hesabın var mı? giriş yap

  • hilmi malzemeden çalan hırsız müteahhit gibi . çük gibi bi bina yaptı sonunda yıkıldı.
    ama hasan hırsızlık nedir bilmedi. koca plazayı dikti adaya.
    sonuç: çabuk kazanmak için hırsızlık yapmayın kaybedersiniz
    debe: herkesin ulusal egemenlik ve çocuk bayramı kutlu olsun. ulusal egemenliğimiz daim olsun.

  • (bkz: malum ırk)

    tek başlarına kavga edecek yüreğe sahip olmadıkları gibi, kalabalık olmalarına rağmen sopayla saldırmaları beni şaşırtmamıştır.

  • "gebersin abicim, benim malıma neden zarar veriyorsung ya?!" şeklindeki süper hümanist yakarışıyla göz dolduran dükkan sahibinden adeta söke söke rol çalmış teyzemizdir.

  • atamın sadece içimizdeki yobazlarla bölücüleri değil yunan faşistleri de hala inim inim inlettiğini gösteren haber

    bu yobazların “keşke yunan kazansaydı” cümlesinin neden söylediği şimdi daha iyi anlaşılıyor.

  • tanımı mühendisçe yazarsam şöyle demeliyim:

    düzgün torkla sıkılmayan kuyruk rotoru pallerinin bağlantı noktalarından kopmasının ardından fırlayan parçaların ana rotor pallerine vurması ile aynı anda kuyruk rotoru koptuğundan ötürü ana rotorun doğal bir açısal momentum ile aniden kabini döndürmesi sonucu emniyet kemeri bağlı olmayan kullanıcının helikopter kabinine çarpmasıyla gerçekleşen üzücü bir hadise.

    yılların helikopter bakımcısı moduna geçersem; helikopter riskli araçtır gençler. özellikle dönen parçaların sabitlemesinin düzgün torkla yani sıkma kuvveti ile yapılması gerekir. bu tork işlemi belirli güce ayarlanmış torkmetreler (örnek) ile yapılır. bu aletlerin her belli periyotlarda kalibrasyonu olur. eğer düzgün torklama olmazsa bu şekilde kazalar kolayca gerçekleşir.

    ayrıca ana rotor'un pallerine bakarsanız aşırı bir dengesizlik ve salınım görüyorsunuz. kaza geliyorum demiş. kuyruk rotoru kopmasaydı eninde sonunda o ana rotora aşırı sarsıntıdan bir şeyler olurdu.

    netice şudur; mühendislik tarihi kanla yazılmıştır. ben evde hidrojenle çalışan motor yaptım, okulda güneş enerjili uçak icat ettim, jet motoru nedir ya vikipedyaya baka baka yaparız demek olmaz.

    edit büdüt: konuyu hiç bilmeyenlere mühendisçe yazarak "cıvataları sıksaydı kaza olmazdı" anafikrini anlatabildiğime göre sanırım güzel bir entari yazmışım. hayırlı forumlar *

  • caz kilise kökenli bir müziktir. afro-amerikalıların kendi ritimlerini kullanarak söyledikleri ilahilerden gelir.

    roll jordan roll

    tabi ki çıkış noktası tarlalarda, madenlerde çalışırken söylenen uzun hava şarkılardır. ama gelişiminin kilise müziği sayesinde olduğunu söyleyebiliriz. çünkü siyahiler ile beyazların hiyerarşi olmadan bir araya gelebildikleri nadir alanlar kiliselerdi ve burada banjo, organ gibi beyazlara ait enstrumanları keşfedebildiler.

    ki bugün bilinen jazz şarkılarının çoğu -oh mary don't you weep, when the saints go marching in- ilahidir. ray charles vokallerini genelde kilise korosundan seçermiş.

    burada charles pickard ware ve lucy mckim garrison tarafından yayınlanan bir koleksiyon var. caz müziğin erken örneklerini görebilirsiniz.

    blues, daha farklı bir kimliğe sahip. çıkış noktası hemen hemen aynı, ama caz müziğe nispeten tek tonlu olduğunu, daha melankolik bir kimliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. şöyle de ifade edebiliriz: caz kilise müziğiyse blues taşra müziğiydi.

    blind lemon jefferson blues müziğin babası olarak görülür. kör bir sokak müzisyeni kendisi. texas'ta gitarıyla sokaklarda çalarken paramount müzik şirketi tarafından keşfediliyor ve şarkıları kaydediliyor. geniş kitlelere ulaşan ilk blues müzisyeni olarak kabul edilir.

    şunu da belirtmek gerekiyor ki, halk müziğinin kente hitap etmesi ancak taşralardan kentlere göçlerin en üst seviyeye ulaştığı ve kayıt teknolojisinin geliştiği zamanlarda mümkün olabildi. blues da bu sayede yayıldı.

    blues "hüzün" demek zaten. ki cazın aksine hillybilly müziğe de yakındır. hatta jimmy rodgers woody guthrie, johnny cash, bob dylan gibi country şarkıcılarının temsil ettiği geleneğin ilk öncüsüdür ve bir "blues" müzisyenidir.

    kısaca şunu söyleyebiliriz: caz arkaik olarak tarlalardan ve madenlerden çıksa da, kilise müziğidir. hatta sidney finkelstein'ın ifadesiyle "bir afrika müziği değil, amerikan müziği"dir. blues ise taşrada dertlenip sazı eline alan köylünün müziğidir.

    ekşi şeyler editi: bu giriyi yazmaya başladığımda bu konulardaki araştırmalarıma yeni başlamıştım. eksik olduğum noktalar olabilir. mesela cazı bir "kilise müziği" olarak tanımlamışım, bu yanlış değil ama biraz eksik. caz aynı zamanda blues'a göre daha "kentli" bir kimliğe sahiptir, bunu da eklemek lazım.

  • yorgun parmaklarıyla çay bardağını kavradı; küçük bir yudumdan sonra gözlerime bakıp, hiç değişmemişsin dedi.

    sen de dedim.

    sesimdeki tereddüdü farketti, "hadi canım 22 sene geçti, 3 çocuk doğurdum, kilo aldım, kibar olma" dedi.

    - 3 çocuk mu, 1 tane demiştin telefonda?
    - üniversiteye hazırlanandan bahsetmiştim, bir de ikizler var. ya sende?
    - 1 tane, kız.
    - ne güzel, benimkiler de 2 kız 1 oğlan. ama oğlan çok üzüyor beni.
    - niye?
    - işte, boşandıktan sonra başedemiyorum, çok huysuz.
    - o çocukla mı evlendiydiniz?

    suratını ekşiterek hııı dedikten sonra, garsona baktı, bi çay daha verir misin.
    gözlerini masadaki boş bardağa dikti. ne aptalmışım dedi.

    - bilemezdin ki.
    - annem söylemişti. ondan koca olmaz dediydi. ama seni çok severdi. çok efendi çocuk, kibar çocuk derdi.

    sıkıldım bir an; konuyu değiştirmek istedim. annen nasıl? öldü, geçen sene . ne diyeceğimi bilemedim; başın sağolsun.

    gözleri buğulandı ama gülümsemeye çalıştı; sağol seninkiler? - aynı, emekliler işte.

    yumuşacık kahverengi gözlerine baktım..gülümsediği zaman düzgün dişleri yine ışıl ışıldı.

    - niye boşandınız?
    - çok kabaydı, sürekli hakaret, sürekli kavga, aşağılama..niye çekeyim dedim.
    - o kadar seneden sonra, 3 çocuk?
    - çekilmezdi, cehennem gibiydi hayat onunla. dayanamadım.
    - seviyordun.
    - aptalmışım dedim ya.

    22 yıl önce en son görüştüğümüz günü hatırladım; kusura bakma demişti, ben onu seviyorum, ne yaparsa yapsın. evet!
    peki demiştim. nasıl istersen.. şaşırmıştım, gururum kırılmıştı, ölecek gibiydim, çok seviyordum. hoşçakal o zaman deyip yürüyüp gitmiştim. o gencecik halimde kendime gelmem 2 yıl sürmüştü. içine kapanık, kırılgan birisiydim zaten. o yaz tanışmıştık. 2 yıldır beraber olduğu o çocuktan kavga edip ayrıldığı bir dönem olduğunu bilmiyordum tabi. ortak o kadar çok zevkimiz vardı ki..kitaplar, müzik, sinema.. o da benden etkilenmişti ama ben deli gibi aşık olmuştum.

    1 yıl sonra geldiği gibi o çocuğa dönmüştü. bir anda, kusura bakma ben onu seviyorum diyerek. kusura bakma? ne kadar kolay bir özür. klasik cümleleri de sıralamayı ihmal etmemişti: sen çok iyisin, daha iyilerine layıksın vs. eve gidip hüngür hüngür ağladığımı hatırlıyorum. sevgilimi kaybettiğim için mi? yoksa bir başkası için terk edildiğim için mi? ikisi için de..20 yaşında bir erkek için ağırdı be.

    - acıktım, bir şeyler yiyelim mi?
    tabi dedim garsona işaret ettim. tatlı isterim dedi. sütlaç.
    eskiden de çok severdi, tunalı'da el ele gezerken flamingo pastanesinde hep sütlaç yerdik. burnumun direği sızladı.

    - bana kızgınsın di mi?
    - yooo, nereden çıkarıyorsun. çocuktuk. nereden bilebilirdik ki? çok üzdün beni diyemedim, gülümsedim.
    - çok yorgunum, çok yalnızım; nafaka da vermiyor.

    gözleri yine doldu; ağlamaya başladı. neredeyse boş pastanedeki bir kaç kişi bize baktı. garsonlar bizim masaya kaçamak bakışlar atıp birşeyler fısıldaştılar.

    seni çok üzdüm di mi dedi. biliyorum hata ettim şimdi olsa..sustu. neyse dedim en azından çocukların var.

    - doğru. gözünün önüne düşen kumral telleri parmağıyla kenara attı. bu hareketini çok severdim, kumral saçlarını da.

    işe dönmem lazım dedim. telaşlandı, tabi dedi. evine bırakayım deyince gözleri parladı. gerçekten mi? elbette dedim; bu yağmurda yürü git mi diycem sandın? halâ çok kibarsın dedi.

    arabaya bindik. uzaktı evi; tarif etti. evin önünde durdum. el sıkıştık. arıycam dedi. ara dedim.

    -------

    edit : soran arkadaşlar için-bir daha görüşmedim..

  • yazıcısı olduğum inşaat takım odasındaki bilgisayarın mouseunun bozuk olması, değiştirilmesi için bölük komutanına defalarca hatırlatmam, kaynak yok diye sürekli ertelenmesi, sonunda cinnet geçirip kendi cebimden mouse almaya karar vermem ( bilgisayar kullanırken cidden kafa bozuyor o bozuk mouse) takım komutanının " uygun olmaz " diyerek teklifimi reddetmesi.
    inşallah bu yazıyı yazarken sorun çıkm

  • burada ayıplanması gereken o peynire alarm takan market değil, buna mecbur bırakmış müşteri portföyüdür. yoksa kim hangi market fantazi olsun diye peynire takmak için alarma ekstra masraf yapmak ister?

    edit: yahu nasıl insanlarsınız mesaj kutumu patlatmışsınız. şu an penire takılan alarmın önemini daha bir farklı anladım. hırsızlığı legal kılmaya çalışan mı ararsınız (10 liraya satılacak peyniri 60 liraya satarlarsa tabi çalınırmış, hakediyorlarmış), sistemi suçlayacağına mazlum insanı suçlama (ve daha buraya yazamayacağım argo ithamları) diyeni mi ararsınız... sanki o peyniri ben 60 lira yapmışım gibi yazanlarınız var gerçekten ne kullanıyorsunuz? ben entry'imde sistemi övmedim, 60 lira peynir çok güzel gidin alın demedim. her entrimde politik bir sorunun altını çizmek zorunda da değilim. bombok bir sistemin bombok bir ekonomik sonucu içinde olduğumuzu zaten biliyoruz. neden politik bir eşeştiri yapmadın diye dm atmanız o kadar saçma ki... buyurun siz yapın. ama sistem bozuk deyip kendi pisliklerinize masum kulplar bulmaya çalışmayın. sistem bozuk zaten diye suçlayalım sistemi, keselim milleti, yağmalayalım marketleri oh ne kafalar ya.

  • şu görüntüleri izledikten sonra kızdığım tek kişi mansur yavaş.

    ya abicim neden ekmeği maliyetinden düşüğe satıp krizin vurucu etkisini göğüslüyorsun. sen sebep olmadın ki bu krize. bırak insanlar özgürce yaptığı seçimlerin bedelini ödesinler. burası sincan, %70'i düşündü taşındı seçimini bu yönde yaptı. adam 1.25 liraya ekmek almaya devam ettikçe "bakın demek ki zam falan yok, diğer her yer fırsatçı, bunlar hep dış güçlerin oyunu" deyip yoluna devam ediyor. sen unun, yağın, personelin güncel maliyetini girişe as 2 liradan sat ekmeğini insanlar bırak yüzleşsin tercihiyle.

  • hakan'ın kafasını vurduğunda duyduk di mi turabi'yi ve gördük di mi kancık nadya'nın gülüşünü.

    iki adet net orostopol olan show programı. görüntü çok net.

  • "kocam çok iyi biridir, onunla bir problemim yok" dediğin adamı 2 yıl aldatmandan problemin kimde olduğunu anladık biz zaten.

    tanım : ruh hastası beyanı.