hesabın var mı? giriş yap

  • “ey kahraman türk kadını! sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın”

    diyen bir adamın ülkesinde yaşanmıştır.

  • 1) en üretken dönemlerinde inek gibi ders çalışmak zorunda bırakılarak zekalarının eritilmesi. (milli eğitimin insanları bildiğin aptallaştırması)

    2) özellikle anneleri tarafından doğru yanlış hemen herşeyiyle gurur duyulması sonucunda aşırı şımarıklık ve kendilerini dünyanın en harika varlıkları sanması. (yeni nesil acaip türk anneleri sağolsun)

    3) başkalarında olan şeylerin kendilerinde neden olmadığı sorusunu sorarak herşeyi ve herkesi kıskanarak etrafa bakmaları. (bu da bir üsttekinin bir sonucu)

  • hiçbir şey için geç değildir.

    tam şu an o elinizdeki klavye midir ne sikimse işte, onu yavaşça bırakın ve bir adım atın. korkmayın, deneyeceğiniz şeyde başarısız olmak ömür boyu nefret ettiğiniz işte çalışmak kadar kötü değil.

    mal mal insanlarla aynı ofiste bir ömür geçer mi, gidip toki'den ev alıp 15 senesini bağlar mı lan insan 98 metre kareye? sonra kölesi olur mu patronunun?

    iğrenç insanların yüzüne gül, nefret ettiğin kıyafetleri giy, sikinde olmayan kelimeleri telaffuz et, işsizlik haberleri okuyup haline şükretmek adı altında kendini kandır, kaderine razı ol, 40 yaşına geldiğinde antidepresan manyağı ol. lan bu kadar mı korkaksınız, bu kadar mı ucuz sizin hayatınız?

    neymiş efendim bizim yan binadaki hayri abilerin kızı okulu bir sene uzattığı için hayata bir sene geç atılmış, bir senesini kaybetmiş hayatından. sizin hayat dediğiniz şey bir patronun kucağından başlayıp oradan inice mi bitiyor?

    sonra 50 yaşınıza geldiğinizde "ulan o gün binecektim o uçağa" demeyin.

    evet sana diyorum, hani sıcak sahil kasabalarında yaşamak istiyorsun ya hep. hadi toparla eşyalarını, git orada garsonluk yap. daha mutlu olursun. 10 seneye oranın kurdu olursun, iyi kazanır, iyi yaşarsın.

    daha ne bekliyorsun? bak hala burda!!!

    edit:
    (bkz: hayatından memnun olmayanlara tavsiyeler /@bayermuhen)

  • bir insanın hayatında yaşayabileceği en büyük acıdır.

    sevgiliniz kollarınızda can verir ama onun için dünyayı yok edebilecek siz onu geri getirmek için hiç bir şey yapamazsınız. yavaş yavaş gözlerinizin önünde eriyişini izlersiniz. bilincinin nasıl yavaş yavaş yok olduğunu görürsünüz. "anne" diye bağırır. "annen geliyor bitanem yolda" dersiniz. ondan aldığınız cevap dünyanızı yıkar "benim annem sensin, benim babam sensin, benim arkadaşım, dostum.. her şeyim sensin. kimseyi istemiyorum."

    duvarlar üstünüze gelir. hemşireleri dakika başı çağırırsınız. saniye saniye olanları anlatırsınız. bişeyler iyi gitmiyordur ama anlamazlar. üstelik uyumanızı isterler. çok yorulduğunuzu söylerler. siz yorulmamışsınızdır. saatler geçer. sevgili yanına çağırır.
    -aşkım ben çok kötüyüm
    -hayatım her şey çok güzel olacak, sabret biraz.
    -aşkım.

    bir anda düşüverir sevgili, suratı mos mor olur. kalbine bakarsınız atmaz, boynuna bakarsınız nabız yok. doktor çağırmak istersiniz beceremezsiniz. ne olduğunu anladığınızda çığlıklarınız sarar tüm hastane binasını. doktorlar yağmaya başlar odaya. çıkmaya çalışırsınız. bir an önce müdahale edilsin istersiniz. tüm doktorlara tek tek çarparsınız. kapının dışında size bakan onlarca meraklı kadın. "dua et" derler. siz "nefes al" diye tekrarlarsınız. kalp cihazının sesleri gelir. beyniniz o kadar darmadağın olmuştur ki anlayamazsınız o sesin ne sesi olduğunu.

    bir hemşire çıkar odadan "yaşıyor mu?" diye sorarsınız. "yaşıyor" diyen hemşireye inanamazsınız ama. biraz sonra kapıdan çıkarırlar sevdiğinizi. oksijen tüpü bir tarafta. solunum makinesine bağlı sevgiliniz çıkar kapıdan.

    evet nefes alıyor. evet o yaşıyor. yoğun bakıma kaldırıyorlar. yarım saatte bir doktorun yanına gidiyorum. nasıl olduğunu soruyorum. "bıçak sırtında" diyor doktor.

    görmeye gidiyorsunuz onu. uyuyor karşınızda bebek gibi. onu yaşatmak için güzel anılar dolduruyorsunuz yoğun bakıma. kızınızdan bahsediyorsunuz, doğmamış kızınızdan.

    çıkartıyorlar sizi. tekrar giriyorsunuz, tekrar çıkıyorsunuz.

    uyanıyor. sizi nasıl sevdiğini anlatıyor. yaşayacağını anlatıyor. iyiye giden 9 gün yaşanıyor. odaya çıkmak istiyor. beni özlediğini söylüyor.

    doktor geliyor bir sabah. çok zor bir gece geçirdi diyor. defalarca yanına gidiyorum. defalarca "gece"yi anlatıyorum. tık yok. hiç bir değişiklik olmuyor. doktor yanına çağırıyor. tek tek yanına giriyoruz.

    çıkan kimse bişey söylemiyor.

    ben giriyorum. sevgilimin üstünü naylon kaplamışlar. nolduğunu anlamıyorum. anlatıyorum. onu nasıl sevdiğimi anlatıyorum. onsuz olamayacağımı anlatıyorum. doktora dönüyorum
    "yaşayacak dimi?" doktor göz yaşları içinde. ne ara duygusallaştı bu kadın böyle. bakıyorum gözlerinin içine, "son dakikaları diyebilirim" diyor. "biraz daha kalayım o zaman", "yalnızca bi kaç dakika"

    şimdi veda konuşması zamanı işte. "işte terkettin beni. hani hep yanımda olacaktın. hani beni hiç yalnız bırakmayacaktın. sen beni çok erken terk ettin ama ben seni asla terk etmiycem. bitanem bunu bana yapamazsın. kalk, bu çok erken." buna benzer bir sürü cümle daha çıkıyor ağzımdan. doktor çıkarıyor. dizlerim tutmuyor. babam destek olmaya çalışıyor. olamıyor.

    şimdi 11 ay geçti. acı zamanla geçmiyor da azalmıyor da. acı hep artıyor. hasret hep büyüyor. anılar yetmiyor o zaman. bu ölümün tek iyi yanı, eğer onu kurtarabilseydim ben ölecektim. o bu acıları yaşayacaktı. ben senin yerine acı çekmeye razıyım sevgilim.
    edit: şimdi 5 buçuk yıl geçti. ama o benden hiç geçmedi. hayat onsuz çok zormuş..
    edit2: aradan 8 yıl geçti. o yaşadıklarım, benden gidişi, hala saniye saniye aklımda. hala aynı anı yaşıyorum her anlattığımda. hala çok seviyorum, hala çok özlüyorum, hala yanıyorum içten içe. zaman bazı şeyleri değiştirecek kadar güçlü değilmiş. şimdi 28 yaşımdayım, onu kaybettiğimde 19'dum. mfö'nin hep yaşın 19 şarkısı onu 19 yaşında kaybettiğim hafta çıkmıştı. ben hala 19 yaşında, sivilceli, sakalları tam olarak çıkmamış o çocuğa aşığım. 28 yaşında olsaydı nasıl görünürdü hiç bilemeyeceğim. şu an başka bi adama da aşığım, onun vasiyetinin ilk maddesini yerine getirmiş oldum. o zaman öğrendim ki, başka birine de aşık olsam hep o sevgiliye aşık kalıcam. 80 yaşıma geldiğimde torunumun yaşında bi adama hala aşık olacağım ve öyle öleceğim.

  • şehirlerarası yolculukta muavin gelip "ne alırdınız" diye sorduğunda yanınızdaki adam kahve veya çay alırken sizin hala kola veya meyve suyu aldığınızı fark ettiğiniz an.

    hele kahveyi alan adam "kek istemiyorum" derse sıkıntı daha da büyüyor. keksiz yapamam çünkü, kek önemli.

  • başlık: franz kafka nın evine temizliğe gittim

    entry: evin her bi köşesine raid koydum, gebersin pezemenk.

  • yine norvec;
    - bikini giymen yasak diye mi denize girmiyorsun bizle?
    - hayir kardesim 15 derecelik havada denize girip zaturree olmamak icin.

  • türkiye şartlarında saçmalıktır. biri daha çok güzel noktaya değinmiş; "türkiye'de kibarlık, korkaklık olarak görüüyor". sonuna kadar katıldığım cümle.

    bakın haftasonu bir yerden yemek siparişi verdim. baya güzel pahalı bir yer ve yemek. saat 7.30 gibi gelsin dedim. tabi dediler. adresi verdim. süper. ödemeyi de yaptım. harika.

    saat 7.30 oldu, gelen giden yok. 35-40-45 oldu eeh dedim 2 saat önceden bu saat için siparişi verdim 15 dakika da geç kalınmaz ki.

    aradım mekanı, dedim 7.30 siparişim henüz gelmedi, nerededir?

    "bakıyoruuuum, 7.30'a sipariş yok." oldukça kaba bir tonlama ile.

    bir yanlışınız olmalı, 7.30 için x x x x siparişi verdim ve ödemesini de yaptım.

    ben kibarca bunları söyledikle cevap şu;

    "beyfendi, yog işte yani gözükmediğine göre yog. veriyorsan alayım yeni sipariş. en erken 9 gibi glir yalnız."

    işte o an tekrar türkiye moduna girip, tüm o kibarlığı bırakıp; akşam akşam beni oraya getirtip rezillik çıkarttırma, ben saat 7.30 için ödememi yaptım, fişim de elimde. verdiğim sipariş yarım saat içinde ya gelir ya da ben gelirim oraya. başka da bir çözüm kabul etmiyorum demem üstüne.

    "tamam beyefendi ne demek, benzer bir sipariş vardı zaten şu anda yola çıkmak üzere, hemen onu size yönlendiriyorum. en geç 10 dakika sonra sizde."

    türkiye'de kabalık her şeydir. kabadayılık inanılmaz güzeldir.

  • benim de benzer bir tatsizliga taniklik ettigim mekan.
    bu nekanin karsisindaki adini hatirlamadigim yerde oturuyorduk biraksam. birden bir kizin sesleri yukseldi. anladigimiz kadariyla olay şu:
    masa hesabi ödüyor ve odedikten sonra da masadan bir kiz tuvalete gidiyor. arkadaslari da kizi bekliyorlar masada. sonra garson geliyor ve kalkin diyor. sonra geriliyor iste herkes. kavga oldukca uzun surmustu cunku kimse masayi yatistirmaya calismiyordu. kiz da 400 lira hesap odedigini ve boyle hizmet olmayacagini soyleyerek bagiriyordu (burda 10 lira bile odesen hic fark etmiyor tabi) ve daha sonra mekan calisanlarinin umursamaz ve sinir bozucu tavri yuzunden kiz da artik kriz gecirip kufir etmeye baslamisti. polis cagiriyordu ama polis gelmiyordu.
    ozetle sanirim mekanin huyu bu. kimse gitmesin diyecegim de kizilkayalarda hala sıra var onca yasanandan sonra. olsun en azindan biz, zar zor kazandigimiz parayi haketmeyene vermeyelim.