hesabın var mı? giriş yap

  • çoğu zaman oldukça fantastiktir. en azından bizimkilerin öyle... efendim böyle '70'li yıllar... bizimkiler aynı iş yerinde çalışıyorlarmış. babam müdür, annem memur... ahahhah.... ulan baba.... neyse.... babam feci kesikmiş anneme... deli gibi hastaymış. annem de -gerçi şimdi de öyledir ama- tam monaco prensesi modunda... kimseye yüz vermiyor. babam annemin dikkatini çekmek için süper bir yöntem bulmuş. şimdi bunu yazınca bendeki tuhaflığın kökenini de anlayacaksınız.

    evet ne diyordum? ha babam annemin dikkatini çekmek için süper bir yöntem bulmuş. arabası olmasına rağmen annemlerin servisine binmeye başlamış. ama bulduğu süper yöntem bu değil tabii... lan bunu yazsam mı acaba? neyse lan yazıyorum. babamın annemin kalbine girmek, onun beyaz atlı prensi olmak için bulduğu yöntem şu hanımlar beyler:

    her gün servisi bir büfenin önünde durdurmak. evet, babam servise biniyor memurlarıyla... ondan sonra her gün ama her gün bir büfenin önünde "sigara alacağım" diyerek servisi durduruyor. inerken de servisin şöförüne "sen beni bekleme usta, ben koşarım... size ışıklarda yetişirim" diyor. şöför "aman efendim... abi olmaz" falan dese de ı-ıh. olmaz diyor babam. sigarasını alıyor ve servisin peşinden koşuyor. 8 ay boyunca her sabah... sebep: annemi atletikliğiyle etkilemek... ahahhaha....

    annem o dönemlerde "müdür müdür palyoço mudur?" diye bunu arkadaşlarıyla tartıştıklarını söylüyor. babama tüm çalışanları uyuz olmuş bu yüzden... sonuç ne peki? sonuç nesi var mı? ben olmuşum işte...

    babam bu hikayeyle ilgili bir de sır verdi bana: yanında sigarası da varmış aslında...

    - o da mı numaraydı baba?

    - numaraydı tabii oğlum... ama iyi koşardım ha...

    - usain bolt gibi mi?

    - kim???

  • amerikanın sahip olduğu toplumsal özelliklerden biri. kabaca insanlara başarılarına göre ödüller vererek rekabeti en üst seviyede tutmak. kapitalizmin canlı tutulabilmesi için temel koşullardandır. amerikalılar ödül vermeyi ne kadar severler hepimiz biliriz. emmy, grammy, oscar gibi törenleri bütün dünya seyreder. bu törenlere milyonlarca dolar harcarlar. oscar alan oyuncunun fiyatı anında ikiye katlanır. biz bir şampiyonlar ligi maçından sonra belki de kim maçın adamı seçildi farkında olmayız ama bir nba maçından sonra kim mvp oldu mutlaka herkes bilir. sonra bakıyoruz amerikan bazlı fast-food dükkanlarımıza, duvarlarda "ayın elemanı" tabloları.. akla hayale gelmeyecek her konuda ödüller dağıtırlar. hatta herşeyin en kötüsünü bile seçerler ki o kötüler piyasadan elensin, değeri kalmasın.. aslında çok zaman düpedüz güçlüyü kayırmak olsa da, sistemin temel çarklarından olduğu için amerikan kültürünün çok önemli bir parçası olmayı başarmış bir kavramdır.

  • az önce hastanenin birinde akp seçmeni olduğunu belli eden bir amcayla aramızda geçen diyaloğa sebep olan dolar kuru. diyalog da şu şekilde

    dayı:d
    ben:b
    arkadaşım:a

    b:dolar 8 tl olmuş sabah sabah. euro da 9.50 ye dayanmış gördün mü ? ( arkadaşıma söylüyorum)

    a: ciddi misin ? (vs derken dayı araya girer)

    d: yav gençler bunları yayıp hökümeti indirmeye çalışıyolar bakmayın öyle şeyler bizi etkilemez biz güçlü bi devletiz dıj güçler oyun oynuyolar üstümüze

    b: haklısın amca neyse ki reis sağolsun bu oyuna gelmiyoruz. dimdik duruşumuzu gösteriyoruz ibreti aleme.

    d: aslanım benim. reis olmasa halimiz ne olurdu bizim, bu ülke ne hallere gelirdi...

    b: haklısın amca. hem doların artışı bi açıdan iyi bir şey çok şükür reis sağolsun. dolarla maaş alan bizim gibi insanlar ne kadar şükretse az. sen emekli misin amca maaşından memnun musun ?

    d: ıııeee evet emekliyim alıyoruz çok şükür bir şeyler.

    b: alıyorsundur tabi amca devletimiz günü gününe yatırıyo çok şükür maaşlarınızı. bir kaç tane de evin vardır ben daha 2. evi yeni aldım yaşım genç malum.

    d: yani uğraşıyoruz daha evladım alamadık henüz

    b: şükret haline amca şükret. ya başımızda reis olmasaydı ? hadi iyi günler kendine iyi bak

    dayı arkamızdan kara kara bakarken usulca uzaklaşırız ordan. bu millete bir şey anlatıcaksan kıskançlık en iyi yöntem. bu dayı 3 gün kendini yer şimdi.

  • telefona yüklenen anlam maalesef artık çok büyük günümüz dünyasında. mesela şu anda telefonumda yer alanlar:

    sosyal medya uygulamaları(8)
    dating uygulamaları (5)
    online ve offline oyun uygulamaları(5)
    alışveriş uygulamaları(3)
    ödeme aracı uygulamaları (2)
    banka uygulamaları(4)
    yabancı dil pratik uygulamaları(2)
    çevrimiçi müzik uygulamaları(1)
    film-dizi izleme uygulaması(1)

    şimdi bir de şöyle bakalım :

    önceden barlarda, parklarda, derneklerde tanışırken
    ev oyunları veya sokak oyunlarını bilemedin bilgisayar oyunlarını oynarken
    elden kredi kartı ile ya da nakit öderken ya da şubeye giderken,
    satın alınan dil kitabında chapter chapter ilerlemeye çalışırken,
    mp3 player, müzik seti, radyodan müzik dinlerken
    tv'den film-dizi izlerken,

    bunların hepsini çok pratik bir şekilde bir telefonda yapabiliyorsanız yanınızdan ayırdığınızda yoksunluk hissetmeniz aslında "normal". ama anormal olan bu pratiklikten çıktığınız zorunlu durumlarda alternatiflerini bulamama noktasında olunması. bunların hepsinin o alet olmadığında "idare edilebilecek" bir alternatifi var. bunu görememek işte bir tür hastalık sanırım. telefonunun şarjı bitince hayat enerjisi düşen insanlar bile var maalesef.

    arada detoks yapmakta, ama bunu bir seçenek olarak bilinçli şekilde yapmakta, yani o güne telefonsuz geçirmeye niyet ederek başlamakta fayda var.

  • eski dizilerle alakalı olarak "pandemi döneminde neler yaparlardı?" geyiklerinde aklıma direkt george costanza geliyor. muhtemelen aşı yaptırıp yaptırmakta kararsız kalır fakat ücretsiz olduğunu duyunca ertesi gün aşı olmaya giderdi. yolda bir dergi veya gazete haberi görür, bir barda aşı olanlara ücretsiz bir bira verildiğini okur ve oraya gitmeye karar verirdi. kramer ile karşılaşınca ''bir bira veren varsa başka şeyler veren de vardır onları da araştır'' cümlesiyle birlikte gözleri açılır ve ''sen bir dahisin'' diyerek ülke genelindeki diğer fırsatları araştırmaya başlardı. seinfeld'in evine aşı olanlara bir şeyler veren mekanların işaretlenmiş haritası, beş valiz, iki sırt çantası, bir bel çantası, üç kutu maske ve yirmi litre dezenfektan ile birlikte girip ''enayiliğin alemi yok jerry, bu fırsatları değerlendirmemiz gerekir'' diye açıklama yapar ve yolculuğa ikna ederdi. bu arada bazı mekanlar iki doz olanlara ikram yaptıklarını söyleyince aşı merkezine gidip hemen ikinci dozu olmak istediğini söyleyip kavga çıkarma ihtimali de çok yüksekti.

    jerry ve elaine'i kestirebiliyorum ama kramer konusunda olasılıklar sonsuzluğa doğru süzülüyor. kimyager bir arkadaşı tarafından ev ortamında üretilmiş ve koruma oranı %1800 olan bir aşıyı olma ihtimali de vardı, yanlışlıkla 28 doz aşı olma ihtimali de.

  • kisinin uyku sirasinda ruya gordugunun farkinda olmasi ve ruyasindaki olaylari kontrol edebilmesine verilen isim. becerebilirseniz mukemmel bir olaydir. genelde uykudan tam (bkz: rem) evresinde uyandirilip, tekrar uykuya dalarak gerceklestirilebilir. hatta ruyalariniza kaldiginiz yerden bile devam edebilirsiniz.
    bilimsel olarak ilk frederick van eden tarafindan aciklanmistir.

  • sorumsuzca yaptığı alışverişleri yüzünden gelen kredi kartı borcunu zavallı marshall'a yığması, çevre dostu bir avukat olmak isteyen marshall'ın hayaline engel olması, kıyafetlerine ayakkabılarına gereksiz bağlılığı ve bunları hayatının merkezine koyması, sorumsuzluğu, herkesin işine karışıp durması ile lily dizide en sevmediğim ve itici bulduğum karakter.