar. ayrıca bu film bir sinema tutkusunu da anlatmıyor. tutku buyurgandır. bir şeyleri elde etmeye çalışır. bu film sinemaya sevgi konulu bir film. recep, nihal'i nasıl seviyorsa öyle bir film. bu filmin her bir karesi sevdiğin şeye uzaktan da olsa bakış atmanın mutluluğunu yansıtıyor.

    film taşra güzellemesi değil dedim ama köyün ve kasabanın güzelliklerini es de geçmiyor. televizyonlarda bir ara ege dizisi furyası vardı hatırlarsanız. istanbul'dan giden oyuncular ege şivesi yapmaya çalışıyordu. bu filmde ise böyle bir dert yok. yönetmen şive problemini en başta direkt olarak oranın insanıyla çalışarak çözmüş. çoğunlukla maddi imkansızlık tabi. elinde imkan olsa tanınmış birkaç oyuncu eklerlerdi filme. ancak bu filmde bu bir problem değil. çünkü başka alanlarda hadikap olabilecek amatör oyuncu seçimi bu filmde bir avantaja dönmüş. şimdi lafı fazla uzatmadan spoiler ibaresini bırakıp filmi incelemeye geçeyim.

    --- spoiler ---

    filmin konusu şöyle; kütahya'nın bir köyünde yaşayan recep ve mehmet sinemaya aşık iki çocuktur. ellerindeki imkansızlıklara rağmen köylerinde sinema salonu işletmek istemektedirler. film de onların bu çabasını konu alır. öncelikle şunu söyleyeyim. filmdeki çocukların çabası ve bir şeyleri başarma isteği çok güzel işlenmiş. ayrıca büyüme sancılarını da görüyoruz. recep birazcık daha umutlu. mehmet ise tam bir kara komedi unsuru. içinde bulundukları durumdan her an bir mizah malzemesi çıkarıyor.

    ancak senaryonun aksayan yönleri de yok değil. mesela filmin ilk kırk dakikalık kısmında çok bir hareket yok. doğru, film geri kalmış bir kasabada geçiyor ve iki çocuğun çok bir imkanı yok. bunun içinde sıkıcılık göstermeniz lazım. ancak çocukların çabalarını daha çok görsek güzel olurmuş. sonuçta tek dertleri bir filmi saniyede 24 kare göstermek değil. film yapmak, senaryo yazmak "rejisör" olmak gibi istekleri de var. hikayede bu kısımlara daha çok yer verilse daha güzel olurmuş. yani recep'in sürekli çaya çağrıldığı sahnelerin yerine en azından filmin sonundaki gibi hayal kurdukları sahneler olsa filmin sinemaya nasıl adandığı daha güzel anlaşılırdı.

    filmin teknik kısmından bahsedecek olursak filmde herkesin bildiği bazı aksaklıklar var. doğru. ancak ben bu aksaklıkları hiçbir zaman problem gibi hissetmedim açıkçası. bazı yerlerde frame atlaması falan oluyor hatırlıyorsanız. bu kısımlar bana sanki recep'le mehmet filmi oynatıyormuş da karelerden birini bağlamayı unutmuşlar gibi hissettirdi. bu da filmin anlatmayı tercih ettiği konudan dolayı böyle tabi. o kadar sağlam bir sinema sevgisi var ki filmde pc ekranında izlerken bile arkada akan pelikülün sesini duyabiliyorsunuz.

    bir de filmin müziklerinden bahsetmek lazım. güzel bir "beyaz giyme toz olur" yorumu var filmde. muhtemelen başka beste yaptıracak imkanları yoktu ancak bu türkü filmi çok güzel desteklemiş. o yüzden türkünün film boyunca sürekli kullanılması rahatsız etmiyor sizi. hatta ikinci üçüncü tekrarında siz de eşlik etmeye başlıyorsunuz.

    --- spoiler ---

    film hakkında yazmayı bitirirken şunu söyleyeceğim. nuri bilge ceylan taşrayı alıp filmlerine taşıdı ve muazzam başarı yakaladı yurt dışında. ahmet uluçay da taşrayı çok iyi tanıyan ve farklı bir yönden anlatan bir yönetmendi. güzel ödüller de aldı bu filmle ve önü açıktı. maalesef ki ömrü kısa sürdü. hayatta olsaydı muhtemelen nuri bilge, zeki demirkubuz gibi yönetmenlerle birlikte anılan biri olacaktı ve türk sinemasında farklı bir alan açacaktı. bir film yaptıktan sonra aramızdan ayrılması da bizim üzüntümüz olarak kaldı.

  • niye ? çünkü devletin eksiğini oy verenlerine göstererek devleti müşkül duruma düşürdü. en ufak oy kaybına tahammülü yok tabi yönetenlerin.