hesabın var mı? giriş yap

  • niye adım atsın yahu. ona git buna gel iyi alışmışsınız. bir sen gel bakalım, hayatında hiç risk aldın mı acaba. bu riski al bakalım. riski al ve sonuçlarıyla yaşa bakalım. bakalım o kadar böbürlenebilecek misin sonrasında. hadi bir dene.

    edit: dertler derya olmuş.

  • adamlar haklı bence çanakkale'de zafer kazanan bu uğurda silah arkadaşlarını kaybeden askerlerini şehit veren mustafa kemal bile diyor ki sizin evlatlarınız artık bize emanettir..
    düşmanını bile bu şekilde sahiplenen bir liderden evinde oturup diriliş izleyen gruptan oy toplamak için bu sözleri söyleyen bir lidere sahip olmak zor bir durum malesef...

  • evet bence her akademisyenimiz de her yeni makalesininin altına asker selamlı fotoğrafını koysun. hakimlerimiz dava bitince çakıversin bir selam. hatta ve hatta her işçimiz mesai sonunda asker selamını versin öyle çıksın fabrikadan.
    edit: ben mesela her entryden sonra çakıyorum selamı.

  • - dönem başından beri girilen dersi almadığını finellerden sonra öğrenmek
    - okulun en ağır profesörünün mail adresinin hüsambaba@... olduğunu öğrenmek

  • ılık ile serin arası bir bodrum akşamı. "haydi sünger pizza'ya gidelim" diyoruz arkadaşlarla. terasa çıkıyoruz, masamıza geçmek üzereyken köşe masadaki gruba gözümüz takılıyor. "özhan canaydın değil mi o ya" diyorum, "haydi yanına gidelim." arkadaşlarım "ya hu ayıp olur" falan diyor, "yok be" diyorum, "gidip bir merhaba deriz, bir de fotoğraf; o kadar."

    yanına geldiğimizi gören özhan canaydın, büyük bir nezaketle ve insanın tüylerini diken diken eden bir beyefendilikle ayağa kalkıyor, "bir saniye çocuklar" diyor ve ekliyor "müsaadenizle ceketimi giyeyim." ben arkadaşlarıma bakıyorum, onlar bana. kaldı mı gerçekten böyle insanlar diye birbirimize boş bakışlarla soruyor ve dumurdan dumura koşuyoruz.

    "ee çocuklar nasılsınız, neler yapıyorsunuz?" diyor başkan bize. ve bunu o kadar içten yapıyor ki sanırsınız karşımızda koca galatasaray başkanı değil de kankamız var. "sağolun başkanım" diyoruz; "siz de iyisinizdir inşallah." "sağolun" diyor ve gözü o zaman kız arkadaşım şimdi ise eşim olan canıma takılıyor. "siz nasılsınız küçük hanım" diye soruyor; ya hitaba, klasa bakar mısınız. kız arkadaşıma o kadar içten ve sıcak bakıyor ki gören torununa baktığını sanır.

    biraz sohbet ettikten sonra bana dönüp "aman kaçırma bu güzel kızımızı" diyor, "yok efendim kaçırmam" diyorum. efendim hitabını yaparken önce kendime sonra bu saygın bilge adama şaşıyorum. kendime şaşıyorum çünkü o güne değin kullandığım bir hitap şekli değil; özhan bey'e şaşıyorum çünkü bir insanın böylesine bir zarafet içinde olabilmesini aklım almıyor.

    "kusura bakmayın çocuklar, yerimiz olmadığı için sizi masaya buyur edemedim, bir içecek ısmarlayamadım" diyor, bunu derken neredeyse kırılacak kibarlıktan. o bunları söylerken biz adeta şoktan şoka giriyoruz. "estağfurullah başkanım, ne önemi var, sizin elinizi sıkıp gideceğiz zaten" diyoruz.

    biraz daha sohbet ettikten sonra "aman derslerinizden, işinizden geri kalmayın" nasihatlerini de dinliyoruz başkandan. o an aklıma sürekli benim iyiliğimi isteyen ve her konuda bana yol gösteren babaannem geliyor, istemsizce gözlerim doluyor ılık bir bodrum akşamında.

    elini öpüp yerimize geçiyoruz. arkadaşlarla muhabbete dalıyor ve saatlerin nasıl geçtiğinin dahi farkına varamıyoruz. derken bir ses duyuluyor: "haydi iyi geceler çocuklar, iyi eğlenceler." bir anda okulun en disiplinli ama en sevilen hocası sınıflarına dalmış haylaz öğrenciler gibi ayağa fırlıyoruz ve "sağolun başkanım" diyerek teşekkür ediyoruz.

    aradan yarım saat daha geçiyor, masanın en büyüğü olarak garsona "hesap lütfen" diyorum. garson masamıza geliyor ve kulağıma fısıldıyor: "hesabınız kapandı efendim, özhan bey halletti." biz bir kez daha şoke oluyoruz, gözlerimiz doluyor adeta. "ne adam be" diyoruz. ama ödediği hesap için değil, bize davranışlarından ötürü elbet.

    sonra aradan seneler geçiyor, o güzel adam çok ama çok uzaklara gidiyor ve uğruna gece gündüz çalıştığı stadın açılışında şu an galatasaray'ın başkanlık koltuğunu açıkça işgal eden adnan polat tarafından adı dahi anılmıyor. sonrasında konuşan erdoğan bayraktar adlı basit bir müteahhit tarafından "karşımda naif ve güçsüz duruyordu" denerek sözde küçültülmeye çalışılıyor.

    benimse aklımda o rüya gibi gece; şimdi yukarılardan bir yerden bizleri izleyen bu güzel adamı anıyor ve soruyorum: ulan siz kim, sizin adınızın böyle bir adamla aynı cümlede dahi geçebilmesi kim? adnan polat, erdoğan bayraktar kim, özhan canaydın kim?

    elimizde takımlar üstü olan bir tek süleyman seba kaldı; bari onu kırmayalım ve iyi bakalım.
    adettendir editi: beşiktaş'lıyım.

  • ne başarısı kardeşim. sürü bağışıklığı. salgının ilk ve orta periyotlarında her iletişime geçtiğimiz pozitif çıkıyordu. bahsettiğim dönemlerde rekor seviyede vakalar vardı burada. 500 daireli sitemizde olmayan 40-50 hane kalmıştı. eğer mutasyon mevzusu etkili olursa veya antikorlar zamanla kaybolursa bu rekorlar kırılmaya devam eder.

    edit: yukarıda halk bilinçli, hukuka ve devlete saygılı falan yazan kişiye patlamalı kahkaha attım ahahahahha....

  • iş arama süreçlerinin zorlu geçtiği hepimizin bildiği bir gerçek. peki bilmediklerimiz neler? bilmediklerimiz iş görüşmesinden sonra başlıyor. görüştüğünüz şirket hakkınızda ne düşünüyor? olumlu bir intiba bırakabildiniz mi? başka adaylar var mı? ikinci görüşmeye çağrılacak mıyım? tüm bu sorularla sınırlı kalmıyor maalesef, uzayıp giden bir liste var. siz bu listenin neresindesiniz? ben söyleyeyim, listenin en sonundasınız.

    "ben neden en sonunda olacakmışım? o olsun." dediğinizi duyar gibiyim. o kadar iyi bir üniversitede lisans eğitimi aldınız, üstüne markalı bir üniversitede yüksek lisans yaptınız. daha sonra ajanslarda çalıştınız, türkiye'nin hatrı sayılır kurumsal şirketlerinde kariyerinize devam ettiniz. öyle hızlı yükseldiniz ki cv'nize dönüp baktığınızda kısa zamanda büyük işler başardığınızı, bu cv ile her iş başvurunuzun değerlendirileceğini ve hatta o işi alacağınızı düşündünüz. çünkü, bu kadar eğitim ve tecrübenin yanında kendinize güveniniz de haklı olarak yüksek seviyede. bunun yeterli olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. görüşmeye çağrılmanız bir şey ifade etmediği gibi, görüşmenizin çok iyi geçmesi de bir şey ifade etmiyor. önemli olan nokta görüşmenizin nasıl sonuçlanacağı. çünkü, tam da bu noktada bilmediğiniz bir şeyler devreye giriyor ve size olumsuz bir geri dönüş yapılıyor, hatta çoğu zaman geri dönüş dahi yapılmıyor. peki neden? şansınız varsa, ikinci görüşmeye çağrılırsınız. ikinci görüşmeye çağrıldıktan sonra işi büyük ihtimal alacağınızı düşünmeniz normal. normali budur çünkü. ancak, türkiye'de bu süreçlerin normal işlemediğini unutmamanız gerekiyor. her şey olumlu geçse dahi bu istediğiniz pozisyonu sizin kadar hak etmeyen ve sizin kadar istemeyen, sizinle aynı yetkinliklerde dahi olmayan birisi gelip o pozisyonu elinizden alıyor. işte tam da burada kişisel bağlantılar, networking ve iş hayatınızda hiçbir zaman faydası dokunmayan "torpil" devreye giriyor. eş-dost ricası, üst düzey yönetici emri ya da görüştüğünüz ik'cının bir yakını gelip bu işi alıyor. işte profesyonellik, işte türkiye'de kariyer gelişiminizin önündeki en büyük engel!

    bu işin bir kısmıydı, bir diğer kısmı ise profesyonel bir sürece objektif yaklaşamamak ve şirketin ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmadan, aranan pozisyonun şirkete ne gibi katma değer sağlayabileceğini hesaplamadan, "herkeste var, bizde neden olmasın?" mantığıyla az paraya çalışacak eleman aramak üzerine kurulu. bir örnek vereyim; türkiye'nin önde gelen ayakkabı perakende grubunun e-ticaret yöneticisi çalıştığım en son pozisyonla ilgili olarak "üniversitede neyi pazarlıyorsunuz?" sorusunu sorabildi. cevap olarak da "çalıştığım üniversite, özel bir üniversite. sizce neyi pazarlıyoruz?" cevabını alınca yanında bulunan ik'cıya manidar bir bakış attı. bu konuşmadan sonra ik'cı yazmış olduğum maaş aralığı ilgili pozisyon ve iş tecrübeme göre uygun bir maaş olmasına rağmen "maaşta esneme payı var mı?" diye sordu. iki taraf için de görüşmenin bundan sonrası bir formaliteye dönüştü. iş ilanı verdiği pozisyonun görevlerini bile bilmeyen bir yöneticiyle karşılaştığınızda o işi alma şansınız olsa bile yürütebilme şansınız yoktur. bu örneği sadece burada değil, daha önce görüştüğüm birçok şirkette yaşadım. işin içine kişisel yaklaşımlar girince iş görüşmesi objektifliğini yitiriyor ve sizin için sadece bir zaman kaybı oluyor.

    bir diğer ve en önemli konu ise görüşülen adaya saygı ve ilgili pozisyon için yazılan gereksinimlerin yapacağınız işte ne kadar gerekli olduğu konusu. ne yazık ki bu konuda da çoğu şirket sınıfta kalıyor. ilgili pozisyon için bir şirketle görüştükten sonra yarısı süreç olumsuz ilerlerse geri dönüş dahi yapmıyor. elbette başvurduğunuz her pozisyona kabul edileceksiniz diye bir şey yok ancak gidilen bir görüşmede bile ciddi bir zaman ve emek söz konusu. tüm bunlardan sonra karşı tarafın hiçbir şey olmamış gibi sessizliğe bürünmesini tek gecelik ilişki ertesine benzetiyorum. bu da görüşülen adaya karşı yapılan büyük bir saygısızlık. bir de ilgili pozisyon için açılan ilana çalışacağınız pozisyonda bir kere bile kullanmayacağınız ya da işinizin bir parçası olmayan kriterlerin aday eleme aracı olarak kullanılması var. örneğin, bu yazıyı okuyan herkes az çok ingilizce biliyordur. ingilizce bilmek elbette ki iş arama süreçlerinde çok büyük bir artı ama başvurduğunuz pozisyonda ne faydası var? bu soruyu önce kendinize sormanız, sonra da insan kaynakları'na hatırlatmanız gerekiyor. ingilizce bir metni çok iyi anlayıp, anladığınızı düzgün bir şekilde yazıyla karşı tarafa iletebilecek yetkinlikteyseniz, işinizde en fazla birkaç kere kullanacağınız ingilizce konuşma yetinizin önemli bir kriter olarak adayın karşısına getirilmemesi gerekiyor ama getiriliyor. şüphesiz bunun saçma olduğunu düşünen tek ben değilim. bu az da olsa iyi hissettiriyor.

    bu arada, az daha unutuyordum! bugün ne oldu biliyor musunuz? türkiye'nin sayılı üniversitelerinden biriyle iş görüşmesine gidip, ilk görüşmenin ardından ikinci görüşmeye çağrılmıştım. buraya kadar her şey güzel. ikinci görüşmeye gittim, ikinci görüşmeye çağrılan tek aday olduğumu öğrendim, birimin yöneticisiyle maaşı konuşup anlaştım, başvurduğum pozisyonda görevine devam eden ve yakında ayrılacak olan çalışandan kısa bir oryantasyon aldım. birkaç gün içinde aranacağım ve işin resmiyete kavuşacağı söylendi. gönül rahatlığıyla beklerken şöyle bir mail aldım: "değerlendirmeler yapılmış olup yeni sorumlumuz bugün belirlenmiştir." ne yapalım? yazıyı burada bitirelim mi? bitirdikten sonra ikinci paragrafın son cümlesini tekrar okumanızı rica ederim.

    hepinize bol şans! buna ihtiyacınız olacak.

  • evladının ölümüne sebep olduğunuz bir kadınla ilgili kitlelerin karşısında olumsuz ifadeler kullanıp, sonra es verirseniz yuhalarlar, bu yuhalamaya da müdahale etmezseniz, yuhalatmış olursunuz.

    oldu yandaş arkadaş. git kumda oyna şimdi.

  • iğrenç yorumdur. kimi savunduğu, ideolojisi önemli değil. sorun kafada, kafanın işleyişinde. bir kadın nasıl kendini sadece çocuk doğuran, ev işi yapan, konuşmaya bile korkan, ikinci sınıf, hayatta var olmayan biri olarak görür bunu kendine yakıştırır? bunu anlamıyorum.

  • blues'un ayakları yere basar, cazın ise kanatları vardır.
    bu nedenle boşluğa düşerken caza tutunur; yere düşen yorgun bedeninizi blues ile kendine getirirsiniz.

  • vaktiyle illerimizden bir tanesinde, tecavüz mağduru kadın, kendine tecavüz edip yakalanan sapığı çarşıda görür. koşa koşa karakola gider. der ki " bu pislik kaçmış". karakoldan da cevaben "af çıktı bacım" derler "devlet bunları affetti."

    bunun üzerine kadın sinirlenir:

    " lan bu pislik devlete mi tecavüz etti? devlete ne oluyor?"

    kıssadan hisse.