hesabın var mı? giriş yap

  • "norveç'e kaçtım fakat ortalarda kimse yok şimdi ne yapacağım" sorusuyla güldüren arkadaş.

    ne bekliyordun amk gemiden indiğinde norveç kralı seni mi karşılayacaktı?*bu kafayla orada tutunması pek mümkün görünmüyor zaten.

  • zenci cuku...

    saka bir yana, burada bir suru cesitli markalar sayilmis. 1980'lerin basinda boyle bir liste yapmaya kalksak yuzlerce, belki binlerce markalik bir listemiz olurdu, 1990'larda daha kucuk bir listemiz olurdu ve bugun daha da kucuk bir listemiz var. aslinda burada mesele markalar degil. markalar gelir gider. bu is adamlarin turkiye pazarina acilmasina bakar. amerika'da gercekten bulunup turkiye'de bulunmayan bir seyden bahsetmek gerekirse "buyuk sehirde yasamadan kariyer yapma luksu" derim. bunun ne anlama geldigini entry'nin geri kalaninda aciklamaya calisacagim.

    simdi sozluk bunyesinde "bütün kariyeri bir kenara bırakıp köye yerleşmek" diye bir baslik var cunku turkiye'de gercekten kariyer yapmak isteyen bir insan icin istanbul ve ankara (biraz da izmir) disinda pek bir secenek yok. simdi ulkenin en ohanemli kaynaklari birkac buyuk sehirde toplandiysa kariyer yapmak isteyen insanlar da o birkac sehirde toplaniyor ve o sehirler kalabaliktan yasanmaz bir hal aliyor.

    sabah 8'den aksam 5'e kadar suren bir is icin sabah 5'te kalkip hazirlaniliyor, sabah ise giderken ve aksam eve donerken ortalama 2-3 saat yolda geciyor, insanlar buyuk sehirlerin pahaliligindan adam gibi ev bulamiyor ve sehirler beton yigini haline geldigi icin cocuklarin oynayabilecegi bos alan bile yok ve cocuklar butun gun evde tikilip kaliyor. kisaca buyuk sehirler cogu insan icin yasanmaz hale gelmis durumda ve kariyerler olmasa cogu insan istanbul basta olmak uzere buyuk sehirleri coktan terk etmisti. zaten buyuk sehirde yasamanin stresi insanin tum enerjisini emip bitiriyor ve zaten haftasonundan haftasonuna yasayan insanlar ne yapacaklarini sasiriyor ve yuzune fener tutulmus tavsana donuyor.

    abd bu konuda biraz daha sansli cunku ekonomi belli basli birkac sehre bagimli degil. her ne kadar kariyer yapmak isteyenler genelde new york, los angeles, san francisco, chicago gibi sehirlere gitse de insanlar kariyer yapmak ve yukselmek icin buralara gitmek zorunda degiller (avrupa'dan bir ornek vereyim, finlandiya'da nokia'nin bir cok arastirma & gelistirme fasilitesi bulunmaktadir ve bunlarin bazilari ufak kasabalarda, bazilari koylerdedir. boylece buyuk sehirde yasamak istemeyen ama nokia'da calisarak kariyer yapmak isteyenlere de sans taninmistir).

    simdi abd'nin en buyuk sirketlerinden ornekler vereyim. yillik 500 milyar dolara yaklasan cirosuyla dunya'nin en buyuk sirketlerinden biri olan wal-mart'in ana binasi (headquarters) arkansas eyaletindeki bentonville kasabasinda. bu kasabanin nufusu 40 bin ve wal-mart'in binlerce beyaz yakali calisani burada calisiyor. bu calisanlarin ortalama yillik maasi 100 bin dolar civarinda ve cogu kisi kazandigi parayla krallar gibi yasiyor. zaten wal-mart'in plazasinin park yerine bakinca bolca alman arabasi gormeniz de bunu gosteriyor. kasaba soyle bir sey. western filmi ceksen cekilir yani. insan bara gidip "dostum bana sarap, yatacak bir oda ve bir kadin ayarla" deyip bir demir para vermek ister boyle yerlerde (tabi ki bir western efsanesi olan ahsap ficida banyo yapma olayini da ekleyelim).

    devam ediyoruz, costco ulkedeki bir baska buyuk magaza zinciri ve sirketin yillik cirosu 120 milyar dolar civari. sirketin ana ofisi washington eyaletinin issaquah kasabasinda. insan kasabanin ismini yazarken yanlis yazmamak icin 2-3 kere kontrol ediyor. kasabada 30 bin kisi yasiyor (kasaba halki toplanip maca gitse stadi dolduramaz) ve etrafi ormanlarla ve dogal parklarla dolu olan kasaba twilight filmlerinin cekildigi yere cok yakin. herkesin huzur icinde yasadigi ve suc oranlarinin da trafigin de yok denecek kadar az oldugu sehrin halki zaman zaman seattle'a giderek (tum kasaba bir 500t'ye sigar zaten) buyuk sehir ozlemini giderebiliyor.

    dow chemical dunya'nin ikinci en buyuk kimyasal urun firmasi. sirketin urun yelpazesinde petrol urunlerinden cesitli boyalara kadar her turlu urun mevcut ve sirketin ana ussu michigan eyaletinin midland kasabasinda. zamaninda bu sirkete bazi projelerde danismanlik yapmistim ve sirketin bulundugu yer etrafi gol ve ormanlarla kapli olan oldukca hos bir bolge. sirketin ortalama muhendis maaslari yillik 120-130 bin dolar civariyken nufusu 40 bin civari olan kasabada 200 bin dolarin altina arka bahcesinde at kosturabileceginiz ciftlik evleri bile almak mumkun (ki bunu yapan birini taniyorum; eski hocalarimdan biri).

    sari dozer veya sari kepce (ve sari cizme) deyince dunya'da akla ilk gelen sirket olan ve 130 bin calisani ile yillik 50 milyar dolar ciroya sahip olan caterpillar * da ana ussu buyuk sehirlerde bulunmayan sirketlerden biri. sirketin ana ussu illinois eyaletindeki peoria sehri. sehirde insanlar hala "150 yil once buradan abraham lincoln gecip bir konusma yapmisti" diye ovunuyor, dusun yani (aslinda 1800'lerde bu sehir chicago'ya rakip olarak gorulmus ama chicago geride kalan 200 yilda deli gibi gelisirken peoria yerinde saymis, 1800'lerin sonunda burasi abd'de en fazla alkol urunu uretilen sehirlerden biriymis ama 1900'lerde alkol yasagi gelince sehir topluca iflas etmis). aslinda buraya "kasaba" yerine "kucuk sehir" demek daha dogru cunku nufusu 100-150 bin civarinda ama sirketin calisanlari genelde sehrin 10-15 km disindaki east peoria, morton, dunlap ve washington gibi ufak kasaba ve koylerde yasiyor. peoria chicago'ya araba ve trenle 2 saat mesafede oldugu icin burada yasayanlar haftasonlari alisveris ve gezmek icin chicago'ya gidiyor ama hafta boyunca ufak bir sehirde yasayip sakin ve huzurlu bir yasanti suruyor. bu sehirde hala mark twain zamanlarindan kalma pirpirli gemiler kullaniliyor.

    caterpillar'in eski dusmani ve rakibi olan ve yesil traktorlerle bilinen john deere'in ana binasi da peoria'ya 2 saat mesafedeki ve yine illinois eyaletindeki moline kasabasinda yer aliyor ("eski dusmani" dememin sebebi eskiden tarim alaninda da makinalari ve epeyce pazar payi olan caterpillar'in 2002'den beri tarim makinalari uretmemesi ve john deere'i bu pazarda yalniz birakmasidir). ilginctir ki illinois eyaletini kesen 2 buyuk nehir olan illinois ve mississippi nehirlerinden birinin hemen dibinde cat digerinin hemen dibinde deere var. yani sirketlerin rekabeti ayni zamanda iki nehrin rekabetine benziyor. john deere sirketinde calisanlarin bazilari her ne kadar beyaz yakali olsa da ciftlik yasantisi suruyor ve haftasonlari ata binmek, tarlaya misir ekmek gibi aktivitelerle ilgileniyor. boylece koy yasantisi yasamak icin kariyeri bir kenara birakmanin gerekmedigi de ortaya cikiyor.

    nike sirketinin ana binasi oregon'un beaverton kasabasinda. 93 bin nufusa sahip olan kasaba eyaletin en buyuk sehri olan portland'in disarisinda kaliyor ve etrafinda doga sporlariyla ilgilenenler icin bir daglarla, nehirlerle ve ormanlarla kapli bir alan sunuyor. bu kasabanin biraz yakininda, portland ile pasifik okyanusunun arasinda yer alan hillsboro kasabasinda da intel sirketinin 3 adet kampusu bulunuyor ve burada kendi alaninda dunya'nin en iyisi olan cok sayida muhendis ve bilim adami calisiyor. burada calisip yillik 200+ bin dolar alan muhendisler biliyorum (ek bilgi: sirketin hillsboro'daki kampuslerinin arka bahcesinde calisanlarin sebze meyve ekmesi icin ayrilmis bolumler mevcut. insan kaynaklarina gidip bir form dolduruyorsunuz ve kendi alaniniza kavusuyorsunuz. sirketin arka bahcelerinde organik tarim yapan adamlar var).

    abd'nin en buyuk havayolu sirketi american airlines'in ana binasi dallas'a bir saat mesafedeki fort worth kasabasinda. her ne kadar burasi 700 binlik nufusuyla "kucuk kasaba" sayilamasa da cogu buyuk sehrin gurultu ve sorunlarinda uzak bir yer olarak dikkat cekiyor. 1988'de baris manco reyiz bu sehri ziyaret etmisti ve sehrin bugunku hali de o zamankinden pek farkli degil. izlemek isteyenler suraya tiklasin.

    bunun disinda ford, boeing, microsoft, general motors gibi bir cok sirket her ne kadar ana binalari buyuk sehirlerde olsa da bir cok kucuk sehir ve kasabada arastirma gelistirme tesisi isletiyor ve buyuk sehirde calismak istemeyen calisanlarina buralarda calisma imkani sagliyor. bunlar sirf benim bildiklerim (birkac sene once bu konuyu bizzat arastirdigim ve burada bahsettigim bazi sirketlerle bazi projelerde calistigim icin biliyorum). bilmedigim de onlarca, hatta yuzlerce ornek oldugundan eminim.

    bu tur kasabalara hayat bir south park, bir simpsons edasinda geciyor. herkes birbirini taniyor ve kasabada olup bitenlerden herkes haberdar oluyor.

    simdi de kendi koylu yasantimdan ornek vereyim. abd'nin en buyuk teknoloji sirketlerinden birinde calismama ragmen portland'a 45 dakika, okyanusa da 45 dakika mesafede ormanlik bir koyde yasiyorum. yasadigim yerin nufusu 2 bin civari. burasi eskiden kizilderililer'in avcilikla gecindigi ondan sonra da uzun yillar boyunca amerikali koylulerin odunculukla gecindigi bir yermis. daha sonra oregon dogayi korumak icin bir suru kanun gecirip odunculuga sinir koyunca isler degismis. simdi koyde yasayanlarin cogu intel veya nike sirketlerinde calisiyor veya bu iki sirketten birinden emekli olmus durumda.

    pazartesiden cumaya sabah 8'den aksam 4'e kadar calisiyorum. ogle tatilleri haric haftada 35-36 saat civari calismis oluyorum. sabah 8'de baslayan ise gitmek icin 7:20 gibi kalkiyorum, 10-15 dakikada hizlica bir dus ve hazirlanma evresinden geciyorum ve cabucak atistirdiktan sonra 7:45'te evden cikiyorum. (gerci bazi gunler toplanti filan yoksa oglene kadar evden calisiyorum) sonra su araba reklamlarindaki yollara benzeyen agaclarla kapli yoldan sifir trafikle geciyorum (istanbul'da yasayanlar resimlere bakmasin: resim 1, resim 2, resim 3), arada karsima cikan tek trafik ordek, tavsan, sincap, kugu gibi hayvanlardan olusan ceteler ama onlari sollamak zor olmuyor. aksam 4'te isten cikinca yine ayni guzargahi takip ederek 15 dakika icinde evde oluyorum. sonra kiz arkadasim o gun evdeyse onu evden aliyorum ve husky kopeklerimizle beraber aksam gunes batana kadar evimizin dibindeki ormanda takiliyoruz. bazen kosu yapiyoruz, bazen evden getirdigimiz yiyeceklerle piknik yapiyoruz. biraz otemizde bir irmak var ve sesi gece gunduz bize kadar geliyor. ilk tasindigimizda bu irmagin eve cok yakin oldugunu saniyordum ama yuzlerce metre mesafede oldugunu ogrenince sasirmistim. aldiginiz her nefesten zevk aliyorsunuz. etraf surekli taze kokuyor. hatta yagmur sonralarinda asla eve donmek istemiyorsunuz. haftasonlari da gunubirlik gezilerle okyanus kenarinda takiliyoruz.

    bu arada bir not ekleyeyim, yukarda resmini verdigim yollara dikkat edin, adamlar ormanin icinden gecen yol yapmislar ama sadece yolun gececegi kadar kesim yapilmis, yolun genisligi 5 metreyse sadece 5 metrelik yer acilmis. yani istanbul'daki yol insaatlarinda olan gibi bir agac katliami mevcut degil.

    "kariyer de yaparim koyluluk de yaparim" diyenlerdenim. kucuk yerde yasamanin bir suru avantaji var. ornegin havaalanlarinda hic sira beklemiyorsunuz. buyuk sehirlerde ucustan 2 saat once havaalaninda olmaniz gerekirken kucuk yerlerde ucak kalkmadan yarim saat once gelseniz yetiyor (park yeri de bedava). hayat sartlari da oldukca ucuz ve kazandigin paranin cogu cebinde kaliyor. canim buyuk sehir cekerse de yasadigim yere bir araba mesafesinde haftasonundan haftasonuna gidebilecegim buyuk sehirler mevcut. bazen nba maclari veya onemli konserler oldugunda otobus kalktigi bile oluyor. zaten acikcasi canim pek buyuk sehir cekmiyor. ormanlarin, agaclarin, tarlalarin arasinda bisiklet/araba surmek daha eglenceli geliyor.

    dusunsene, dunya'nin obur ucunda millet isid'la, rte'yle, pkk'yla ugrasirken senin en buyuk derdin "gecen gunku gibi yagmur yagsa da tarlalar bereketlense" seklinde. bir de yolda giderken insanin icini kemiren "karsima ceylan veya baska bir hayvan cikarsa aniden frene basmaya hazir olmaliyim" derdi var. bunlardan baska aklima hic dert gelmiyor. fener'in bu sene avrupa'dan erken elenmesini bile takmadim, otesi var mi? ben artik adeta bir selcuk sahin'im, bir ugur boral'im. sulalem raad panpa. boyle yerde yasayinca rahatlik insanin icine islemis. multi-milyar dolarlik sirkette mudur "bugun disarda hava cok guzel ya, isten erken paydos yapalim" deyip milleti eve saliyor ve kimse yadirgamiyor. koc sirketini topluca trakya'ya tasi anca o kadar olur.

    bisiklet dedim de aklima bir ani geldi. gecen arabayla bir yolu bastan basa katediyorduk ve onumuzde bir araba daha vardi. onun onunde de baldiri ciplak bir sekilde bisiklet suren bir genc vardi. normalde hiz siniri 40 mil yani 60 km ama bisikletli eleman 20 km'yle gittigi icin trafigi yavaslatiyor. birazdan onumuzdeki araba dayanamayip durdu ve kenara cekti. sonra da kornayi hafifce calip gence dogru bakti. ben de "oha dayak geliyor, kavga cikarsa ayirayim" diye kanada polisi gibi vaziyet almaya basladim. eleman gence dogru bagirarak "gunesin altinda baldiri ciplak bisiklet surmek zararli. al su gunes kremini sur" deyip gunes kremi uzatti. sonra da bisikleti gecip yola devam etti. ben de mal mal baktim. koylu adam samimi oluyor.

    hani bir klise vardir "amerika'ya gittim bir tane amerikali gormedim, her taraf cinli ve hindistanliyla doluydu" derler. iste kucuk kasaba ve koylerde yasayinca etrafiniz amerikalilarla dolu oluyor ve amerikalilarin nasil yasadigi hakkinda daha iyi fikir sahibi oluyorsunuz (bize 2 saat mesafede amish bile var ama onlari daha ziyaret etmedik. gelecek sene 14 subatta sevgilimi surpriz olarak amish koyune goturmeyi planliyorum, hatundan kafama odun filan yersem bu entry'i editlerim). ayrica kucuk sehirlerde insanlar cok daha sicakkanlilar ve cok daha icten davraniyorlar. bir gun supermarkette sepetiniz tikabasa yiyecekle doluyken yaninizdan gecen rastgele bir adam "ooo aksama ziyafet var galiba, keske beni de davet etseniz" diye laf atarak takilabiliyor. yine komsunuz kisin sabahin 7'sinde hava eksi 30 dereceyken sizin evinizin onundeki karlari temizleyip "kendi evimin onunu temizliyordum hazir kalkmisken seninkini de temizleyeyim dedim" diyebiliyor.

    bir de arada sirada evinizin onune hayvanlar dadaniyor ama onlari isterseniz besleyebilirsiniz. eger onlari beslerseniz evinizin onunden ayrilmiyorlar ve size korumalik yapabiliyorlar. mesela su anki koruma ordum bir adet tavsan, 2 adet kara ordegi ve cok sayida su ordeginden olusuyor.

    aslinda kasaba/koy hayatinin en sevdigim yanlarindan biri gece karanlik coktugunde gokyuzune baktiginizda binlerce yildiz gorebilmeniz. buyuk sehirlerde yasarken yildizlarin varligini bile unutmus haldeydim ve geceleri gokyuzu sonsuz bir karanliktan baska bir sey ifade etmiyordu. isik kirliliginin az oldugu kucuk sehir, kasaba ve koylerde gokyuzundeki yildizlar cok daha net bir sekilde gorulebiliyor ve her gece yildiz kaymasi yakalama sansiniz oldukca yuksek.

    devam ediyoruz...baslikta abd'de olup turkiye'de olmayan seyler diyor. bunlardan biri de kucuk kasabalarda ve koylerde bile alisveris magazalari olmasi. 15 bin kisinin yasadigi ufak bir kasabada bile en azindan gunde 24 saat acik bir wal-mart, 18 saat acik bir kroger ve en az 2-3 farkli magaza oluyor. yasadiginiz yer ne kadar kucuk olursa olsun arabayla yarim saat mesafenizde en az 6-7 magaza oluyor (bunun tek istisnasi wyoming, alaska gibi kuc ucmaz, kervan gecmez yerler). gerci bazen markete gidecekken 1-2 km otedeki markete degil de ozellikle 15-20 km uzaktakine gidiyoruz. boylece daha cok gezmis oluyoruz ve daha cok agac gormus oluyoruz.

    yani kisaca yukardaki entry'lerde sayilan yuzlerce marka bugun yok yarin var olan markalar. adamlar yarin turkiye marketine acilirlar ve 1980'lerden beri oldugu gibi abd'de olup turkiye'de olmayan marka bir anda turkiye'nin her yerinde satilmaya baslar. uzun vadede abd'de olup turkiye'de olmayan seyler arasinda en fazla dikkatimi ceken sey kucuk sehir, kasaba ve koylerde yasayip sanki buyuk sehirde yasiyormuscasina kariyer yapabilme sansiydi, ben de bu entry'i bu konuda yazdim. aslinda bu abd'ye ozgu bir sey degil cunku yukarda verdigim finlandiya orneginden anlayacaginiz gibi bir cok avrupa ulkesinde de bu imkan mevcut.

    turkiye'de de dogasi cok guzel olan, yesillik ve ormanlarla kapli yerler, kucuk sehir, kasaba ve koyler de var ama sorun buralarda kariyer yapma imkani olmamasi. bu da insanlari "kariyer" veya "huzur" arasinda secim yapma zorunda birakiyor. karadenizde ve akdenizde ormanlarin icinde ufak bir koyde kariyer yapma imkani olsa kim "hayir" der ki?

    bunun disinda aklima gelen baska ornekler kopek oteli ve kopek parki ama kopek parki turkiye'de son birkac yilda yayginlasmaya baslamis. ha bir de "ucuza araba kiralayip ucuz benzinle binlerce km yol alma" geyigi var ama eminim onceki entrylerde bunun bahsi gecmistir cunku bu zaten herkesin bahsettigi bir geyik. markalar deyince aklima ilk gelen marka monster enerji icecegi.

    ne diyordum? hah zenci cuku...

    o degil de biri bu entry'nin ilk kelimelerini okuyup gerisini okumadan gecse entry'nin uzunluguna bakip "adam zenci cuku hakkinda yazmis da yazmis, bu ne sevdaymis arkadas" diye dusunecek.

    edit: son bir sey daha ekleyeyim: su yukarda bahsettigim koy ve ufak kasabalar, resmini paylastigim agaclik yerler ve tarlalar filan var ya, istisnasiz tamaminda internet hizi 4g. test edildi, onaylandi.

    edit 2: ozelden bir suru mesaj geldi ve ekleme yapma ihtiyaci duydum. bu bahsettigim sey sadece ozel sektorde yapilan kariyerler icin gecerli degil, aynisi akademik kariyerler icin de gecerli. ulkenin onde gelen bir cok universitesi bu tur koy ve kasabalarda yer aliyor.

    edit 3: "yukarda saydigin yerler icinde sen hangisinde yasiyorsun?" diye sorulmus. gecen haftaya kadar illinois'teydim, yani caterpillar'in oldugu peoria bolgesindeydim ama su anda yine yazida anlatilan yerlerden biri olan oregon'dayim. yani artik yukarda anlattigim koyde yasamiyorum ama simdi yasadigim yerin de cok buyuk oldugu soylenemez. yukarda bahsettigim hayat stilinin cok degistigi de soylenemez.

    oregon demisken: (bkz: #57436242)

  • olay ankara üniversitesinde geçiyor. biyoloji okuyan çocuk ayakta altı parmak mutasyonunun sadece babadan geçebileceğini duyuyor ama buna itiraz ediyor çünkü babası 5 parmaklı.

    hocası git ailenle konuş deyince daha dram ortaya çıkıyor çünkü ailesi seni amcandan aldık aslında sen amcanın çocuğusun diyor. işler karışıyor; amca gerçekten 6 parmaklı ama dedesi 5 parmaklı.

    amca dededen değil yani. e babaanne öleli 7-8 yıl olmuş.

    köyde çaktırmadan soruşturuyolar köyde 6 parmaklı kimse yok.

    hikaye bu kadar.

  • bu filmde en çok dikkatimi çeken şey "murat'ın çiğnenmesi".
    her izleyişimde çok takılıyorum bu deyişe lan.

    -murat'ı araba çiğnemiş!
    -nee? araba mı çiğnemiş!!!

    -onu gördüm baba.
    -kimi kızım?
    -kardeşimizi çiğneyen adamı gördüm.

    -o geldi.
    -kim?
    -kim olacak, murat'ı çiğneyen!
    -nee? murat'ı çiğneyen mi?! çağır gelsin.

    bir sakız gibi çiğnedi murat'ı pezevenk.

  • daha vahimi yaşanmıştır.

    geçen güz 600 yataklı bir askeri hastanede ölümün kıyısında yatmaktaydım. ızdırap içindeki günlerin birinde hemşire kolumdaki serumu değiştirip az sonra doktorun geleceğini söylemişti ve bunu önemsememiştim. bir perişan akşamüstü ailemi, sağlığımı ve hürriyetimi özleyerek hastanedeki odamın penceresinden bahçedeki çam ağaçlarını seyre dalmıştım. birden doktorum yanı başımda beliriverdi. üstelik çok uzun süredir beklediğim bir mucizeyle birlikte..

    bulunduğum odaya giren genç bayan teğmen, çocukluk aşkımdı. evet başkası olamazdı, yıllar önce gata'da okuduğunu duymuştum. o'nu gördüğüm an çok güçlü bir sevinç akımı, tarifsiz bir mutluluk olup dolandı damarlarımda. mahallemden ortaokul yıllarında büyük bir üzünçle ayrıldığında ben o üzüncün belki de kat ve kat fazlasını yıllarca ruhuma çarmıhlamıştım. büyüyüp tabip ve komutan olan, seneler boyu gizli merakıma ve ara sıra bıçak gibi saplanan hasretime konu olmuş bir kızdı. fakat kızın subay üniforması giymiş, yaşlanmış, eğitilmiş hali bir an için gözlerinde bir ışık belirse de ciddiyetini takınırak sordu: "asker! rütben ve birliğin?"

    "tankçı çavuş x antalya. 5. kolordu komutanlığı ulaş garnizonu keşif taburu 1. bölük. emredin komutanım!"

    karşımdaki tabip teğmenin gözleri yıllar önce tanıyıp sevdiğim küçük kızınkiyle kesnlikle aynı elaydı. lakin sanırım gülmeyi epeydir unutmuş bir soğukluktaydı. ismimi, memleketimi söylemişken neyden çekinip de konuşmamış, geçmiş masum ve güzel günlerin hatırına niçin bir şeyler anlatmamıştı, anlayamadım. kesif bir düş kırıklığı duyumsadım. emreden sorgusundan sonra, sayrılı bedenimin yanı sıra bilincim ve duygularım da yıkıktı..

    yakınlığı, ilgiyi ve şevkati zaten belki pek fazla ummamıştım. ama yok sayılmak, kendisini hiç tanımamışımcasına umursanmamak neyin yaptırımıydı?

    elbette hemingway'in silahlara veda'sındaki gibi bir romantizm ve yaşama direnci asla söz konusu olmasındı, buna razıydım. ama böylesi bir red ve inkar bana çok ağırdı, bunu hakedecek ne yapmıştım?... 10 küsur yıl evvel sarılıp ağlaşarak vedalaştığımız kız, beni tanımamıştı. varlığımı zerre umursamamıştı. üstelik sır olmuş ve yaşlanmamla büyümemiş düşlerime karşın...

    zaman geçti. artık fiziken iyileşmiştim. fakat taburcu hattâ terhis olsam da aklım hep o soğuk hastane odasına mıhlıydı. etrafında askerlerin nöbet tuttuğu hastaneyi çevreleyen o dikenli tellere; çocukluğumun sonlarından ilk gençliğime uzanmış ve o güne kadar tümden ölmemiş hayallerim takılı kaldı. kurtaramadım...

  • genelde haftasonları denk gelinen bi hadise.

    banyonun kapısında beklerken içerden önce tazyikli bi su sesi, sonra haşır huşur yüze su çarpma sesi ve akabinde boğulur gibi sesler yükselir.
    noluyo lan diye korkuyla kapıyı aralayınca pederin eliyle çenesindeki suyu sızması ve omzundaki havlu gözükür.

    adam sadece yüzünü yıkıyomuş amk.

  • demir vb materyale sahip panjur, çit, kafes artık aklınıza ne gelirse her yıl boyanmak zorundadır. inanılmaz paslanırlar, iki yıl üst üste boyamamışsanız o parçayı unutabilirsiniz çünkü boya tamamen kalkmış ve deriyi içten içten çürütmeye başlamıştır. erken yakalarsanız bir spatula ile kazıtıp zımparalatıp boyatarak kurtarabilirsiniz.

    ahşap ürünleriniz yine her yıl yaz ayları sonunda verniklenmesi gerekmektedir. o vernik boktan bir işçilikle yapılırsa ahşap ürününüz fakir bir ürüne dönüşecektir, en kaliteli işçilikle yapsanız bile yıpranacaktır maksimum bir yılda yine verniklenecektir. o vernikler pul pul dökülür böyle, zımpara ister.

    en berbatına geliyorum! tuz! bahçenizde bulunan her şey ama her şey tuz içerisinde olur. evinizin duvarı, kapınızdaki arabanız, bahçedeki oturma grubunuz, yerlerdeki karolar. aklınıza gelen her şey rüzgarlı bir günde üstü kalıp gibi tuz kaplanır. o yalılarda oturan adamların bentley arabasını branda ile örtmesi aracını senden saklaması değil tuzdan koruması içindir. akşamüstü yıkadığın araban sabah tuz içinde kalır, kahvaltıyı yaptığın oturma grubu akşam yemeği zamanı tuz ile kaplanır. bir de o tuzun iğrenç bir olayı daha var, toz çekiyor ve yapışıyor üzerine. sürekli elinizde hortum, her şeyi yıkar halde bulabilirsiniz kendiniz.

    bir de bahçenizde her şey yetişmez, biber domates falan demiyorum ha, limon çamı dikersiniz, denize bakan kısımları kahverengi olur, yanar. çim yaparsınız bahçeyi kelleşmeler olur, yanar çim tuzdan. ağaç dikersiniz rüzgardan eğilir dik duramaz. bahçe düzenlemesi işi gerçekten sıkıntılıdır. zordur.

    not: boğazda oturmuyorum, istanbuldan nefret ederim hatta. ama izmir'de denizin dibinde oturarak bu yazdıklarımın tamamını yaşıyorum.

    haa bir de zemininiz gevşektir, dibinize inşaat yapılırken bahçenizde toprak kayması yüzünden çatlaklar ile oluşabilir. çok derin temel kazılması gerekir, kazıklar ile desteklenmesi bile gerekebilir. sadece arsa değil, inşaat maliyeti de ciddi fazladır. sadece yıllık bakımı bile ciddi fazladır deniz kenarındaki evin. oturduğu yerden deli gibi para yer.