hesabın var mı? giriş yap

  • i.u. iktisat fakultesi turkce butunleme sinavi (360 kisilik siniftan sadece 5 kisi var):

    "cimlere uzanmis,
    gokyuzunu izliyor
    icinde bir huzursuzluk vs. "

    diye giden bir siire, "baslik bulun" diye embesil bir soru vardi.

    bende "islak cimlere uzanmis adamin birikmis gazi" diye bir baslik yazdim. asistan gezerken gordu, guldu
    "ama kalirsin" dedi, bende "ama deger" dedim.

    kaldim gene

  • açılınn ben geldim. aşık olduğum kadınla evliyim, 2,5 yaşında bebemiz var ve sevdiğim işi yapıyorum. gelecek kaygısı yaşamamak için şimdiden çeşitli yatırımlar ile çocuğumuzun geleceğini kurtarmaya çabalıyoruz. evlendiğimizde hiçbir şeyimiz yoktu,kirada oturup en ucuz mobilyaları almıştık. şimdi evimiz oldu ama hala aynı mobilyaları kullanıyoruz çünkü ev dediğin dört duvar içinde pahalı eşyalar değil, ev benim için ailemin içerisinde olduğu yer. herşeyi dişimizden tırnağımızdan arttırıp birlikte yaptık daha doğrusu eşim sağolsun dört duvarı yuva yaptı. yuvayı gerçekten dişi kuş yaparlar dedikleri doğruymuş arkadaşlar, . üç gün sonra aç kalsam, işsiz kalsam şuna eminim karım arkamda dağ gibi durur. herkese içerisinde sevgi ve huzur olan yuva dilerim arkadaşlar.

  • bugün bana ptt müşteri hizmetleri'nden emine hanım tarafından yöneltilen ilginç soru.

    yaklaşık 1 ay önce litvanya'ya küçük bir gönderim yaptım fakat hala ulaşmadı. bu konuda bilgi almak için ptt müşteri hizmetleri'ni aradım. kargonun akibetini sordum. barkod numarasını ilettim v.s derken, bana hayatı sorgulatan soru geldi emine'den; ''litvanya tam olarak nereye bağlı efendim?''

    litvanya çemişgezek beldesi, susuzlar köyüne bağlı emine.

    ''ah emine ah. ne yardırdın kimbilir devlette memur olayım, geleceğim sağlam olsun diye. kpss için yardırdın. torpil, morpil yardırdın. devlette bir 25 yıl yardırırım, emekli olurum savaş bile olsa param garanti diye düşündün. eşin evin ihtiyaçlarını karşılayacaktı. senin maaş da ev kredisine gidecekti. toz pembe hayat. hayat garantili daha bir güzel değil mi emine? ah emine ah. sorun sende değil. sorun sistemde. emine ama bir işi yapıyorsun, yurtdışı kargolar hakkında sorulara cevap veriyorsun. litvanya'nın nerede olduğunu bil be emine. ah emine ah. litvanya'yı nazilli mi sandın emine, nereye bağlı olduğunu soruyorsun. ah emine ah. 25 yıl maaş alacaksın daha emine. 5'te işten çıkıyorsun. 9'da işe başlıyorsun emine.
    diğer sorumda da beni başından savdın. çünkü yetersiz olduğunun farkındasın ve toz pembe, garantili hayatın hiç sekteye uğramasın, azıcık bile gün içinde modun düşmesin istiyorsun emine.''

    ah emine ah. senin gibi ne yetersiz emineleri, hasanları, hüseyinleri, nilgünleri besledik biz. seni de 25 yıl vergilerimizle besler, emekli ederiz. gözün arkada kalmasın emine. sabah 9'da git. akşam 5'te dön. akşam portakalını soyup muhtelem yüzyıl'ı izle emine. hiç kızmıyorum sana emine. biz sana, egemen bağışlara, zafer çağlayanlara, bekir bozdağlara layığız emine. bir tık ötesine layık değiliz.

  • bir şey icat etmesi an meselesi olan bir bilim insanı ya da müthiş bir sanatçıyım. twitter'dan bi' arkadaşıma ''naber lan yarrağım. yok mu akşama 3 banko'' yazsam 4 bin rt alıyor ve bunu aforizma zannedenler de her platformda altına ismimi yazıp paylaşmaktan imtina etmiyorlar. kişi başına 1.3 metre fular düşen ortamların vazgeçilmez tartışma konusuyum. arada sırada saçma sapan konuşuyorum ve ekşi sözlükte de ''x(298)'' şeklinde sol frame'den düşmüyorum. benim bir hıyar olduğumu düşünler de çok, müthiş bir herif olduğumu düşünenler de. yalnız otisabi beni çok seviyor. başlığıma gelip, ben dahil hiç kimsenin anlayamayacağı türden, 9 paragraflık bir yazı yazıp beni övüyor. bir yandan tezle falan da uğraşıyorum. konferanslara katılıyorum, söyleşilere katılıyorum, uzaklara bakmalı filmlerde 5 dakikalık yan rollerde oynuyorum, twitter'da zeki demirkubuz falan takip ediyor beni. acayip bir yaşam.

    sonra bir gün, annem arıyor:

    - oğlum hiç uğramıyorsun unuttun bizi.
    - anne vakit bulamıyorum. boynuma fular geçirdim geçireli ebem sikildi. o söyleşi senin, bu söyleşi benim, memlekette adam kalmamış gibi kolumdam tutan çekiyor.
    - yarın akşam gel bi görelim.
    - programa göre gelirim anne, programıma bakmam lazım.
    - gelirsin gelirsin..

    sonra gidiyorum eve. yemekte bulgur pilavı var.

    sanatmış, bilimmiş, aykırılık, farklılık, bienal, tez, kadife ceket, kirli sakal, aralara aklar serpiştirilmiş saçlar. hiçbirinin bir önemi kalmıyor o bulguru kaşıklarken. bariz olarak soğanla bulgur pilavi yiyorsun. 3 saat sonra habertürk'te murat bardakçı ve ilber ortaylı'nın karşısında bir sürü acayip şeyler anlatacak olmamın hiçbir değeri yok.

    bilmiyorum, kafam çok karışık. bulgur pilavı çok acayip bi yemek. insanın tüm sanat hayatını sikip atabilir gibime geliyor.

    bak oğlum, şimdi bienalde falan böyle ilginç insanlara denk geliyorsunuzdur. kadına bakıyorsun, melankolik, suskun ve hüzünlü. siyah giyinmiş, zarif bir yürüyüşü var. sanattan anlıyor. bu kadının bulgur pilavı yediğine kim inanır ya. hayal edemiyorum lan ben.

    hayallerimin sınırını bulgur pilavi çiziyor. inanılmaz bir olay.

  • uzakdogu'da yillardir seyahat eden, son iki yildir da tokyo'da yasayan ve kendini populer tabirle bir "foodie" olarak tanimlayan birisi olarak bunun nedenlerini soyle belirtebilirim:

    - yasadigimiz cografyadan oturu balik besin zincirimizde 3. 4. siralarda ancak yer bulabiliyor. bir yarim ada olmamiza ragmen neden cok az balik tuketiyoruz sorunsali da bence buna bagli. orta asya'dan geldigimiz topraklar ve yaklasik 1000 yildir uzerinde yasadigimiz anadolu ve hadi mezopotamya'yi da katalim, hemen hemen butun ciftlik hayvanlarinin ilk tuketimine baslandigi yerler. bu videoda bu keyifli bir dille anlatilmis, daha bilimsel referanslar da bulmak mumkun.

    https://www.youtube.com/watch?v=p6s8jnkjkrg

    uzerine baharat yollarinin tam ortasinda oldugumuzu, yillarca baharat yolunu kontrol eden ulke olusumuzu vesaire hesaba katarsaniz, diger et cesitlerinde nasil cok sofistike yemekler gelistirdigimizi gorebilirsiniz. ote yandan, japonya basta honshu adasi olmak uzere cok verimli topraklar degil. zaten ister kulturel ister dini sebeplerle aciklayin, japonlar uzun yuzyillar boyunca dana vesaire ciftlik etleri de tuketmiyorlar. ote yandan topraklari ne kadar verimsizse, denizleri de o kadar verimli japonya'nin. yani tarihsel olarak bizim kara hayvanlari tuketiminde gelistirdigimiz sofistikeyi, onlar da deniz hayvanlarinda gelistirmisler. balinayi bile yakin zamana kadar cok lezzetli formlarda tuketen insanlar japonlar ve balina etine "poor man's steak" deniyormus (tabi nufus artinca kontrolsuz av vesaire, bugun balina tuketimi japonya'da halen bazi bolgelerde cok sevilse bile dunya genelinde hos karsilanmiyor).

    gerci tarihsel olarak guney japonya adalarinda kucuk baliklar da kullaniliyormus sushi yapiminda. aslinda bir fakir yemegi olarak ne bulurlarsa sushiye koyduklarini soyleyebilirim.

    - denizlerden bahsetmisken buna bir baslik acilmasi gerekiyor. turkiye'nin etrafindaki denizler ile japonya'nin etrafindaki denizler ve okyanuslar cok farkli tipte baliklar barindiriyor. soguk ucsuz bucaksiz sularda kocaman bol yagli baliklar gelisebilirken, marmara ve akdeniz'in ufak ama lezzetli baliklari sashimi icin daha az uygunlar. yani japonya'nin etrafindaki denizlerde avlanabilen baliklar sushi icin turkiye'den daha uygunlar. turkiye'de iyi sushi icin ya balik ithal edeceksiniz ki tazenin yerini tutmaz, ya da bir sekilde kendi denizlerimizde tuna, somon, vesaire pesine dusecegiz. yani bu acidan da bir dezavantaj var. kucuk baliklardan da sashimi yapilabiliyor ama hem lezzet hem verim hem de pratiklik acisinda yukarida belirttigim tuna, somon gibi baliklarin yerini tutmuyor.

    - simdi tarihsel nedenlere geri donersek; sushi kelime anlamiyla "soured rice" yani "eksitilmis/fermente pirinc/pilav" demek. yani eksi pirinc diye dusununce bile eminim cogumuza cekici gelmiyor bu. farkli cesitleri var maki, nigiri, chirashizushi gibi... sushinin atasi denebilecek yemek oshizushi, hem baligin hem de pirincin fermente edildigi bir yemek, yani tam anlamiyla bir cig tuketim yok. kutularda hem eti hem pirinci tursu yapiyorlar gibi dusunun. cig tuketim zamanla ortaya cikmis. turk mutfaginda sos kulturu cok gelismis degildir. bunun cesitli nedenleri var ama biz baharatlamayi, marine etmeyi seven bir milletiz. japonlar'da ise baharat kullanimi yine yukarida belirttigim tarihsel nedenlerle minimum; ama mesela cin'den gelen guclu bir sos kulturu var. zamanla her bolgede kendilerine has bir soya sosu olusmus mesela. bizde "bandirma" kulturu cok yoktur, ama japon mutfaginda hemen hemen hersey bir "bandirma" ustune kurulu. ufak sis etlerden, kizartmalara, sushi'den haslanmis sebzelere kadar hersey cesit cesit soslara bandiriliyor. eger japonlar gibi az yemek yiyen bir milletseniz, bu bandirma ve sos kulturu guzel hareket, ama biz turkler herhalde ortalama bir japon'un iki kati yemek yiyoruz, dolayisiyla boyle bir bandirma ve sos kulturu bizim acimizdan agir olabilir.

    - bu yemek tuketim miktarinin sosyoekonomik acidan sushinin turkiye'de tutmamasi ile bence ilgisi var. japonlar malumunuz dunyanin en uzun yasayan insanlari ve bircok insan bunu japon mutfagina bagliyor. halbuki gelip burada bir iki ay yasasaniz japon mutfaginda nasil deli gibi kizartma tuketildigini, sekerin nasil yaygin oldugunu falan gorursunuz ve agziniz acik kalir. bence diyet acisindan japonlarin saglikli kalmalari ne yediklerinden cok ne kadar yedikleri ile ilgili. yavas yavas demlenen, yemekleri meze gibi tuketen, cok yemeyen insanlarin ulkesi japonya. bizdeki gibi bir yeme kulturleri yok. sushiyi de cok kararinda tuketiyorlar. ben ise bir oturusta cok rahat 3 kisilik sushi yiyince anca doyuyorum. dolayisiyla turkiye ortaminda ortalama bir erkegin sushiden doymasi demek pahali bir aksam yemegi demek. ustune japon mutfagi genelde elit mutfagi olarak pazarlanan bir mutfak. dolayisiyla japonya'da cok iyi sushileri vesaire cok ucuza yiyebiliyorken, diger ulkelerde ucuz sushi bulmak cok zor. yani bir esnaf lokantasi seviyesinde iyi sushi yapabilen restoranlar acilsa turkiye'de, sushi daha yaygin olurdu. dedigim gibi tarihsel olarak sushi bir fakir yemegi. biraz kore'lilerin bibimbap'i gibi, aslinda pirincin ustune ne atsan sushi oluyor. bizde sade pirinci bir iki cesit baharatsiz etle sebzeyle annelerimize sunsaniz, dalga mi geciyorsun diye suratimiza bakarlar. evin en onemli yerinin mutfak oldugu bir kulturde zaten sushinin tutmasini beklemek cok zor.

    simdilik aklima gelenler bunlar. hem tarihsel hem lezzetsel hem de lojistik/sosyoekonomik acidan bence turkiye'de sushinin tutmasi cok zor. tutmasinda zaten... pirinc glisemik indeksi cok yuksek, benim gozumde sagliksiz bir seker deposu. artik degismeye basladi ama eskiden turkiye, envai cesit harika sebzenin cok ucuza alinabildigi bir ulkeydi. annelerimiz kilolarca kabak patlican biber kullanarak harika yemekler yaparlardi. lezzeti ve fiyatlari degisse de, ve bircok seyi artik ithal ediyor olsak da halen turk mutfaginda deli gibi sebze tuketiyoruz. japonya'da ise bir tane kabak bile bir dolardan daha pahali cogu zaman. sebze cesidi hem cok kisitli hem de cok pahali, resmen bir luks. evde mutfaklar kucuk. cogu zaman evde yemek yapmak disardan yemek almaya veya disarida yemeye gore daha pahaliya geliyor. bu yuzden disarda yemek yemeye cok duskun japonlar. bu acidan sushi onlar icin mukkemmel bir olanak. turkiye'nin yeme kulturunde ise kendine yer edinmesi zor bir yemek.

  • robin

    (kuyruk bölümü yolcuları bulunduğunda)

    - robin şu karı kim lan süpermiş.
    - 2.nesil kazazede, hoşgelmiş.