hesabın var mı? giriş yap

  • kazanın gerçekleştiği ve bir yaralının olduğu vagonlardan birindeydim. kaza anını anlatmak gerekirse, metro hafiften titremeye başladı, çok anormal bir durum olarak görmedik ama bir süre sonra titreme şiddeti epey arttı ve saniyeler içerisinde şu manzara gerçekleşti: (+18)

    http://imgur.com/ecpwjpw.jpg

    bu manzaradan hemen sonra metrodaki acil çıkış düğmesine bastık ve sirenler çaldı. şansımıza metronun her iki tarafında duvar değil de sağ tarafında inşaatın olduğu ve inşaat işçilerin olduğu boş bi alan vardı. onlardan yardım istedik, kapı açıldı ve çıkmaya başladık. ambulans istedik ve 30 dakika boyunca ambulans gelmedi ve o adam yaralı bi şekilde yerde yatmaya devam etti. kazazedelerden biri metroda çalışan işçilere "burada sağlık görevlisi yok mu hiç? başınıza bi şey gelse çağırabileceğiniz herhangi bi kimse?" dedi ama işçilerin başını öne eğip susması durumun vehametini özetlemeye yetti. kaza alanından çıkmak için de bu yolu kullandık:

    http://imgur.com/itq7kqs.jpg

    http://imgur.com/sccpgju.jpg

    http://imgur.com/ykrjrmm.jpg

    http://imgur.com/pf71ktv.jpg

    söylenecek çok söz de yok aslında.

    dip not: burayı okuyan haber ajanslarının dikkatine, yukarıdaki fotoğrafları dilediğiniz gibi kullanabilirsiniz. yeter ki türkiye'de insan hayatının bu kadar ucuz olduğunu herkesin yüzüne tokat gibi çarpın.

  • sabah işe gitmeden hepsinin bitirebilmek için akşam yemeğinden sonra başlanılması gereken aktiviteler kombinasyonu.

    ben cuma akşamı başlıyorum, salı sabaha anca yetişiyor.

  • fakirliğin kokusu... nedense beni en çok bu etkiledi filmde. resmen aldım o kokuyu: ıslak yer bezlerinin ruhu üşüten çürüksü kokusu, ne kadar fırçalanıp temizlense lağım kokusunu hissettiren tuvalet, kavrulmuş soğan, haşlanmış lahana ve taşan sütten oluşmuş, evin ve yaşayanların her zerresine sinmiş o uğursuz koku. niye bilmem klozeti bile absürd yerde olan bu dehliz (cehennem?) ev içinde yaşayanlara ne kadar yıkansalar, parfüme bulansalar bile başka türlü kokma imkanı vermez hissi film boyunca lanet gibi ensemdeydi.
    sosyal tabakanın en altındaki hep aç, hep kokan fakirlerin birbirlerinin yerlerini almaktaki acımasızlığı ve zenginlerin çok da umursamaz ve farkında değilmişler gibi göründükleri fakirlere karşı tiksintisi, aslında en ufak yanlışlarını bile gözden kaçırmayan dikkatleri, bunların işlendiği sahneler son derece direkt, cesur ve sarsıcıydı.
    kısacası ben beğendim, mide bulandıran kore dizisi kavramından uzak, pek güzel bir film. neydi bu kavramın ana hatları: güney kore işi şaşırma efekti (hani ağız oooo yapılır, gözler sonuna dek açılır, kıçına hıyar kaçmış pokemona dönen şerefsizin cildi o kadar porselendir ki çoğu kadına on basar parlaklıkta, eşşoğleşşek), kadın erkek alayının uçuk pembe likit rujlu dudakları, tek gözü zinhar göstermeyen yandan sarkmış emo saçlar, dış görünüşe aşırı odaklı adeta karikatürize, karakter değil tip olabilen insanlar, biliyorsunuz işte.
    kahrolsun k-pop, kahrolsun orijinalı kore senaryosu olup "hayat treni", "eltimin görümcesi", "elma şekeri sokağı" gibi akla zarar ve düşük iq'lu çakma adlarla bizdeki seyirciye kakalanan tüm diziler der giderim. amerigan kültür emperyalizmi out, güney kore in. "midesi hasta olduğu halde donut yiyip acı kahve içen amerikan polisi 101" i alalı daha ne oldu ki zengin erkeğe aşık şaşkaloz ve anoreksiya nevroza hastası mı aşırı zarif mi karar veremediğimiz çırpı bacaklı kız bu denli hayatımıza girdi? neyse ki entriye konu film bizi her anlamı ile cilalı kore'den alıp yer altına indiriyor, orada da bırakıyor.
    tavsiye ederim. şiddetli olabilir hatta.

  • önce sokak köpekleri sonra da bu it taparlar toplanmalı. bunlar topluma zarar kişilerdir.

  • internete düşen amber heard johnny depp arasındaki ilişkinin ses kayıtları. ikilinin nasıl bir ilişkisi olduğunu, dünyada da kadın beyanı esastır anlayışını, johnny depp'in nasıl gereksiz linç yediğini görüyoruz. amber heard itirafı

    yazılanlardan sonra edit: johnny'e kaydı bildiğinden sakin davranıyor kadını çıldırtmış (!) diyen var. birincisi kaydı gittikleri ilişki terapisti alıyor sonradan kendilerine dinletmek için. belki haberi vardır ama amber da sürekli sakin kalmasından şikayetçi yani kayıtla alakalı bir durum değil adamın huyu bu. ikincisi johnny depp dediğimiz adam 56 yaşında 56. muhtemelen birçok ilişki ve kavga yaşamış ki tartışmadan uzak bir hayat istiyor.
    johnny'nin eski ilişkisinden kate mossbahseden olmuş. kate ile ayrılma sebebi kadının johnny'e sormadan çocuğu aldırması. babadan habersiz kürtaj yani.
    ayrıyeten eklemek isterim ki adamın kolunda amber'in dövmesi vardı evlenirken ve boşandıktan sonra amber'in ailesi ile konuşurken onu hala sevdiğini söylüyordu.

    bu da redditten bir başka video video için @smokinli ornitorenk'e teşekkürler.

  • - birşey mi var beyefendi??
    - pardon?
    - neden bakıyorsunuz sürekli??
    - pardon çok özür dilerim, birine benzettim sizi...
    - ...
    - ve ben onu çok özledim...
    - ...
    - sizin gibi renkli kocaman bakan gözleri vardı onun da... saçları sarıydı, teni beyazdı... gerçi son gördüğümde saatlerce kucağımda uyuttuğum için onu, doyamadığım için oynamaya onlarla, dağınıktı biraz saçları mesela, ama her zaman bakımlıydı...

    gülünce dişleri kocaman görünürdü, ve hiç sevmezdi bunu; çok düşkündü güzelliğine... oysa ben de tam tersine, en doğal zamanlarında, gerçekten içten güldüğü anlarda aşık olurdum ona... şimdi düşünüyorum da, hep ima etmişim, hiç söylememişim onu "çirkinken" daha çok sevdiğimi... inanmazdı muhtemelen, ama söyleseydim keşke...

    gülünce tombullaşırdı yanakları, işte tam da o anda avuçlarımın içine alırdım güzelim yüzünü; gözlerimi gözlerine dikerdim, kırpmadan bakardım ona... gözlerimiz dalarken koyu sohbete, biz susardık... sahi, ne kadar da "bir"mişiz aslında...

    gizli saklı haberleşirdik, kimselere belli etmezdik... telefonu açtığımda "naapıyosun sen bakiim" derdim çocukça, "sen yaapıyosun" derdi... havadan sudan konuşurduk, hep kaçak oynardık, ertelerdik asıl söylenmesi gerekenleri, söylemek istediklerimizi...
    bir sessizlik olurdu konuşma arasında tam yeri geldiğini belli eden... "özledim seni" derdi, "burnumda tütüyorsun" derdim... inanırdım, inanırdı...

    yanyana geldiğimizde iki yabancı gibi bakardık birbirimize... yasaktık sanki nedense... mesafeli kalırdık başka insanların yanında, heyecanla yalnız kalacağımız anı beklerdik... ilk fırsatta dokunurdu dudaklarımız... öyle ateşli öpüşmeler değil, eşsiz dokunuşlardı bizimkisi, benzeri olmayan...

    günler birktirirdim ona, anlatılması gereken hikayelerle geçen günler... hepsini anlatmaya vaktimiz olmazdı hiç, çoğunlukla onu dinlerken, onu izlerken öldürürdüm zamanı... vazgeçmek ne kolaydı, ucunda o olunca... hep anlatan ben, hep ketum oluverirdim onun yanında...
    yanıbaşında...
    ne güzeldi hep onunla olmak, yanıbaşında... nefesini kıskandıracak kadar yakınında, omuzlarımız birbirine dokunacak kadar dipdibe... parmaklarını parmaklarıma dolayabileceğim kadarlık mesafede...

    "senden de, senin sevginden de vazgeçemiyorum, ne olur sen de vazgeçme benden" demişti son defasında... vazgeçtiğimi söyleyecek cesareti toplayamamıştım ona, yapamamıştım;
    meğer ne kadar zordu sadece onun için herşeyden vazgeçmeyi göze aldığımı söyleyebilmek...
    hep yazdıklarımı, ancak yazarken anlatabildiklerimi kulağına fısıldayabilmek isterdim, yapamadım...
    "seni seviyorum" diyordu," özledim" diyordu... "eskiden olduğu gibi günün bilmemkaç saatini birlikte geçirebilmek için neler vermezdim" diyordu...
    ama sadece "geliyorum" dese yeterdi bana;
    demedi, diyemedi...

    hani siz az önce telefonla konuşurken gülümsüyordunuz, gözleriniz kısılıyordu ya, ne bileyim, ona benzettim sizi birden fena halde... ne kadar canlıymış anılarım, ne kadar tazeymiş yaralarım, ne kadar kırıkmış hayallerim meğerse...

    * * *
    - birşey mi var beyefendi??
    - pardon?
    - neden bakıyorsunuz sürekli??
    - pardon çok özür dilerim, birine benzettim de sizi, dalmışım biraz... çok özür dilerim...
    - herneyse, önemli değil...
    - tekrar özür dilerim, iyi günler...

  • son 7 haftada ibb ile maçı da olmadığına göre artık rahatlıkla şampiyon diyebiliriz onlar için.

  • ne gelenegi aq. yetmis yasinda amca gecip arabanin onunde bahsis istiyor mu ? bildigin itin kopugun havadan para almak icin gelenek ayagina yatip , yol kesmek. baska da bir sey degil.

  • benim mecidiyeköydeki ev sahibimde bu hırsızlardandı, adamın banka hesabı bile yoktu, hayatında bir gün düzgün iş yapmadığını, övünerek anlatır, her fırsatta bizim gibi sabah 8 akşam 8 çalışan kiracılarına laf sokardı. bütün gün evinde oturur 5 dairesinden aldığı kirayı yerdi. istanbulda zar zor krediyle aldım evimi, ama ömrüm boyunca çalışıp biriktirsem bu hırsız ve benzerlerinin tek vurgunla yaptığı servetin yarısına sahip olamayacağım, bizim gibi namuslu insanların çocukları bu avam hırsızların sülalesine çalışacak.

    burada da doluşmuş bu gerçeği eleştiren hırsız çocukları , duygusal duygusal güzellemeler yapmışlar, tabi türkiyede bu hırsızlıktan vurgun yapmış zengin çok , evlatlarıda hırsız soylarını savunuyor, ama onlarda emekçiydi cart curt diye, hatta hırsıza hırsız olduğunu söyleyenlere rantçı diyen mal bile gelmiş.