hesabın var mı? giriş yap

  • aşmış bir adamdan geliyor, adam üşenmemiş hesaplamış abi:

    "şimdi en büyük euro banknotu 500.. 30 milyon euro'yu bölersek 500'e, toplam 60.000 banknot olduğu ortaya çıkar.. ki hepsi 500 euro ise..

    o da 600 tane 100'lük 500 euro destesi eder..

    bir 500 euro banknotunun uzunluğu 160 mm, genişliği 82 mm, destenin yüksekliği yazmıyor da o da 100 mm civarı olsa..

    basit bir hesapla *, bir 500 euro destesinin hacmi 160x82x100=1312000 mm3 eder.

    600 tane desteyi hesaplarsak da 1312000x600=787200000 mm3 eder..

    basit bir çevirme ile bu da 787200 cm3 eder..

    bir bay ayakkabı kutusu 34 cm x 18 cm x 13 cm olduğundan, bir ayakkabı kutusunun hacmi 7956 cm 3 eder..

    demek ki bilal erdoğan'ın evi araştırılsa 787,200 / 7956 dan yaklaşık 99 tane ayakkabı kutusu bulabilme ihtimalimiz var..

    ben bu hesabı neden yaptım peki??

    kafayı yedim sabah sabah da ondan..

    30 milyon euro nedir abi yaa.. orada kimlerin hakkı var kimlerin..

    daha neyin mazlumiyetini yapıyorlar utanmadan..."

    (bkz: hesaplayan adamlar)

  • henüz 23 yaşımda aşık olmuştum. onun doğru insan olduğuna emindim. gördüğümde avuç içlerim terliyor, kalbim ağzımdan çıkacak gibi atıyordu.

    ilk buluşmamızda evli ve 2 yaşında bir kızı olduğunu, boşanma davası açtığını söyledi. yani ben onu tanıdığımda boşanma davası açılmıştı. ona şunu söyledim.

    "boşanma davan bitene kadar görüşmeyelim. belki evliliğine bir şans daha tanımak istersin. çocuğun için bir arada olma kararı verirsin. bu süreçte ben yanında olmak istemiyorum. söyleyeceğim en ufak bir söz, yapacağım bir davranış belki kararını etkiyleyebilir. boşanman ya da boşanmamana hiçbir şekilde dahil olmak istemiyorum. ne karar verirsen ver asla seni yargılamam. davan tamamen bittip yolunu çizdikten sonra tekrar konuşuruz"

    üst düzey ve sanat eğitimi almadan söyleyebilmiştim bunu üstelik. davası bitene kadar asla görmedim, konuşmadım. aradan 18 sene geçti. ve ben 18 yıldır kafamı yastığa koyar koymaz uyuyabiliyorum. huzurlu bir uykuyu, galaksinin en muhteşem aşkına değişmem.

    aşk denen şey bir gün biter. ancak vicdan toprağa gireceğimiz güne kadar bir azap kolyesi gibi sallanır durur boğazımızda.

  • efsane metallica albümü ...and justice for all bu sene 30. yaşına girdi. metallica tarihinin bir dönem noktasıdır bu albüm. cliff burton'suz ilk albüm olmasından tut, bas gitarın duyulmuyor olmasına, one ile mtv jenerasyonunun karşına çıkmalarıyla grammy ödülleri adaylığına derken çok önemli bir zaman aralığına tekabül etmekte.

    1980'ler dendiğinde aklımıza müzikal olarak gelen şeylerden biri elbette rock müzik. ana akımda bon jovi, def leppard, whitesnake gibi grupların başını çektiği hard rock/glam rock arasında gidip gelen, şarkıları kadar video kliplerinin de dikkat çektiği bir kısım grup var. ana akım olmasa da ciddi bir fan kitlesi tarafından takip edilen iron maiden, judas priest gibi bugün baktığımızda geleneksel heavy metal diyeceğimiz bir ekip de varlık göstermekte. metallica, bu iki ekibe de dahil olmadı. daha çok underground kalan venom, diamond head gibi daha karanlık, daha hızlı bir metal müziğin peşinde gitti. ilk albümleri kill 'em all saf thrash metal içerirken, ride the lightning ve master of puppets daha komplike ve epik eserler içermekteydi. metallica, bu albümlerle kendi kitlesini yaratıp yer altından çıksa da tam olarak yer üstünde de sayılmazdı.

    ...and justice for all albümü hepimizin bildiği nedenlerden ötürü grubun çok zor bir anında yaratıldı. grubun bestelerinin büyük bölümüne imza atan ve genç yaşına rağmen enstrümanında bir virtüöz olan bas gitarist cliff burton, grup otobüsünün geçirdiği bir kaza sonucunda hayatını kaybetti. grubun aldığı duygusal yara bir kenara, burton'ın ölümüyle şarkıların altyapısını sırtlayan burton'ın kendine has bas gitarı ve şarkılara kattığı melodiler yeni eserlerde bir daha yer alamayacaktı. bu kayıptan sonra hetfield ve ulrich ikilisinin şarkı yazımında yükü iyice sırtlaması da tesadüf olmadı. jason newsted'in de rob trujillo'nun da bu ikiliyi aşıp metallica şarkılarına katkı yapamaması aslında burton'ın zamanında ne büyük iş yaptığının kanıtı.

    hetfield ve ulrich ikilisinin sazı eline alması aslında kötü olmamış. albümde yer alan şarkıların hepsi oldukça iyi. ulrich'in davulları, her metal davulcusu için bir ders niteliğinde. hetfield'in riffleri ise albümü ilk dinleyişte bile akılda kalırken, birkaç turdan sonra akla bir daha çıkmamak üzere kazınıyor. ama bence bu albümde hetfield'in daha çok öne çıkan özelliği şarkı yazarlığı. metal müziğinin maalesef en zayıf noktalarından biri aslında şarkılarda anlattıkları. genellikle sırf aşırılık olsun diye vahşete kayan sözler ya da çok basit, agresif kalıplar türün bir çok grubunda karşımıza çıkmakta. aslında kill 'em all'a şöyle bir baktığımızda sözlerin çok da matah olmadığını görebiliyoruz. ama ...and justice for all bence metallica tarihinin en oturaklı sözlerine sahip albümü. her şarkısı farklı bir konuya değinmiş ve bu konular klişelerden uzak, olabildiğince etkileyici bir şekilde anlatılmış. albümdeki bu içi dolu öfke de grubun sert müziği ile muhteşem bir uyum içinde. albüm kapağında dahi etkileyici bir mesaj veren grubun, metal müzik ile özdeşleşmiş siyah tonlar yerine bembeyaz bir arka plan kullanması bile çok şık bir hareket.

    ancak albüm ile özdeşleşmiş şu bas gitar olayına değinmeden olmaz. bu albümün bu haliyle yayınlanmış olabilmesi benim için büyük bir hayal kırıklığı. kısaca olay şöyle gerçekleşiyor. albümü mixleyen abimiz steve thompson albümü güzel güzel miksledikten sonra diğer mixer abimiz michael barbiero, lars ulrich ile beraber albümü dinlerken ulrich, "benim davul olmamış, davulu aç, bası da kıs" diyor. barbiero kıssa da ulrich bunları yetersiz buluyor. en sonunda bas neredeyse kayboluyor. newsted'in bas rifleri de hetfield'inkiler ile neredeyse aynı olunca bas iyiden iyiye yok oluyor. genellikle albümde bas gitara benzer hiçbir şey duyulmazken, eye of the beholder ve dyers eve gibi bazı şarkılarda ise derinden gelen bas gitarımsı bir titreşim var - ki bir kez dinlerken kafanı ona takınca çok rahatsız edici bir durum. bilmiyorum belki de ben uyduruyorumdur. hani bir uzvunu kaybeden insanlar phantom pain hissederlermiş ya, belki de ben de bas gitar duymak istediğimden sanki bas gitar varmış gibi hissediyorum. internette bas gitarı öne çıkaran bazı mixler var ama onlar da bası gereğinden fazla açmış. ama doğru kaydedilen bir bas gitarla albüm daha da şahlanırmış. elbette sadece gitar ve davuldan oluşan bu albümün kendine has bir sound'u var ama bas gitarın olması hem şarkıların hakkını biraz daha vermelerini sağlarmış hem de jason newsted'in emeklerine biraz daha saygı anlamına gelirmiş. bu arada genel olarak sololarını beğensem de kirk hammett'ın da bu albümde biraz geride kaldığını düşünüyorum. yani her bakımdan bir james hetfield ve lars ulrich albümü olmuş bu albüm.

    blackened, kesinlikle abartısız bir şekilde söylüyorum, hayatımda duyduğum en iyi iki üç şarkı girişinden biri. bu da tabii ki bu albümü hayatımda duyduğum en iyi başlayan albümlerden belki de birincisi yapıyor. bunu sağlayan üç faktör var: fade in ile açılması, tersden çalındığı için kulağa biraz farklı gelen bir müzik ve acayip güzel bir melodi. albümün en bahtsızı newsted'in bu introyu james hetfield ile bestelemesi de albümün en büyük ironilerinden biri: senin enstrümanının sesi duyulmasın ama sen albümü muhteşem bir biçimde aç. tabii bu muhteşem girişten sonra bir anda zıpkın gibi bir gitar rifi ve ulrich'in taramalı tüfek gibi tınlayan davulunu duyunca insan yumruk yemişe dönüyor. bir yumruk da james'in enerji dolu vokali. "opposition" diye başlayan bridge'da kafa sallamadan durmak imkansız. "see our mother put to death, see our mother die" kısmı hem melodik olarak çok iyi olduğu gibi hem de james hetfield'in istediği mesajı yazdığı sözlerle ne kadar etkileyici verebildiğini gösteriyor. bence şarkının en vurucu kısmı olan bu mısradan sonra ise şarkının sert havasına tezat, melodik bir solo yazmışlar ve bu riskli hareket tutmuş. hammett'ın en iyi sololarından biri bence bu.

    metallica'nin alamet-i farikalarından olan akustik ya da yavaş introlu şarkılarından biri albüme adını veren ...and justice for all. nakaratı çok acayip, özellikle de "justice is lost" diye başlayan kısmı. nakarat biterken james'in "so grim, so true, so real" derken sesini tize çıkarıp, hala o kadar güçlü ve etkileyici olabilmesi acayip bir şey. şarkı neredeyse on dakika olsa da bana hiç çok uzun sürüyormuş gibi gelmiyor. sadece lars'ın davulda yaptıklarına dikkat etmeye çalışsan bile sıkılmazsın. müziği bir kenara bırakalım, bu şarkı bana metallica'nın sırf yazdığı sözler ya da bahsettiği konular ile bile diğerlerinden (ve erken dönem metallica'sından) ne kadar farklı olduğunu gösteriyor. james hetfield belki bir şair değil ama adaletsizlik, yolsuzluk gibi ciddi konulara değinmekten çekinmeyecek kadar cesur ve insanın çaresizliğini ve umutsuzluğunu dinleyiciye başarıyla aktarabilecek kadar usta bir şarkı yazarı.

    her ne kadar albümün single'larından biri olsa da eye of the beholder bence albümün müzikal anlamda daha zayıf kalan eserlerinden. kıtalarda biraz fazla efekt verilmiş james hetfield vokalini dinlemekten çok zevk almıyorum. neyse ki pre-chorus ve nakaratta bu efekt kayboluyor ve filtresiz, güçlü bir vokal dinliyoruz. nakarat oldukça güçlü ve etkileyici. ama bence en etkileyici olan şarkının sözleri. bir önceki şarkı için dediklerim, eye of the beholder için de geçerli. metallica'daki öfke nedensiz bir öfke değil, sağlam nedenlere dayanıyor. bu savaş olabilir, adaletsizlik olabilir ya da bu şarkıdaki gibi düşünme ve konuşma özgürlüğünün kısıtlanması olabilir. bunu hem şarkıda güzel güzel anlatıyorlar hem de "freedom with their exception" ve "freedom no longer frees you" gibi kilit cümlelerle özet geçiyorlar.

    metal müzik tarihinin en iyi şarkılarından one hakkında ne söylesem boş. film gibi bir şarkı. bunu dememin sebebi sadece konusundan ötürü ya da klibi yüzünden değil. inişlerle çıkışlar devam edip, sonlara doğru adrenalini arttıra arttıra gidip bir zirve yaşatıp bitmesinden dolayı film gibi bir eser. metallica'ya dair ne varsa bu şarkıda. öyle bir şarkı ki şundan, bundan ötürü muhteşem demek bile abes. gidin, dinleyin. ama o introsu ve "darkness imprisoning me" kısmı yok mu, ah bir de solosu. aldığı grammy'yi sonuna kadar hakediyor.

    ilginç bir şekilde metallica hayranlarının en sevdiği parçalardan biri hep the shortest straw olmuştur. bu "fan favorite" şarkıda bu kadar çekici olan şeyin tam olarak ne olduğunun farkına hala varamadım. yanlış anlaşılmasın, şarkı kötü değil. riffler, davullar makina gibi. sözler gaz. ama bu eseri diğer metallica eserlerinin önüne geçiren bu nedeni anlamış değilim. şarkının illa ki bir bölümü özellikle övülecekse ben oyumu gitar solodan yana kullanıyorum. bence şarkının ana rifinin hemen ardından lars ulrich'in double kick'i ile beslenen solo kısmı çok iyi. şarkının geri kalanından biraz kopuk ama kendi içinde çok başarılı.

    harvester of sorrow ise metallica'nın en ikonik gitar riflerinden birine sahip. rifin oryantal bir havası olduğu söylenebilir. belki de bu nedenle türk dinleyicisinin ekstradan hoşuna gidiyor olabilir. ağır bir tempoda ilerleyen bu şarkının ritmi insanın kafasını yavaş yavaş ileri geri itterecek kadar etkileyici. ağır ve sert tempoda ilerleyen şarkının havası, şarkının dövülen ve öldürülen bir çocuktan bahseden sözlerine de çok uyumlu. "anger, misery, you'll suffer unto meah ((bkz: james hetfield'in yeah manyaklığı))" kısmını çok severim.

    metallica'nın efsane haline dönüşmüş şarkılarından biri de the frayed ends of sanity. şarkının efsane haline gelmesinin sebebi aslında şarkının kendisinden çok, metallica'nın bu şarkıyı uzun bir süre hiç çalmamaları, onlar çalmadıkça hayranların bu şarkıyı duymak istemeleri derken metallica by request'te finlandiya'nın şarkıyı çaldırmayı başarması. metallica'nın şarkıyı çalmama nedeni sanıyorum kendi kulvarlarının biraz dışında kalması. mesela daha en baştan "oh wee oh"lu vokal introsu, daha önce bu şarkıyı hiç dinlememiş birine "vaay bu da ne böyle?" dedirttirebilir. ayrıca biraz dur-kalk giden bir havası var. mesela kıtalarda iki mısra söyleyip, ritmi daha farklı olan intro rifini çalıp, tekrardan kıtadan iki mısraya dönüyor. nakaratı metallica'nın en iyilerinden biri. bu albümde cidden nakarat işini çok iyi becermiş metallica. herhalde bu albümden sonraki black album ile de bu konuda zirve yaptılar.

    açık söylüyorum başka bir grup olsa to live is to die'ı biraz gereksiz uzun bulurdum. ama bu şarkıyı dinlerken cliff burton'ı anmamak mümkün mü? onu anınca da şarkıyı uzun bulmak mümkün mü? değil elbette. bence şarkının girişi, metallica'nın şu ana kadar bestelediği en duygusal melodi. tabii ki burton'ın metallica'ya son katkısı olan rif de inanılmaz güzel. albümün turnesinde burton'ın bu melodisini yorumladıkları kısa bir performans var. üşenmeyin, izleyin. o gitar harmonilerini, albümde duyulmayan o bas gitarı devasa bir lady justice'in altında izlemek apayrı bir deneyim. insana 1989'da seattle'da olaydım dedirtiyor.

    dyers eve bu muhteşem albümü kapayan, zıpkın gibi bir şarkı. ulrich, albümde ara ara yaptığı gibi double bass kick'i manyak gibi kutluyor. yani bunu hiçbir stüdyo hilesi kullanmadan çalabildiyse çok büyük bir başarı. biraz dümdüz bir şarkı olsa da "dear mother, dear father"lı verse çok iyi, solosunda da hammett elinden geleni ardına koymamış. verdiği enerji acayip bir şarkı. ancak hayatımda duyduğumun en kötü şarkı kapanışlarından biri bu şarkının kapanışı. grup elemanları buraya bir şey bulamayıp "amaan öylesine bitirelim" der gibi sonlandırmışlar. bu da muhteşem açılan albümün çok tırt kapanmasına neden olmuş.

    metallica, bu albüm ile kendinden taviz vermeden ana akıma çıkarak, bir efsane olmayı başardı. bu da çok büyük bir olay. bunda elbette "one"ın (en azından girişinin) metal dinlemeyenleri bile çekebilecek bir tarzda olması ve aslında hiç mtv'lik olmamasına rağmen eski bir filme sırtını dayamış ve siyah-beyaz tonlarda giden klibinin mtv'de dönmesinin çok etkisi var. ama bu kapıdan girip, metallica'yı merak edenleri hayal kırıklığına uğratmayacak güzel bir albüm ...and justice for all. sadece müziği değil, sözleri de etkileyici. ben bu albümü ride the lightning ve master of puppets ile bir üçlü olarak görüyorum ve metallica'nın bir döneminin sonu olarak algılıyorum. bu üçlü sonrası kendini geliştirip, kabuğunu kıran metallica, kendi adını taşıyan 1991 tarihli albümleri ile bambaşka bir yere doğru yol aldı.

    4/5 verdim gitti.
    albümü en iyi anlatan şarkılar: one, blackened, eye of the beholder

  • net söylüyorum bu işin ustası kuyumcudur.

    sene 2011 evlilik teklif edeceğim için antalya'da kuyumcuları dolaşıyorum, bir tanesine girdim bir yüzük beğendik fiyat sordum 3800 tl dedi ama dedi eğer akşama kadar almaya karar verirsen, hesap makinesiyle ilişkisine başladı işte o an. 1,5 dakikalık işlem sırasında nasıl yaptı nasıl etti bilmiyorum ama 3800 tl'yi 1650 tl'ye indirdi.

    işin ustasının kuyumcu olmasının bir sebebi de işin içinde çok parametre var, kar marjı, altın fiyatları, altının döviz karşısındaki durumu, maliyet gider çizgisindeki yeri. türkiye ekonomisi bence bir kuyumcuya teslim edilmeli o hesap makinesiyle altından kalkacağına eminim.

  • benim için kalp krizi geçirdigi günkü haliydi. babanın kalp krizi geçirdigi ögrenilir ve apar topar memlekete gidilir. yogun bakımda oldugu için hergün yanına bir kisi girebilmektedir. üçüncü gün sonunda (ilk annem sonra abim) nihayet bana sıra gelir. sterilize kıyafetler giyilir ve içeri girilir. ardından baktım ki yatakta neredeyse ölü vaziyette durmaktadır. yanına gidip sarılınır. iyi oldugunu ve yakında çıkacagını kendine dikkat etmesi gerektigi hakkında biraz konusulur. ardından gözlerimin içine bakarak der ki 'seni okutamayacagım diye çok korktum'. o an aglamamak için yapılan bir ton çabadan sonra tekrar sarıldım ve sadece kendisine dikkat etmesini istedim ve ayrıldım. iki gün boyunca rüyalar ve kabuslardan sonra sonunda çıktı ve hayatına ailesi için dört elle sarıldı ve hayatına devam etti. ama o anı asla aklımdan çıkaramam. teşekkürler baba iyi ki varsın.