hesabın var mı? giriş yap

  • hayatın kendisini şaşırtmasına izin vermeyen adamdır.
    uçan inek mi gördü? uçsun abi, bana zararı olmadığı müddetçe uçsun, der ve yürüyüp gider.

  • reyhanlı'ya gidip halkın arasına karışabilen bir lidere de oy vermektir. yoksa usa'ya kaçıp, ben gelinceye kadar tazminat işlerini halledin diyene oy vermek mide değil işkembe ister.

  • yine akp'nin bu kadar alması mümkün değil diyenler gelecektir ama bence normal sonuçlar.

    bu düzenden nemalananları, akp sayesinde torpille işe girenleri, iş alanları, zır cahil çomarları toplayınca bu çıkıyor.

  • italya'daki marketlere bayılırdım. bildiğiniz süpermarketlerden bahsediyorum. "allaaam bunlar nasıl güzel kokuyor böyle" diye pörtleyen gözlerimle o domatesleri elime alıp kokladığımı hatırlıyorum, gören deli demiştir herhalde. "burada yemek yapmak zevk yahu, her şey taze, her şey mis gibi hazırlanıp veriliyor eline, insan burada daha bir zevkle yemek yapıyor," demiştim. görüyorum ki yalnız değilmişim. hatta "ben markette öyle güzel domates satıldığını görmedim" de demiştim vaktiyle. şimdi birileri ayar verme derdiyle "ooo arka bahçemdeki domatesi görün siz", "hıh çanakkale domatesi yememişlerin matah sandığı domates", "heaaa lezzetli olsun diye verimi düşük domates mi ekçeklerdi, tabii ki lezzeti verime kurban edicez halla halla" diye saçmalıyorlar.

    e be evladım, zaten burada övülen, italya'da alelade bir yerde bile mis gibi domates bulabilme ihtimalin! yoksa bence de benim babaannemin domatesleri mükemmel; babam da balkonunda cherry domates yetiştiriyor ve onlar da şeker gibi; ben de kendi bütçemden daha fazla para ayırıp cherry, organik ve pembe domateslerden alıp yiyorum nispeten düzgün şeyler yiyeyim diye, ama burada vurgu yapılan şey, özellikle yetiştirmene, bilmem kaç bin kilometre yol gitmene, pahalı organik ürünlere para dökmene gerek kalmadan, makul fiyata insanca beslenebilmen! bunu da alamıyorsa o kalın kafalarınız ben ne diyeyim ki?

    ben niye italya'da kerevizin mis gibi soyulup satıldığını (köküne kabuğuna boşa para ödemeyin diye) görünce "gavurun" ticaret ahlakı karşısında yine mest oluyorum da, burada çürük çarığı dolduran adama denk geliyorum? italyan köylüsü çok mu matah insan? hayır. ama işte bir etik anlayışı oturtulmuş, devletin regülasyonlarıyla, sübvansiyonlarıyla tarım düzenlenmiş; vatandaşının asgari bir beslenme düzeyini yakalamasını isteyen bir yapı var. basbayağı, o insanlar buna "layık olduklarını" düşünüyorlar ve devletleri de doğal olarak bu fikri yansıtıyor; burada ise toplum olarak buna "layık olmadığımızı" düşünüyoruz içten içe ve bizim devlet yapımız da bunun yansıması olan düzenlemelerle karşımıza çıkıyor. biz işi bireysel yöntemlerle çözmeye çalışıyoruz (arka bahçene ekmek, balkonunda yetiştirmek, daha kaliteli ürün için ederinin çok üstünde fiyat ödemeye razı olmak vs.). ha evet, bunları da yapalım tabii ama, ya bu imkanlara sahip olmayanlar? herkesin arka bahçesi mi var? herkes özel bir çiftlikten alınan domatesin kilosuna 8 lira ödeyebilir mi? "başkasından banane yeaa" mı diyeceğiz?

    benim sorduğum çok basit bir şey: elin devleti (italya, fransa ve rusya bildiğim bazı örnekler) vatandaşının makul fiyata düzgün yiyecek bulmasını önemsiyor da, benim devletim neden umursamıyor? elin devleti çiftçisini koruyor da, benim devletim nede korumuyor? fransa'da mahalle bostanlarında ilkokul bebeleri tarım yapıyor ve çiftçiye saygı duymasını öğreniyor da, istanbul'da 600 yıllık yedikule bostanları'na niye moloz dökülüyor? kuzguncuk bostanı acaba daha ne kadar ayakta kalabilecek? ben bu politikaların değişmesi için geçici bireysel çözümler dışında ne yapabilirim?

    gerçi bakın geçen gün bizzat çiftçilik yapan bir insan sorunlarını anlatmışken, bu insana bile "ya nolacağıdı" diyen mallar varken, bu entry'ye de "yazar burada evropalarda yaşadığını göstermeye çalışmış" diyecek mallar çıkacağına eminim. gösterilene değil, parmağa bakmayı marifet sayıyorsunuz.

  • yapılıp yapılamayacağını merak ettiğim hadise. misal atıyorum bulgaristan sınırına yollayalım insanımızı. her gün birer metre ileri gitsinler yavaştan. eğer birader hayırdır filan derlerse hemen "ne hayırdır ya biz zaten burdaydık olm" filan deriz. ölüm yok savaş yok. tsk beni general yapar mısın pls teşekkür ederim. taktikçiyiz.

  • bu kadın mıdır? kız mıdır? meselesinin mimarını da hatırlatmakta fayda var.

    bu coğrafya hakikaten çürük. bitik bir coğrafya.

    çok şerefsiz insanlarla yaşıyoruz.

  • bizim oğlanda iki sene önce ilkokula başladığında, okulunun koridorundaki satranç köşesinde akran öğrenmesi vesilesi ile bir satranç sevdası yeşerdi. her akşam eve başka bir arkadaşı ile yaptığı maçların hikayeleri gelmeye başladı. bir akşam biz de bir maç yaptık, ben tabi acımam affetmem bak diye önden göz korkutmak için " ortaokulda turnuvada üçüncü olmuştum*" dedim buna. sonra da maçta tokatladım zibidiyi. adam rocky balboa gibi, günden gün iyice kaptırdı kendini.

    önce youtube'da satranç eğitim videoları izledi. bütün taşları, hamleleri, açılışları, terimleri öğrendi. ekran karşısında adeta kung-fu yüklenen neo gibiydi. bir süre sonra satranç uygulamalarına dadandı. evin içinde "vezir gambiti mi hint savunması mı daha estetik?" diye gezmeye başladı. (bkz: #87953133)

    son seviyede artık kasparov'un, karpov'un, carlsen'in eski maçlarını seyretmeye başladı. "orada fil g5'e mi oynanır yeaa?" diye edepsiz yorumlarda bulunuyordu. iş artık 1851'de oynanan maçların hamlelerini ezberlemeye ulaştı. artık hemen her akşam maç yapıyorduk ve beni yeniyor ya da yenemese bile çok zorluyordu.

    pandemi döneminde çocuklara sokağa çıkma yasağı başlayınca, daha önce yüz yüze satranç dersi aldığı bir satranç kulübünün başka bir eğitmeninden çevrimiçi eğitim almaya başladı. skype'taki derste önce öğretmenle tanıştılar. ardından öğretmen muhabbet açılsın diye sordu:

    - ünlü oyunculardan kimseyi biliyor musun?
    + babam var.
    - aaa kim ki?
    + bir kere turnuvada üçüncü olmuş.

    var ya, işte o an, öğretmenin çaresizliğini falan boş ver, kasparov'un carlsen'in tüyleri nasıl ürpermiştir, anderssen ve kieseritzky aynı anda nasıl ters dönmüştür mezarlarında. lan sen bütün satranç külliyatını hatmet ama gelen ilk temel soruda bilal oğlan gibi "babacım" diye mırıldan. yok yani babacı da değil ibiş:

    - deniz, ara tatilde ikimiz ankara'ya gidelim mi?
    + annem de gelsin ben onsuz yapamam çok özlerim.
    - bak ya! siz ikiniz gidin o zaman bence.
    + ee valizleri kim taşıyacak??

  • sözlükte yanlış anlaşıldığını gördüğüm kavramlardan biri. asosyallik sanki bir "tercih"miş gibi "insanların özünde ne kadar tiksinç olduğunu görmektir." çizgisinde arabesk, atarlı, ama özünde "lütfen biriniz gelin ve beni insanların aslında iyi olduğuna tekrar inandırın." alt mesajı ile yazılmış entryler ve asosyalliğin ne olup ne olmadığından çok "asosyallik cool mudur değil midir?" sorusuna cevap arayan, bunu bile bir tür self-marketing problemine çevirenler doluşmuş.

    asosyal olmayanların anlayamadığı en önemli kısımlar sanırım şunlar:

    1) asosyallik bir tercih değil.
    2) asosyallik mutlaka insanlara karşı negatif duygular beslemek demek değil.
    3) asosyallik kurtulunması gereken bir özellik değil, zira asosyal için sosyalleşmek önemli bir ihtiyaç değil.

    şimdi mutlu bir asosyal olarak üstteki maddeleri kısaca açayım.

    * * *
    1) asosyallik neden bir tercih değil?

    asosyallik en basit tanımı ile günlük yaşamında insanlarla sosyal etkileşime girme ihtiyacını hissetmemek veya minimal olarak hissetmektir. peki sizce herhangi bir insan günlük yaşamında neye ihtiyacı olup olmadığını, neyi istediğini kendisi mi belirler?

    cevap bariz bir şekilde hayır. schopenhauer'ın da söylediği gibi; "der mensch kann tun was er will; er kann aber nicht wollen was er will." (insan istediğini yapabilir ancak ne istediğini belirleyemez)

    nasıl yazın daha fazla susamak, rock müzik sevmek, brokoliden hoşlanmamak sizin tercihiniz olamıyorsa asosyallik de öyle. hâliyle buradaki "insanlar beni çok kırdı, bundan sonra asosyal olayım." entrylerinin içi boş. ortada çok ciddi bir travma yoksa bu yaklaşım geçerli değil; şayet siz iki dedikodunuzu yaptılar diye, kız-erkek meseleleri gibi basit sebeplerden veya hastanede çiçek göndermediler diye insanlarla etkileşiminizi %90 oranında kesebilen biriyseniz muhtemelen zaten introvert birisinizdir, bunda da genetiğiniz ve çocukluğunuz önemli ölçüde etkilidir. diğer yandan, asosyalliği bir "sitem" aracı hâline getiren kişi ise büyük olasılıkla içten içe sosyalleşmek istiyordur ki bunun yasını tutuyor, tribini atıyordur. asosyal insan asosyal olduğu için sitem etmez zira sitem ederek geri kazanmayı amaçlayacağı bir şey yoktur.

    asosyallik büyük ölçüde introvertlükten doğan bir sonuç olduğundan bunun en basit biyolojik açıklaması da introvertlerin ve extravertlerin stimülantlara karşı geliştirdikleri reaktivite seviyelerindeki varyasyonlardır. daha kolay uyarılan çocukların yalnızlığa yönelme olasılıkları da daha yüksek olabilir. bu konuda daha önce de yazmıştım: (bkz: introvert/@highpriestess)

    2) asosyallik neden mutlaka insanlara karşı negatif duygular beslemek demek değil?

    burada asosyal olduğunu iddia edenlerin çoğu diğer insanları gömmüş. insanlar şöyle kötü, insanlar böyle bilmem ne edebiyatları yapılmış hep. bu kişilerin çoğu antisosyal tandanslarını asosyallikle karıştırıyor.

    normal koşullarda, bir platformda asosyallerin asosyalliğe dair yazdıklarına baktığımızda gördüğümüz şey agresyon olmamalıdır. burada asosyal olduğunu zannedenlerin ekseriyetinin asosyal olmadığından ve başka problemleri olduğundan ne yazık ki eminim. asosyal insanın başkalarına karşı aktif düşmanlığı veya saldırganlığı olması için bir neden yoktur. asosyallikte nötral bir tavır, sosyalleşmeye karşı ilgi eksikliği ve umursamazlık gözlemlenir daha çok.

    elbette insanları sevmemiz gerekmiyor. itiraf edeyim, ben de bir asosyal olarak insanları sevmiyorum. lâkin sevmemek sadece sevmemektir, bir negativite belirtmez özünde. sevmemek kayıtsızlıktan ibarettir. eve gelirsiniz ve dışarıdaki herkesi unutursunuz. kendi dünyanızda kaybolur gidersiniz.

    benim bu başlık altında gördüğüm ağırlıklı tavır ise bu değil, sevmemenin çok ötesine geçen bir öfke. sosyalleşmeye karşı ilgi eksikliği olan birinin diğer insanlara bu düzeyde öfkelenmesi pek tutarlı değil. bu aslında sosyalleşmeye yönelik ilgi eksikliğinin tam aksine, sosyalleşmek isteyip insanlarda aradığını bulamamış olmanın getirdiği bir hayal kırıklığının indikatörü.

    3) asosyallik neden kurtulunması gereken bir nitelik değil?

    öncelikle asosyalseniz bu özelliğinizden kurtulmanız zordur. burada anlaşılamayan nokta şu: davet edildiğiniz her partiye gitmek sizi gerçek anlamda bir "sosyal kelebek" yapmaz.

    şahsi tecrübemden bahsedeyim: evet aylarca aralıksız her hafta ağır partilediğim dönemler oldu hayatımda. ancak sosyal olmadığımı içten içe biliyordum çünkü gittiğim her partide diğer insanlara kıyasla çok daha kısıtlı bir süre dayanabiliyordum. yalnız kalmak isteyip terasa, balkona çıkıyor veya içkinin suyunu çıkarıp şezlonglarda uyuyakalıyordum ya da gecenin geri kalanını içimden topuklu ayakkabının bileğimde açtığı yaraya küfrederek geçiriyordum. çünkü her ne kadar sosyal bir ortamda olursam olayım sosyalleşme eylemi özünde ilgimi o kadar çekmiyordu.

    eğer siz de böyle biriyseniz, sizin de beyniniz muhtemelen asosyal olmanız için hard-wired hâldedir, dış uyaranlara ne kadar tepki vereceğinizi belirleyen değişkenler orada saat mekanizması gibi tıkır tıkır işleyip tahammülünüzün eşiğini de belirliyordur. bu da partiden partiye koşmakla, cafedeki muhabbetlere katlanmaya kendini zorlamakla kolayca değişecek bir nitelik değildir.

    şimdi gelelim " değiştirebilecek olsaydınız, asosyalliğinizi değiştirmeye değer miydi?" kısmına.

    asosyalliğin de sosyalliğin de kendisine göre avantajları ve dezavantajları vardır.

    sosyal biri yeni deneyimler ve kişisel gelişim için fırsatlarını büyük ölçüde sosyal faaliyetlerde bulunarak, networking ile yaratır. bu durum kişinin kariyerinde ilerlemesini kolaylaştırabilir. gelgelelim sosyal faaliyetlerde bulunmak, duygusal olarak zorlayıcı olabilecek olumsuz sosyal deneyimler ve dramalar yaşama riskini de yükseltir. aynı zamanda sınırlar iyi çizilmezse sosyal normlara ve beklentilere uyma baskısı da kendisini daha fazla gösterebilir.

    buna karşılık asosyal kişi benliğini tanıma sürecini ve kişisel gelişim için zamanını kendisiyle geçirir. asosyal insan sıkılmamak için üretkenliğini ve yaratıcılığını artırabilen kişisel projelere ve ilgi alanlarına yönelir. hâliyle yalnızlığın ve bağımsızlığın entelektüel gelişime katkıda bulunan ve stresi azaltan bir yönü olabilir. ancak profesyonel yaşamda network yetersizliği sorun teşkil edebilir veya kişi işin dozunu kaçırıp çevresinden çok izole olduysa acil durumlarda destek alabileceği birileri de kalmamış olabilir. (ben de gecenin 3'ünde hastanelik olduğumda kimseye söylemeden kendim gidiyorum çünkü senede 1-2 defa zor duruma düşeceğim diye her hafta birkaç kez ortamlara akıp kendime işkence etmeyi beynim irrasyonel bir takas olarak kodlamış durumda)

    dolayısıyla "asosyal olmak mı iyi, sosyal olmak mı iyi?" sorusunun objektif bir yanıtı yoktur özünde. birinin dezavantajlarından kurtulsanız diğerinin dezavantajları ile uğraşırsınız. bunları salt iyi veya kötüymüş gibi düşünüp tedavi edilmesi gereken bir şeymiş gibi tanımlamak yanlıştır. zaten herkesin biyolojik olarak programlı olduğu ihtiyaçlar ve bu ihtiyaçların düzeyi de farklıdır. binaenaleyh herkes kendisi için optimal olan yol ne ise ona yönelmeye eğilimli iken bu yönelimlere gereğinden fazla anlam yükleyip, muhyiddin abdal modunda "insan insan derler idi insan nedir şimdi bildim." diye söylenmeye de pek lüzum yoktur.

  • bünyesinde bir sürü liman barındırır. bu limanlardan çıkan ufak gemilerin taşıdığı mallar, şangay limanı'na getirilir. buradan büyük ana gemilere yüklenerek uluslararası yolculuğa çıkarlar. yangtze üzerindeki limanlara gelecek mallarsa, diğer işlemin tersi şeklinde ulaştırılır.

  • bizim burada bi tantunici var, adam rica etti direkt bizi ara, yemeksepetinden söyleme diye, 2-3 kez öyle yaptım, hep çok sipariş var diyor, geciktiriyor, tekrar yemeksepetine döndük, 10 dakikaya getiriyor ibne. size komisyon bence %50 olmalı, ibne çakallar.