hesabın var mı? giriş yap

  • bakara makara sorun degil, beni temsel eden basbakanin elini kolunu yardirarak omzunu araya sokarak fotograf karesine girmesi sorun degil. turkiye ekonomisinin 19. siraya dusmesi sorun degil. adamin peceteye parayi teslim aldim yazip cezadan yirtmasi sorun degil. bunlara bakip ne gunlere kaldik demiyoruz ama birisi asker kiyafeti bornoza benziyor diye dusakabin diyince ne gunlere kaldik oluyor. dikkat ettiysen daha yolsuzluk kayitlarina dogudaki sorunlara girmedim. akpnin cogunluk oylari almasi garip bir durum degil her gun daha cok ispat cikiyor. koyunogullari

  • iliklerime kadar midemi bulandıran kavram.

    öncelikle bana bu entry'i yazmam için ilham veren olaya değinmek istiyorum. ben ki bilmemkaç aylık boyner holding stajımda ofise, daha sonra likya'yı yürüdüğüm dağcı botlarımla gitmiş, ümit boyner'le üzerimde yeşil parka montla filan tanışmış biriyim. hani, artık düşünün. yeni başladığım iş yerim ise çok sıkı olmamakla birlikte kıyafet konusunda biraz daha kuralcı, haliyle gidip kendime yeni ciciler aldım sırf iş için. haliyle bu cicilerin çok ama çok büyük çoğunluğu siyah, kalanlar ise ya lacivert ya da beyaz. zaten günlük hayatımda da koyu renkler tercih eden bir insanım, böyle seviyorum, ben buyum kısaca. bir ayağı bizim ofiste dünyalar tatlısı bir kıdemli ablamız ise beni ne zaman görse şu cümleleri kuruyor.

    'yavrum gencecik kızsın, neden hep siyah giyiyorsun? bak sen esmersin, sana renk çok yakışır. zaten artık kıyafet çok ucuz, 30 liraya 40 liraya tişörtler var. git bak yavru ağızları (?), gül kurları (???) al kendine.'

    yani, evet 30 lira 40 lira 'ucuz' gibi geliyor. fakat bana öyle gelmiyor sözlük. bana 'lüzumsuz bir harcama' olarak geliyor. üstelik 'sırf bana yakışıyor' diye rahat etmediğim ya da sevmediğim bir şeyi giymek olarak geliyor. sebep? şimdi itiraf edeyim, ihtiyacım olduğu zaman ben de gidip fast fashion markalarından alış veriş yapıyorum. hatta sizin o çok dalga geçtiğiniz istiklal mango'sunun en üst katındaki outlet'ten 10-20 liraya alıyorum ne alacaksam. zira kıyafete para vermek bana saçma geliyor minimal bir tarzı olan biri olarak. eşyalarını iyi kullanan biri olarak da pek eskitmiyorum. delindiğinde dikiyor, sahiden artık yırtılana kadar filan giyiyorum. zira senelerdir dişimi tırnağıma takıp para kazanıyorken bir kıyafet parçasına 100 lira vereceğime o parayla prag'da 4 gün hostelde kalabiliyorum. böyle bakınca 'ucuz'luk kavramı değişiyor insanın, değil mi? neyse.

    gelelim işin sosyal ve çevresel boyutuna, zira eminim ki hiç birinizin en ufak bir fikri yok.

    bu fast fashion minnoşları her ne kadar dışardan kurumsal gibi gözükse de içerde bir çöplük yatıyor. birincisi, taşeronlarla çalışıyorlar ve türkiye pazarı artık sektöre pahalı geldiği için çoğu uzak doğuya kaymış durumda. şimdi, etik olarak bir firmanın tedarikçilerini ve hatta tedarikçilerinin tedarikçilerini denetlemesi gerekir. bu ne demektir? benim 'minnoş' adında bir markam olsun ve antep'teki 'katmer' adında bir firmadan kırmızı tişört satın alayım örneğin. antep'teki katmer markası da benim ona verdiğim yüklü siparişi tek başına üretemeyeceği için fıstık, ceviz ve fındık isimli daha küçük markalardan ürün satın alsın. günün sonunda ben aslında ceviz'in fabrikasından çıkan ürünü etiketleyip size satıyor oluyorum fakat benim ceviz ile hiç bir diyaloğum olmuyor. fakat ceviz sigortasız işçi çalıştıran, ek mesai ücretlerini ödemeyen, şirket içi taciz vakalarını örtbas eden, çocuk işçi çalıştıran, illegal yoldan göçmen çalıştıran, zehirli kimyasalları nehre akıtan, tişörtleri kırmızıya boyarken çıkan zehirli gazların salınımını engellemediği için çalışanlarını kanser riskine sokan bir yer diyelim ki. ben minnoş markası olarak ne kadar şahane bir kurumsal kimlik çizsem de, hayır işleri yapsam da, kendi kurumsal yapımda etik kurulumdan toplumsal cinsiyet eşitliğine kadar harika bir yaklaşım sergilesem de, tedarik zincirimi denetlemediğim için aslında halt ediyorum. benim gidip katmer'i denetlemem lazım. eğer katmer, kendi tedarikçileri olan ceviz, fındık ve fıstık'ı denetlemiyorsa; benim gidip onları da denetlemem lazım. diyeceksiniz ki 'oha malmazel, yok artık'. senin o 'yok artık' dediğin şeyi boyner yapıyor mesela. neden? çünkü fast fashion değil. zira fast fashion ve etik kavramları birbiriyle çok çelişiyor mon cherie.

    devam ediyorum, bir diğer husus, her şeyde olduğu gibi, geri dönüşüm. dünyada geri dönüşümü en rezil sektörlerden biri tekstil. neden? zira tekstil atığı gibi bir kavramı dahi çoğumuz duymamışızdır, bilmiyoruz ve alışkanlığımız yok. ben şanslıydım, öğretildim bir şekilde, size de anlatayım. üzerimizdeki kıyafetler ya organiktir (pamuk, keten, ipek), ya da petrolden elde edilen plastik türevleridir (polyester). organik tekstil ürünleri geri dönüştürülebilir. fiberleri tekrar kullanılır ya da yine ülkemizde çok yaygın olmayan kırpıkçılık şeklinde tekrar kullanılır. organik olmayan tekstil ürünleri ise, karbon salınımı kontrolü olan fabrikalara yakıt olarak satılır. fermuar düğme, aksesuar gibi şeyler de materyallerine bağlı olarak tekrar kullanılır ya da eritilir.

    teoride ne güzel.

    pratikte, bu tekstil ürünleri geri toplanamıyor bebikler. 'ama benim annem onu yer bezi yapıyor'. ya tatlım, tamam, yapsın tabi ki. ama yer bezi olarak da kullanımı bittikten sonra ne oluyor, problem o? ben söyleyeyim size, çöpe gidiyor. zira tekstil atığı geri toplamak değil ülkemizde, henüz dünyada alışkanlığa oturamamış bir şey. fast fashion öyle hızlı yayılıyor ki (sadece giyim değil, ev aksesuarları, örneğin english home), geri dönüşüm pratiklerimiz bu hızın çok ama çok gerisinde kaldı.

    e peki sürdürülebilir bir fast fashion mümkün değil midir? teoride elbette mümkün. fakat çok uzak ve zahmetli bir ihtimal, bu nedenle pratikte (muhtemelen) asla mümkün olmayacak. baktığımız zaman fast fashion markalarından h&m bir şeyler yapmaya çalışıyor, tedarik zinciri denetiminden geri dönüşüme kadar; ancak ne kadar başarılı ya da ne kadar içten, orasını bilemem. neticede bir çaba var diyebilirim yalnızca.

    çözüm?

    tüketmemek. biliyorum bunu duyduğuna çok üzülüyorsun ancak doyumsuz benliklerimizi zincirlemediğimiz sürece problemin bir parçası olmaya devam edeceğiz. tüketme arkadaşım. ihtiyacın yoksa, tüketme.

  • beşir - behlül'ü serada gördüm
    adnan - kiminle gördün beşir, kiminle?
    beşir - behlül ile.........bihter.

    adnan yardırarak koşar, yalıya girer, yatak odasına çıkar, kapıya dayanır, kırar ve içeri dalar.

    (30 saniye sessizlik, adnan'ın soluk alıp vermesi, behlül'ün ağlak gözlerle adnan'a bakması)

    adnan - koşun beşir sayıklamaya başladı, saçma sapan konuşuyor bir el atın da hastaneye kaldıralım....bu arada beyaz çok yakışmış bihterim....e hadi ama

  • eskiden böyle anlaşılmaz konuşup sonrasında zzt erenköy diyenleri akla getiren röportajdır. ingilizcen yetersiz olabilir ama kendi açığını kapatmak için karşındakine ne diye çamur atıyorsun.

  • cevabı belli olan bir soru. 25 yıllık bir eczacı olarak çok açık ve net söylüyorum şu anda piyasada bulunan ilaçların bir teki bile islami ölçütlere göre helal değildir. bu kafaya sahip olanlar sakın ola ilaç falan içmesin. şu temmuz sıcağında 17 saat aç susuz kalıp ilaç da içmeyin, doğal seleksiyona bir katkınız olsun.