hesabın var mı? giriş yap

  • 9.sınıftayım peder "takdir getir bilgisayarını yenilicem" dedi. ben de getirdim, geldi f5'e basıp gitti.

  • türkiye'deki en büyük sıkıntılardan birisidir. bundaki temel neden ise geçmişten günümüze uzanan süreçte mesleki kalitenin bizzat devlet eliyle düşürülmesidir. bundan 20-30 yıl öncesine nazaran günümüzde akademisyen dendiğinde anlaşılan kavram ile bugünkü arasında uçurum vardır.

    mesela bundan 50 yıl önce mühendis olduğunu söyleyen biri genel olarak saygı görürken, bugün bu saygıyı görmesi için mesleğinin yanında bitirdiği okul/okullar çalıştığı şirketler de zikredilmelidir. yoksa ostim'de 3 bin lira maaşa çalışan yığınla mühendis de var artık.

    akademisyenlik de tıpkı bunun gibi bir değer erozyonuna uğradı. özellikle niteliksiz onlarca üniversitenin açılması sonucunda akademisyen dendiğinde standart bir kalite artık ortada kalmadı. bu durumda bu ifadeyi ortaya koyan insana haklı/haksız demek zor çünkü genele dair yorum yapmak pek de kolay değil.

    mesela savunma sanayinin kritik alanlarında çalışan onlarca mühendis yıllardır hem çalışıp hem de doktora süreçlerini devam ettirmektedir. bu kişilerin yöneticiliğini yapan kişiler arasında ise doktora yapmamış neredeyse hiç kimse yoktur. kendi alanında impact faktörü yüksek olan birçok dergide de yayınları çıkmaktadır.

    aynı anda hem çalışıp, hem kendini geliştirip, hem makale/tez/yayın ders/sınav/doktora yeterlik gibi engelleri aşmak için sarf edilmesi gereken eforun maddi bir karşılığı yoktur. bu tamamen kişisel tatmin ve kısmen memleket sevgisi ile yapılabilecek bir iştir.

    öte yandan, boş taşra okullarının boş kadrolarını kaparak garanti maaşa ulaşmak için strateji geliştiren onlarca akademisyen/akademisyen adayı da mevcuttur. bu ülkede sadece içindekiler kısmı ile alınan doktora derecesinin olduğu gibi bir skandal yaşanalı daha bir yıl bile olmadı. bunun gibi başka birçok saçmalık olduğunu tahmin etmek zor değil ama bu durum devlet eliyle teşvik edildiği için önüne geçmek pek mümkün değil çünkü savunma sanayi dışında devletin katma değer üretimini destekleyeceği koşullar memlekette gelişecek gibi durmuyor.

  • fbi, eleman alımı için duyuru yapar. üç kişi başvurur. fbi binasında adayların hepsiyle tek tek görüşmeler yapılmaktadır. ilk adam içeri alınır ve şu sorular sorulur:

    'karını seviyor musun?'
    'evet, efendim.'
    'ülkeni seviyor musun?'
    'evet, efendim.'
    'pekala, biz karını da getirdik. şu an yan odada.' ve masanın üzerine bir tabanca koyar. 'şimdi odaya gir ve karını öldür!'

    adam silahı alır, yan odaya geçer. 5 dakika hiç ses duyulmaz. adam tekrar ilk odaya geri döner. kravatı gevşemiş, ter içinde kalmıştır.

    'yapamayacağım efendim.' ve orayı terk eder. ikinci adam içeri alınır. aynı sorular, aynı yanıtlar... ve ona da içeri girip karısını öldürmesi söylenir. adam da yapamayacağını söyler ve ayrılır.

    son adam temel içeri girer. aynı sorular. aynı cevaplar. ona da içeri girip karısını öldürmesi söylenir. temel içeri girer. 5-10 saniye sonra içerden silah sesleri gelmeye başlar. 'bam, bam, bam, bam, bam, bam!' derken kısa bir sessizlik ve ardından gürültülü bir cam kırılması duyulur. adamlar içeri girer, temel biraz terlemiştir. fbi personeli sorar: 'ne oldu?'

    temel cevaplar : 'efendum bana verdiğunuz silah kurusıkı çıktı, o yüzden karıyı camdan aşağıya atmak zorunda kaldım.'

  • 2015 yılında söylenmiş utanç dolu ifade.

    söyleyene de bir mesajım var:

    o paraları sizden çatır çatır geri alırız sümeyye, ama kalan 3 - 5 de sen böyle düşündükçe burak ve bilal'e gidecek, tehlikenin farkında mısın?

  • okul yıllarında hiçbirşey beni matematik dersleri kadar sıkmayı başaramadı. bu matematikle değil, tamamen öğretmenimizin yaklaşımıyla ilgili bir durumdu. kendisi yaşamı normal hayat ve matematik hayatı olarak ikiye ayırmış olan bir kişilikti. derste kımıldamanıza bile izin vermezdi. yere düşen kaleminizi eğilip alamazdınız mesela. öyle yani.
    herneyse benim sıra altından kitap okuma, yanımdakilerle konuşma, yazışma ve hatta camdan dışarıyı izleme girişimlerimin hepsi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. atatürkün gençliğe hitabesinde ve istiklal marşımızda kaç harf olduğunu sayalı 2 hafta kadar oluyordu. sınıfımızın zemini enine 84 boyuna 132 parça taştan oluşuyordu. ben dakikada 14 kez nefes alıyor ortalama 18 kez göz kırpıyordum. deli pösteki sayar gibi lafı benim için artık sadece pösteki sayar gibi şekline dönüşmüştü. hiç işinize yaramayacak şeyleri saymak delilik değildi, aksine akıl sağlığınızı koruyan uykunuzu kaçırıp zihninizi dinç tutan yararlı bir aktiviteydi ama sınıfta sayılabilecek şeylerin sayısı giderek azalıyordu. günlerden bir gün bir harita method yaprağında kaç kare var sorusu zihnimde bu yapraktan kaç adet kağıt gemi yapılabilir şekline dönüştü. evet işte aylardır aradığım, ihtiyacım olan şey buydu... origami.
    ilk denemeler tabi ki başarısızlıkla sonuçlandı. sevgili öğretmenim uzunluğu 5 cmyi geçen her gemiyi fark ediyor, yapım işlemi tamamlanır tamamlanmaz kaçak mal taşıyan bir gemi tespit etmiş sahil güvenlik botu gibi yanıma yanaşıyor ve el emeği göz nuru eserlerime el koyuyordu. daha küçük gemiler yapılmalıydı evet daha küçük, çok daha küçük. sene sonuna doğru kareli defterin bir karesinden gemi yapabilir hale gelmiştim. bu gemiler büyükleri kadar rahat tanımlanamıyor, öğretmenimin radarında tespit edilse bile ne oldukları çıkarılamadığından büyük bir tehlike atlatılmıyordu. sene sonunda matematikten geçmiş, akıl sağlığımı korumuş ve final sınavının soru kağıdından yapılma 286 parçalık bir filoyu matematik öğretmenime hediye etmiştim.
    öğretmenleri seviniz arkadaşlar. onlar içinizdeki yaratıcılığın aynasıdır.