hesabın var mı? giriş yap

  • inşallah çıkar burdan, oraya giremez. buraya da dönemez. ortada ayazda kalmış bekçi siki gibi kalır. bi de savunmuyorlar mı "ziminindi bi cihillik itmiş". insanın kürekle vurası geliyor. bunun gibi yavşaklar yüzünden dünyada bizi adam yerine koyan yok. be amk insan evladı. hiç mi anan baban, yol gösterenin olmadı. ülke kötüye gidiyormuş da ondan amerikaya geri dönecek miş. senin gibiler yüzünden kötüye gidiyor ülke.

    edit: adam entryi silmekle kalmamış, tası tarağı da toplayıp gitmiş. bi arkadaşım falan demiş ama, kendisi değilse ben de ne olayım lan.

    edit 2:gitmemiş, geri gelmiş. marifetmiş gibi de taciz edip duruyor. aferim, mesai bitiminde gel de senin ve o "arkadaş"ının madalyalarını takdim edelim.

  • dram içerir.
    gönül isterdi '' sadece fazla düşünme sorunu yaşayan insanların anlayabileceği şeyler'' diye bola döke başlık açabileyim. hepinizin malumu yine karakter sınırına takıldım.
    ben de fazla düşünme sorunundan muzdarip olduğumdan acımı paylaşmak, benim gibileri görüp daha normal hissetmek için gündemde bu konuya da yer vereyim dedim.

    1) her zaman, her yerde kafasının içinde konu ve konumla alakasız bir sürü şey vardır;
    en yakın arkadaşın nasıl aldatıldığını göz yaşları içinde anlatırken, sen bir yandan onu dinliyor gibi yapıp bir yandan arkadaki masanın ceviz ağacından mı olduğunu, kahve içmeyi, saatin kaç olduğunu ve aynı anda bir sürü şeyi daha aklından geçirirsin.

    2)pratiktirler;
    hemen her konuda baştan savma bir çözümleri vardır. bira kapağını kilit karşılığı ile açmak gibi harika yöntemlerle hızlı ve bir o kadar da kirli sonuçlar elde ederler.

    3)çok yönlüdürler;
    fotoğrafçı olmaya karar verip bunun için yanıp tutuşurken, bir anda aslında kısa film çekmenin de ne harika bir fikir olduğunu düşünüp bununla alakalı derin araştırmalara girebilirler. odaklanma sorunları hayatları boyunca yakalarını bırakmaz. çevrelerindeki herkes potansiyellerinin farkındadır fakat maymun iştahları yüzünden hemen her şey proje evresinde kalır.

    4)bir dönem gece kuşu, bi dönemse yalnız kurt pozlarına girerler;
    çevrelerindeki kimse buna bir anlam veremez. gecelerin aranan isminden kıvrak bir hamleyle ev kuşuna evriliverirler.

    5)geçmişlerindeki herhangi saçma ve küçük bir hata ansızın akıllarına gelebilir;
    obsesiftirler, gece uyumakta güçlük çekerler ve yaratıcı olmalarına rağmen odaklanma problemi yaşadıklarından bunu üretime dökemezler.

    edit: ''dün gece çok uzun zamandan sonra ilk kez yalnız hissetmedim. teşekkürler herkese...''

    şöyle bir yazarların bulunduğu destek grubumuz var

  • önce otobüsteki yerini aldı, sonra işini aldı, sonra evini aldı barınamaz oldun, şimdi de canını alıyor hala da anketlerde %40 akp çıkıyor.

    umrumda olmayan görüntülerdir.

  • siyasal islam boktur.
    siyasal islam bok çukurudur.
    siyasal islam içi irin idrar ve bok dolu bir çukurdur.
    kim bundan besleniyorsa boku ve irini yudum yudum içmektedir.

  • agir giriyorum gencler...

    bundan 100 yil sonra bugun hayatta olan hemen hemen kimsenin hayatta olmayacagi, 150 yil sonraysa bugun hayatta olanlari hatirlayan kimsenin bile hayatta olmayacagi, cogumuzun topragin altinda kemik yigini olarak sessiz sakin yatarken her turlu animizin, hatiramizin, ogrendiklerimizin, yasadiklarimizin unufak olacagi, onlardan geriye hicbir sey kalmayacagi, eger dunyada kalici bir eser birakmadiysak (ki %99'umuz birakmayacak) hic yasamamisiz gibi olacagi, hayatin biz olmadan da aynen devam edecegi gercegi.

    sabah aksam kitap okuyarak, belgesel izleyerek, ozene bezene ogrendigimiz o guzel ve ufku iki katina cikartan bilgiler coktan toza donusup ucmus olacak. ogrenenle ogrenmeyen, bilenle bilmeyen bir olacak. sanki hic yasamamis gibi olacagiz.

    yasadigimiz iyi, kotu anilar, bizi gulduren, aglatan, gurur duyduran, utandiran, yuzumuzu eksiten, gulumseten anilardan geriye hicbir sey kalmayacak. o anilari hatirlayan hic kimse hayatta olmayacak. cocuklugumuz, gencligimiz, yasliligimiz, hepsi bir anda ortaya cikip sonra bir anda ortadan kaybolan yaz ruzgari gibi ortadan kalkmis olacak, sanki hic olmamis gibi.

    izlenen diziler, filmler, dinlenen sarkilar, incelenen sanat eserleri ve o eserlerin bizde yarattigi her turlu etki coktan ortadan kalkmis olacak. gezdigimiz yerler, topladigimiz anilar, hatiralar, tanistigimiz, tartistigimiz, kavga ettigimiz, sevistigimiz, sarildigimiz, opustugumuz insanlar ortadan kalkmis olacak. onlari hatirlayan insanlar bile ortadan kalkmis olacak. okunan okullar, alinan diplomalar, edinilen tecrubeler, ogrenilen yabanci diller, teknik bilgiler hepsinin yerinde yeller esiyor olacak. beynimizdeki 100 milyar norondan geriye bir tanesi bile kalmayacak. her seye sonsuza kadar format atilacak.

    bundan 300-400 sene once yasayip da coktan olmus olan insanlaran %99,9'unun ismini, cismini, neye benzedigini, neden hoslandigini, nelere guldugunu, nelere agladigini, geriye neler biraktigini hicbir sekilde bilmeyiz. veba salgininda, ikinci dunya savasinda, kizilderili soykiriminda olen milyonlarca insan sanki hic yasamamis gibi sadece bir istatistik olarak kalir. tarih boyunca yasamis insanlarin %99,9'u geride kalici bir eser birakmadiklari icin hicbir sekilde bilinmez ve hic yasamamis gibidir. biz de (%99,9'umuz) aynen oyle olacagiz.

    hayat bizsiz de devam edecek. insanlar dogacak, buyuyecek, kendi anilarini yasayacak, gulecek, aglayacak, evlenecek, cogalacak, sevisecek, kavga edecek, ayrilacak, birbirine sarilacak, savasacak, karnini doyuracak, yeni cikan teknoloji urunlerini satin alacak, gezecek, tozacak, nefes alip verecek ve biz olmadan her sey aynen devam edecek.

    tuttugumuz takim biz olmadan da mac kazanacak, kaybedecek, eleyecek, elenecek, hakem golunu vermeyecek, tribunlerde binlerce insan sanki biz hic yasamamisiz gibi uzulecek, sevinecek, sokaklardaki insanlar sanki onceki nesiller hic gelip gecmemis gibi gunluk yasamlarina devam edecekler, kendisi olmasa dunyanin donmeyecegini ve evrenin kendi etrafinda dondugunu sanan milyarlarca kemik yigini topragin altinda sessiz sedasiz yatmaya devam edecek.

    biz olsak da olmasak da gunes dogacak, batacak, sahillere dalgalar vuracak, ruzgar esecek, yagmur yagacak, baharda agaclar yesillenecek, kisin yapraklar dokulecek, karlar yagacak, firtinalar kopacak, havalar isinacak, soguyacak, gokyuzunde yildizlar parlayacak, bulutlar oradan oraya savrulacak ve her sey aynen devam edecek. biz onlari gozlemlemek icin orada olmasak bile butun bunlar olmaya devam edecek.

    bizim olmadigimiz bir dunyada insanlar sanki aynisi 100-200 yil sonra kendi baslarina gelmeyecekmiscesine asik olacaklar, gunluk hayatin mesguliyetine takilacaklar, trafige kufur edecekler, irkcilik yapacaklar, kendi aralarinda bolusup ayrilacaklar, birbirlerinin dedikodusunu yapacaklar, elalem ne der diye sabah aksam dusunecekler, insanlarin kendi haklarinda ne dusundugu konusunda endise edecekler.

    bu dunyadan gelip gecen sonra da acisiyla tatlisiyla her seyi geride birakip kemik yiginina donusen ve bundan 100 yil sonra kimsenin ismini bile hatirlamayacagi insanlar olarak bugun insanlarin ne dusundugunu, kimin ne diyecegini neden takariz ki? neden bunun yarisi icindeyiz ki? hadi diyelim en basarili, en mutlu, en muhtesem insan sensin ve herkes bunu kabul etti. yuz yil sonra sen de o insanlar da ortadan kalkmis olacak. ya sonra? seni de o insanlari da kimse hatirlamayacak, hayat aynen devam edecek.

    o tasarim harikasi muhtesem vucutlarimizdan geriye kemik yigini kalacak, belki o bile kalmayacak. instagrammis, sozlukmus, sosyal medyaymis, facebookmus, hicbirinin hicbir onemi kalmayacak. yedigimiz en lezzetli yemekten, izledigimiz en muhtesem sarkidan, asik oldugumuz en mukemmel insandan geriye hicbir sey kalmayacak. roma imparatorlugunun 2 bin yil once girdigi bir savasta telef olan 30 bin askerden geriye ne kaldiysa bizden geriye de o kalacak. avrupa'da veba salgininda, cin'de acliktan, kuzey amerika'da sariliktan olen milyonlarca isimsiz ve cisimsiz insandan geriye ne kaldiysa bizden de geriye o kalacak.

    hani bir soz vardir: "mezarliklar yerlerinin doldurulamayacagini dusunen milyarlarca insanla doludur" der. iste aynen oyle. bugun mezarliklarda bekleyen milyonlarca insanin ziyaretcisi bile yok cunku onlari ziyaret edecek olan insanlar bile yuzlerce yil once kendi mezarliklarina yerlestirilip kendi ziyaretcilerini beklemeye baslamislar. bundan bin yil once yasamis insanlarin kacinin ismini hatirliyoruz? bundan bin yol sonra da o kadarimizin ismi hatirlanacak (ki o bile supheli).

    bugun hayattaki en buyuk derdiniz ne? dusunun...iste o derdi coktan unutmus olacaksiniz. o derdin zerresi bile kalmamis olacak. kendisinden kurtulmak, kacmak istediginiz sorunlar sizi coktan terk etmis olacak cunku artik siz olmayacaksiniz, biz olmayacagiz. hayatta ugradiginiz haksizliklar, basiniza gelen musibetler, yasadiginiz kotu anilar, isten kovulmaniz, terk edilmeniz, aldatilmaniz, hic birini dusunecek vaktiniz olmayacak cunku siz de olmayacaksiniz. bugun hayattaki en buyuk mutluluk kaynaginiz ne? o da gitmis olacak. siz artik yoksunuz, sizin icin de hicbir sey yok. evren icin siz, sizin icin evren artik yok. hic olmadi, hic de olmayacak. sizin icin dunya, dunya icin siz hic olmadiniz ve yoksunuz.

    pazartesi sendromu da yok, tatil heyecani da yok, bayram da yok, seyran da yok, artik hicbir sey yok. su anda pencerenin kenarinda durup iceri girmeye calisan bir karinca veya meyve agaclarinin uzerinde kanat cirpan bir ari dunyada ne kadar varolduysa, ne kadar yer kapladiysa, dunya icin ne kadar onemliyse, dunyada ne kadar iz biraktiysa biz de bundan 100 yil sonra o kadar yer kaplayip o kadar, belki de daha az, iz birakmis olacagiz (tek tuk istisnalar haric tabi ki).

    bugun mezarliklarda yuzlerce, binlerce yildir yatan insanlarin zamaninda kim bilir ne dertler, ne hayalleri, ne umutlari, ne korkulari vardi. hepsi yasadigi donemde o aksam ne yiyecegini, o gun ne giyecegini dusundu. hepsi gunluk islerle, borcla harcla ilgilendi ve mesgul oldu, sonunda hepsinden geriye bir yigin kemik disinda bir sey kalmadi. bizden geriye de bir sey kalmayacak.

    bu yuzden hayatta belli basli ayrintilarak takilip insanlarla polemige girmek, sacma sapan seylere uzulmek, eski seylere takilmak bana bos geliyor. eninde sonunda bize ayrilan sure bitecek ve geride hicbir sey birakmadan sanki hic yasamamis gibi bu dunyadan gocup gidecegiz iste. fazla kasmaya gerek yok. yasa, hayattan zevk al, istediklerini yap, istediklerini izle, dinle, oku, ogren ama bunlari yaparken hicbir seyi hayatinin merkezine koyma. bu dunyada hicbir seyi siklememe sebebim budur.

    edit: bu yazinin ana fikri "her seyi bosverin, salin gitsin" fikrinden ziyade "her seyden tat alin, kafaya hicbir seyi takmayin" fikridir. yani "elalem ne der" diye dusunmeden nasil yasamak istiyorsaniz oyle yasayin cunku biz de "o ne der" diye endise ettigimiz elalem de bir sure sonra toprak olacak.

  • asıl adı bu olmalıymış hani şarkının, zerdaliler yerine.
    ne çok dinlerdik seninle bu canım şarkıyı. sen orda ben burda.
    bundan sonra ilk kim diyecek "gel" diye bilemiyorum. belki de olmayacak artık bu şarkı. kimse çağırmayacak birbirini.
    çünkü ben seni üzdüm, çok yordum. en kötüsü de bu, asıl üzüldüğüm bu. sende ben kendimi vurdum.

    "anlardım aklından geçenleri
    sustukça konuştuk sanki
    sevdaymış meğer o içimizde
    yıllardır uyuyan deli
    sessizlik sensin geceleri"

    aramızda ince bir iplik vardı sanki. önce beni sana bağladı. öyle ki kalbine, düşüncene giden yolu bilirdim. sen söylemeden bilirdim bir sürü şeyi, hissederdim. zamanla o ince iplik senin de kalbine dolandı, bana doğru yol oldu. bir zaman geldi ki sen de hissetmeye başladın benim aklımdan geçenleri. susarken üstelik, bir kelime bile etmemişken, o susuş sonlarını "öyle işte" diye bitirdiğimizde, anlardık aklımızdan geçenleri.

    arada uzaklıklar varken ve elimizde sadece kelimelerle birbirimize ulaşmak varken o susuşlar kıymetliydi. hele bir mektuba şöyle başlamıştın ya sen, benim içim erimişti okurken; "ne yazacağımı bilmiyorum, yanında susmaya geldim. öyle." sen burada olsaydın, ya da ben orada, velhasıl karşı be karşı olsaydık konuşmaya hacet yoktu zaten. öyle bakardım sana uzun uzun. arada ellerimle yüzümü kapatırdım belki, utanırdım biraz işte, ne var. hem güneşe o kadar uzun süre bakılmaz...konuştuğumda da çok konuşurdum bak, konuşmam gereken, söylemem gerekenin dışında ne varsa onu konuşurdum; heyecandan, korkudan, sevgiden...

    seninle aynı şehirde yaşamadım, sana bir caddede rastlamadım mesela, eğer rastlasaydım mutlaka tanırdım seni. belki bu yüzdendir insanların yanımdan, içimden geçip gitmesi, benim onları bile görmeden yürümeye devam etmem. ne zormuş şu uzaklıklar, ah ne zormuş başka başka şehirlerde emanet gibi yaşamak. şarkılara, kelimelere, mektuplara tutunarak bir sevgiyi yudumlamaya çalışmak ne zormuş.

    konuşurken ellerin, kolların nasıl hareket eder, kızınca nasıl çatılır kaşların, gülünce nice haller alır güzel yüzünün coğrafyası? daha ben bunları bilmez görmezken nasıl da bu kadar yandım ahh... o kırmızı iplik var ya hani, beni ruhuna ulaştıran, seni bana getiren o bağ; ruhunu sevmişim demek ki, ruhunla ışımış üstüm başım.

    sen kiminle istersen yürü yaşadığın şehirde. görebildiğini, dokunabildiğini, yanında olabileni sev istersen.
    ama bak bu kadar kahve içmişiz. hiç mi hatırı yok?
    ben ipin öbür ucundayım. birazcık çeksen anlarım orda olduğunu, coşar, taşar, ışırım yine.
    içimdeki mavi kuş yine şarkılar söylemeye başlar, büzüşüp bir kenarında oturmaz kalbimin kafesinde.

    dedim ya, ben ipin öbür ucundayım.
    fincana kahve koydum gel de bana lütfen.
    sadece bu. sonra git istediğin yere.

    bilsen ne çok şey aslında bu.

  • çok uzun süreler hizmet vererek de tasarım olarak başarısını kanıtlamıştır. her mühendisin kıskanacağı kadar basit ve sağlam yapılıdır. kolay kolay hasar görmez. görürse de kolay tamir edilebilir. eğik tasarımlı zırhıyla tanksavar mermilerini sektirerek etkisiz hale getirir.

    ilk olarak 1941 yılı yaz aylarında ortaya çıktı. alfred jodl'un da günlüğüne yazdıklarına göre; alman askerlerini psikolojik bir şoka sokmuştur. yalnız bu dönemlerde alman askerlerini ateşiyle vurulandan çok bozulan tanklar vardır. habire bozuldukları için sağlam bir modifiye gerekmiştir. o dönemlerde almanların kullandığı anti tank silahları 37 mm pak 36 ve 50 mm pak 37 idi. bu silahlar, t-34 tanklarına hiç bir zarar verememiştir. sovyet ordusunun eğitimsiz askerleri o sıralarda bu tanka daha çok hasar veriyorlardı. kış şartlarında yine kendini kanıtladı. dizel motoru kışın daha iyi çalışıyordu. benzinin donduğu ısılarda mazot donmuyordu. almanlar sırf bu yüzden antifrizi icat ettiler. ayrıca t-34, alman tanklarının geçemediği yerlerden de başarıyla geçiyordu. ama almanlar durumu kavramakta gecikmedi. hitler yeni modeller için en yetenekli subaylarını * yeni tankların yapımı için görevlendirdi.

    üretildiği yıl, dünyanın en iyi tankı olmuştur. friedrich von mellenthin "bununla karşılaştırabileceğimiz bir şeyimiz yok" demiştir. sonradan almanlar yeniden azmettiler. alman panther tanklarıyla t-34 arasında bir karşılaştırma yapmak zor. alman tankları çok çok daha ilerideydi. sovyet tasarımcılar durumu görüyorlar, ama üretim hattını durduramadıklarından pek çok şeye müdahale edemiyorlardı. askerler cephede bu eksikliği almanlara karşı taktikler geliştirerek dengeleyebildi. tiger ile t-34 herhangi bir konuda kıyas kabul etmiyordu.

    dünyanın en çok üretilmiş ikinci tankıdır. alman ağır tanklarıyla karşılaştırılamaz. bir alman askerin söylediği rivayet edilen bir söz vardır hatta: "siz her zaman bir alman tankını yoketmek için en az altı tanka ihtiyaç duyarsınız. ama zaten sizin hep bu kadar tankınız vardı..."

    optikleri pek de iyi olmamakla birlikte 1 km mesafeye nokta atışı yapabilmekteydi. almanların 3 km gibi bir mesafeden ateş edebildiklerini düşündüğümüzde çok kısa kalıyor bu mesafe. ama sovyetler durumu avantaja çevirmek için yeni bir teknik buldu: tankla tanka çarpmak. iki tank da bozuluyor ya da devriliyordu ama almanların fazla tankı yoktu. kursk savaşını sisli bir havada başlatan komutanların bu hatalarını tankçılar ödemiştir. kalın zırhlı alman tankları ancak yakın mesafeden ateş edebilen sovyet tanklarınca imha edilebiliyordu. hava sisli olduğu için 3 km mesafeye nokta atışı avantajını da zaten yitirmişlerdi.

    peki bu tankın vurulduğunu, yeni tankları yoketmek için çok sayıda aracı ve insanı kaybetmeyi sovyetler düşünmemiş miydi de tankı geliştirmediler, karmaşık donanımlı, karmaşık yapılı alman tanklarıyla yarış edebilecek tanklar üretmediler diye düşünebilirsiniz. aslında bu bir strateji oyununun bir parçasıydı. almanlar giderek daha karışık ve daha ağır tanklar yaparken üretim hızları düşmekteydi. sovyetler burada doğru ata oynamıştır. daha az sayıda süper tankın karşısına vurabileceğinden çok daha fazla tank çıkartmıştır. stratejik olarak sovyetlerin hamlesi doğruydu. ölen onca insan her zaman olduğu gibi hiç hesaba katılmamıştır.

    ot-34 modellerinde alev silahı bulunur. tankın şasisi pek çok uçaksavar ve köprü tankı için temel alınmış ve kullanılmıştır. almanlar şasiyi genelde kundağı motorlu top yapmak için kullanmışlardır.

    almanların geliştirdiği manyetik tank mayını diye bir silah, savaşın sonlarına doğru tankçıların kokulu rüyası oldu. yalnız bu silahı kullanmak için cesur adamlar gerekiyordu. t-34 tankının arka kısmı kısmen düzdür ve zırhı bu noktada kalın değildir. mıknatıslı bir bomba bu alana tutturuluyor ve kurularak kaçılıyordu. yakın mesafeden çok şiddetli bir darbe alan tank kullanılmaz duruma geliyordu. almanlar bu silahı geliştirdikleri zaman sovyetlerin de benzer bir silah kullanabileceğini düşünüp zimmerit diye bir manyetik alan önleyici kaplama geliştirdiler. son çıkan tanklarına da bunu sürdüler. tiger tankının üzerindeki çıkıntılar işte bu kaplamadır. sovyetler hiçbir zaman mıknatıslı bir bomba yapmadı. ama korunmanın yolunu çabuk buldular: tankın arka kısmına ince bir kısım beton sürüyorlar ve kurumaya bırakıyorlardı. beton üzerine yapışmayan manyetik bombalardan böylece kurtulmuş oluyorlardı.

    o kadar çok üretilmişler ki; fabrikasının bulunduğu çelyabinsk kenti "tankograd", yani tank şehri olarak anılmıştır.

    bir mühendisin her zaman örnek alması gereken bir tasarımdır.
    birincisi, düşük üretim maliyetidir. basit parçalardan, kolay, yüksek ustalık gerektirmeyen üretim yöntemleri kullanılarak üretilebilir. *
    ikincisi, ucuz olmasıdır. hem üretim maliyeti, hem kalifiye işçi maliyeti düşüktür. malzeme bol kullanılmış olabilir. ama işçilik ve zamandan yapılan tasarruf yeterlidir. almanya'nın ürettiği her 800 tanka karşı 1500+ sayılarında üretilebilmiştir. *
    üçüncüsü, her türlü kolay üretim ve ucuz montaja rağmen güçlü olmasıdır. dizel motoru soğukta çalışması için süperdir. almanların benzinle çalışan tanklarından daha düşük bir işletme maliyeti vardır. zırhı atılan mermileri sektirecek biçimde tasarlanmıştır. *
    dördüncüsü, hareket kabiliyeti yüksektir. döneminde en hızlı orta büyüklükte * tanktır. paletleri alman tanklarının paletlerinden geniştir. daha iyi kavrar. daha batmadan ilerler. *

    bu tankı pek beğenen almanlar, ele geçirdiklerinde kullanmaya başlamışlardır. alman saflarında savaşan modellerine "panzerkampfwagen t-34(r)" adı verilmiştir.

    bir de yanlış anlaşılan bir konuyu düzeltelim. hiç sevmediğim stalin'i savunmak gibi oluyor ama; onca insanın ölümüne neden olan kişi stalin değil, mareşal jukov olmuştur.