ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
avrupa sineması
-
deneysel sinemanın anavatanıdır.
hümanizmdir (renoir), marxist bilinçtir(godard), çılgınlıktır (fellini), aşktır (truffaut), varoluşçuluktur (bergman), bunalımlardır (antonioni), politikadır (rosi), burjuvazinin mezar kazıcısıdır (bunuel), huzursuzluktur (haneke), kadınlık halleridir (trier), sözün zaferidir (rohmer), manevi karmaşaların dünyasıdır (kieslowski), zamanın estetiğidir (angelopoulos), rahatsız edicidir (mungiu), küçük insanın eylem alanıdır (dardenne kardeşler), tersine çevrilebilirliktir (lanthimos), spekülatiftir (malle), sınıfsal çatışmaların alanıdır (chabrol)...
kısacası dünyada olup biten her şeydir.
edit: imla
başkentin masaj köleleri
-
fetö'den daha az tehlikeli ve daha çok kripto oldukları için bu gruplarla mücadeleyi emniyet değil sosyal medya ve müge anlı yapıyor. sonra da muasır medeniyet, sonra da ahlaklı nesil.
yaran inci sözlük entry'leri
-
başlık: 3 senedir zara poşetiyle geziyorum
1. çöpte buldum sobada ütüledim içine gazete doldurdum metro tramvay geziyorum...
gözler üstümde keyfim yerinde.
yaran facebook durum güncellemeleri
-
"hatunun boyu 1.50, aradığı adamın boyu 1.90, beraberlik 3.90"
ayrılık
-
ayrılık deyince en acısı aşkta olur zanneder insanlar. aşk nedir ki? ya atlarsın, ya düşersin, baktın olmaz vaz geçersin...
daha önce kuzey kore'de kalmış bir insanın oradaki anılarının her kelimesini pür dikkat dinleyen bir güney koreli ile karşılaştıysan,
güney kıbrıs'ta büyümüş bir yunan kız, sana saatlerce kuzey kıbrıs'ı anlattırdıysa,
yunan bir arkadaşın istanbul'a seni görmeye gelirken, istanbul doğumlu dedesi gelmesini istemediyse ve bunun tek nedeni istanbul'u görürse selanik'e dönmek istemeyeceğinden korkması ise,
beyrut'ta yolda yürürken biri kahramanmaraşlı, diğeri vanlı iki ermeniyle karşılaştıysan ve ikisi de nenelerinden öğrendikleri kırık ve eski bir türkçeyle seninle konuşmaya çalıştıysa,
bosna doğumlu bir sırp, sana anneannesinin evini, çocukluğunu, şimdi her biri başka devlet vatandaşı iki sıra arkadaşını anlattıysa,
bir muhacirin kızı olan annen "tuna anlattıkları kadar güzel mi" diye sorarken sesinin titremesini engelleyemiyorsa,
bir kadın ve bir erkeğin birbirlerinden ayrılmalarının, bahse değmeyecek, en beleş acı olduğunu anlar, susarsın.
tuğba södekoğlu
-
az önce habertürk canlı yayınında kardeşi enkaz altında kalan bir kızın "yardım gelmiyor günlerdir çağırıyoruz" dediği an mikrofonu çekip hemen kızın yanından uzaklaştı.
çürüme bütün ülkeye yayılmış.
videosu: https://twitter.com/…siz/status/1623088528937607170
edit: şu başlığı açtım destek verebilir misiniz belki bir şeyler değişir:
(bkz: depremzedelere mikrofon uzatamayan türk medyası)
ahmed arif
-
bir gazetecinin "tek bir kitapla şair olunur mu?" sorusuna "tek bir kitapla peygamber olunuyor da şair niye olunmasın?" cevabını vermiştir.
dişçiye bir umutla hangi diş macunu diye sormak
-
ergenlik yıllarımdan (ki hala çıkamadığım iddia edilir) bir eylem. ne zaman diş hekimine gitsem izlediğim reklamların etkisiyle muayenenin sonunda sorardım: "peki hangi diş macununu önerirsiniz? hangisini kullanmalıyım?"
yanıt ne olurdu dersiniz dostlarım? aha söylüyorum: "farketmez". şu ana kadar bana en çok alaka gösteren diş hekiminden aldığım yorum da şuydu: "hepsi üç aşağı beş yukarı aynı, farketmez aslında... bir açıdan fırça macundan daha önemli". fırça macundan önemliyse ver misvakla sazımı düşeyim anadolu yollarına aşık gülabi gibi.
şu duygusuzluğa bak, hepsi aynıymış, domatesleri elleye elleye seçen kadını azarlıyor sanki pazarda. lan peki ben reklamlardaki sevgiyi göremeyeceksem ne anladım dolgudan, ne anladım yirmilik çekiminden, diş taşı temizliğinden. bunu kullanmanızı öneriyorum desene, kolgeyt desene, yumurta çıkarsana ipana testi yapsana. duygusuz.
kayınpederin her boktan anlaması
-
benim kaynımın kayınpederi bu. aydın abi.
dükkana raf yapılacak, ne yaptı ne etti marangozu saf dışı bırakıp sabah ezanıyla dükkanın önüne, elinde alet çantası, su terazisiyle damladı. raflar sik gibi oldu.
çanakkale'den yazlık alacağız, aydın abi ekspertiz kesildi başımıza. 2 yıl oldu hala bir yazlık alamadık.
rakı sofrasındayız, aydın abi hancı. rakıya buz atılmaması gerektiğini anlatıyor. rakı şalgamla içilmez, onunla içilmez, bununla içilmez. arsenikle içebilir miyiz aydın abi?
balık yiyeceğiz, aydın abi atlıyor hemen, yılların balık pişiricisi.
bir arkadaşımız araba alacak, nereden duyum aldıysa aydın abi ışık hızıyla araba pazarında ortaya çıkıyor. çocuk vw isterken bunun gazıyla fiat albea aldı. ağlıyo şimdi köşelere çömelip.
aydın abi çıkan omzu yerine oturtur, et terbiye eder, mangal yakar, mangalı söndürür, avize monte eder, mobilya cilalar, balkonda yasemin yetiştirir, gül budar, ütü yapar, mantının yapımını bilir, şarap eksperidir, boğa güreşcisidir, astronottur, tuvaldeki kadındır. hiç susmaz, herşeyi bilir, ölümüne tartışır.
yaşıtları hacıya gidiyor. keşke bu da gitse biraz.
bağımsız sinema
-
"sinema endüstrisi olmasaydı, iyi filmler yapılabilirdi." sözü bağımsız sinema hakkında bize en net anlamı ifade eden sözdür herhalde. bir senaristin ya da yönetmenin; toplumsal kaygılardan arınarak, siyasi veya ideolojik baskılardan sıyrılarak kamerasını istediği gibi kullanma özgürlüğüdür bağımsız sinema.
bir karıncanın hayatını mı çekmek istiyorsun? portakallardan bahset. tecavüze uğramış bir kadından mı bahsetmek istiyorsun? halkı çek. bağımsız sinema budur.
2 yıldır görüşülmeyen arkadaşın mesaj atması
-
3 ay önce falandı, çocukları uyuttuk hanımla, film izlicez diye oturduk tvnin başına ama çocuklu aileler bilir, bu keyif öyle her zaman denk gelmez. neyse tam filmi seçtik başlicaz, mesaj geldi bana. kim dedi hanım, bu saatte? bilmem dedim bildirimdir falan... bak bakalım dedi, baktım;
-babam öldü.
aradım hemen, neredesiniz dedim, hastanedeyiz dedi. kim var yanında dedim, ablam falan dedi... geliyim mi dedim, yok gelme yarın cenazeye gel ama dedi. elbette dedim. ertesi gün cenaze namazına yetişemedim, geç kaldım. defnedilirken yetiştim mezarlıkta, baktım toprak atılırken o mezarın basında duruyor. ağlamıyor, sadece izliyor olup biteni... gittim yanına, kardeşim dedim, arkasını döndü. sarıldık. orada ağlamaya basladı. ağladık...
ben bu adamı 20 senedir tanıyorum. son 10 senedir en fazla 7-8 defa görüşmüşüzdür ama her görüştüğümüzde 20 sene önce ki muhabbetimiz devam eder. güleriz eğleniriz anlatırız dertleşiriz... yani dostluk dediğiniz öyle birbirini aramayınca bozulan bir mevzu değil. dostluk yürekte. yürek aynı kalırsa dostluklar da bozulmuyor, istersen 300 yıl görme, dostun seni tanıyor biliyor seviyor... değişmesin yüreğiniz, gerisi 10 sene sonra aramıs falanı filanı önemli değil.